AŞKIN HECESİ, KALBİN ECESİ

ARTIK niyaz nakışlı hüzün elini eteğini çekmişti yürek dünyamızdan. Azgın duyguların pençesindeydik hepimiz. Hızlı yaşıyorduk. Dünyayı oburca tükettiğimiz gibi duygularımızı da aynı hoyratlıkla yok ediyorduk. Gerilmiş yüzler, gülmeyen çehreler, öfkeli sözcükler ve sıkılmış yumruklarla yaşıyorduk.

Ya da tersini en uçta… Hiçbir şeye aldırmıyor hız ve hazzı uçurumdan düşer gibi koşturarak yaşıyorduk. Hüzne vaktimiz kalmamıştı.

Yavaşlamaya, dinlenmeye, biraz da olsa tabiatı ve kendimizi dinlemeye niyetimiz yoktu.

TÜKETİRKEN tükendiğimizin idrakinde değildik. Biteviye koşuyorduk.

Yoruluyorduk yorulmasına ama bunu kabul etmekten yana değildik. Oysa bize yavaş olmayı, teenni içinde bulunmayı, bin düşünüp bir söylemeyi, etraflıca düşünmeyi, etrafını cami, ağyarını mâni bir şekilde davranmayı öğretmişlerdi.

Ne olmuştu bu öğretiye? Nereye çekilip gizlenmişti? Yoksa biz mi onu kovmuştuk düşünce dünyamızdan? Biz mi ötelemiştik onu ötelere?

Bi haller olmuştu bize ama bu iyi bir hal değildi. İnsanlığı kaldıran bir davranış değil çökertici bir tutumdan başka bir şey değildi.

Bazı duygularımız ateşlenmiş, bazılarına hız kazandırılmış ama hüzün susturulmuştu.

HÜZÜN duymak demekti oysa.

En başta insanın kendini duymasıydı. Rüzgârı duyması, kuşları işitmesiydi. Kendi halinde akan bir derenin kenarında insanlığa dair hayırhah düşüncelerdi.

İçeriye dönük bir muhasebenin de adıydı hüzün. Dünyada yalnız yaşamadığımızın, başka coğrafyalardan yüreğimizi burkan haberleri işitmek ve onlara gönül kabartarak dua etmekti.

Niyaz nakışlı hüzünlerimiz vardı bizim.

Merhamet bekleyen kanadı kırık kuşa bizler koşardık. Dağdaki aç kurtları düşünüp kış mevsiminde onlara et götürmek âdetimizdi. Göğe doğru uzanan minarelerle çevrelenmiş haşmetli kubbelerin zirvelerine yakın kuş evleri inşa ederdik.

KUŞ gibi pır pır eden bir gönle sahip olmak demekti kaybettiğimiz hüzün.

Ve biz “Hüzün Peygamberi”nin müminleriydik. İmanımız, biatımız O’naydı.

Ve O bize “Hüzün benim ayrılmaz arkadaşımdı” cümlesini bırakmıştı. Biz hüznü dünyamızdan kovmakla bu mübarek cümleyi de unutmuştuk. Kendimizi unutmuştuk.

HÜZÜN bir başına yalnız mı gitmişti. Aklımda bu soruyla günlerce dolaştım. Üzerimde ağırlaştıkça ağırlaştı. Kendimi yücelere vurup bir dağın eteğinde nefeslenmek üzere sırtımı bir ulu ağaca dayayıp oturmuştum ki, yalnız olmadığımı anladım. Kendisini tanımadığım bu kişi beni tanır gibi konuşmuştu. Gökçek yüzlü o kişinin ilk cümlesi şu olmuştu.

“Nazarım bizi bu dağın yücesine taşıyan şey insana yücelik veren duyguların kaybolup gitmesiyle içine gark olduğumuz hüzündür. Hüzün ki, duyguların yücesidir. Aşkın hecesi, kalbin ecesidir. Hayatın hızlanması hüzün gibi dikkat ve yavaşlık isteyen duyguya yaşayacak alan bırakmadı. Buralara çekildi. Bizi de çekti. Belli ki sen de bu sebeple buradasın. Hüzün asildir. Peygamberîdir. Kişiyi insafa getirir. Yumuşatır, katılıklarını giderir, öfkenin kızgın atından indirir. Sıkılı yumrukları açtırır, nefes aldırır.

Hüzün kendimizi anlamamızı sağlar. Özümsetir. Bilinç tazeletir herdem abdest tazeler gibi. Kendini anlayan başkalarını anlamaya adım atar. Muhasebe düşüncesine erdirir. Hüzün duyguları ve yaşanmışlıkları ayrıştırır. Tefrik ettirir birini diğerinden. Ayrıntı sunar. Hakkı batıldan ayırmanı kolaylaştırır. Yücelerdedir. Alçak yerlerde mekân tutamaz.”

Gözlerimi kapatmış bu yüce ermiş kişiyi dinliyordum.

İçimden geçen cümleler şunlar oldu: “Hüzün erdemdir. Erdemli olanlar hüzne teşnedir, onunla hemdemdir. Hüzün en dokunaklı yanımız, en duyarlı duygumuz.”

Ve biz onu kaybettik.

Yapılacak şey ise belli; aşkın hecesini, kalbin ecesini yeniden kazanmak…

01.07.2024

https://www.turkiyetimes.net/yazarlar/ugur-canbolat/askin-hecesi-kalbin-ecesi/408

“AŞKIN HECESİ, KALBİN ECESİ” için bir yanıt

  1. Peygamber üzerinden DİN konuşulur, tartışılır mı?
    DİN sahibi ALLAH değil mi?
    KUR’AN nerede?!

    Toplumda yaşanan şeriat tartışmasında; ‘şeriatçı?!’ denilenler de, ilahiyatçı olduğunu iddia edenler de din’i, yaşadığı tarihsel dönem, doğruluğu tartışmalı tarihsel veriler, Peygamber sünneti?, Peygamber hadisi? diyerek hep peygamber üzerinden anlatıyorlar;
    bir türlü ALLAH-TANRI’ya,
    DİN hükümlerinin TEK kaynağı KUR’AN AYETLERİ’ne gelemiyorlar, KUR’AN bilgisine çağırmıyorlar?!

    ALLAH-TANRI’nın Peygamberine, tapınır halde yaşayanlar;
    tekellerine aldıkları KUR’AN’ı da Arapça anlamadan, makamlı, şarkı gibi okutup, ölülere üfürme kitabı yaparak içerdiği yaşamın en değerli TANRI-ALLAH bilgilerine insanların ulaşmasını engelliyorlar.

    Yaklaşık binbeşyüzyıl önce yaşamış bir İNSAN Muhammed Peygamber; KUR’AN tebliğ görevi bitince ölmüş!
    Aziz Muhammed, ALLAH tarafından Peygamber yapılarak insanlığın
    en üst mertebesine zaten çıkarılmış. İnsanlığın en zorlu mücadelesini veren peygamberi, kutsallaştırıp; Yaratıcısı ALLAH-TANRI’ya ortak etmek elçiye, verdiği mücadeleye, aziz hatırasına İFTİRA!

    AZÎZ Peygamberi,
    sadece Yaratıcısının Sözlerinden tanımak, Yaratıcısının BİLGİ kaynağı KUR’AN’dan anlamak en sağlıklı yol!
    En doğru, en gerçek haliyle,
    KUR’AN’da elçi Muhammed Ayetleri!

    (Necm,56)”Daha önce uyaran elçiler gibi, Muhammed de bir uyarıcıdır.”

    (İsra,93)”De ki, ‘Ben Allah’ın görevlendirdiği elçi olan bir insandan başka neyim ki?”

    (Yunus,15)”Ey Muhammed! Bize bu Kur’an’dan başka bir Kur’an getir veya Kur’an’ı değiştir diyenlere, de ki, ‘Kur’an’ı değiştirmem hiç mümkün değil. Çünkü ben, yalnızca bana vahyedilen Kur’an’a uymak zorundayım. Kur’an dışında kendiliğimden bir söz uyduramam.”

    (En’am,106)”Rabbinden sana vahyedilene-Kur’an’a uy!”

    (Kaf,45)”Görevin sadece bildirmek, uyarmaktır. Sana gelenlere Kur’an ile öğüt ver.”

    (En’am,114)”Allah, size Kur’an’ı en ayrıntılı olarak indirmişken, Allah’tan başkasının sözlerine mi uyayım?”

    (Sebe,50)”De ki, ‘Ben saparsam kendi kusurumdandır, doğru yola girmişsem Rabbimin bana vahyettiği Kur’an sayesindedir.’ ”

    (En’am,163,164)”Allah’ın yasa koymada ortağı yoktur. De ki: ‘Allah, her şeyin Rabbi iken, başka bir Rabb-kural koyucu mu arayayım?’ ”

    (Câsiye,6,-Mürselat,50-A’raf,185) “Ortak koşucular, Kur’an’dan başka hangi hadise inanıyorlar?”

    (Ahkaf,9)”De ki, ‘Ben, elçilerin ilki değilim, benden önce de birçok elçiler geldi. Ben, sadece bana vahyedilen Kur’an’a uyuyorum.’ ”

    (Nahl,35)”Elçilerin Vahyi tebliğ etmekten başka ne görevi var?”

    (Hakka,44-46)”Eğer Peygamber sözler uydurup-kendi sözlerini Allah’ın Kur’an’ıyla eş tutmuş olsaydı, peygamberi kıskıvrak yakalar, can damarını keserdik.”

    (Ahzab,40)”Muhammed, Allah’ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur.”

    (Ra’d,43)”Ey Muhammed! ‘Sen, gönderilmiş bir elçi değilsin’, diyorlar. De ki, ‘Şahit olarak Allah yeter, bir de Kur’an bilgisine sahip olanların tanıklığı.’ ”

    (Kehf,54)”Yemin olsun! Kur’an’da insanlar için, her şeyi ayrı ayrı örnek vererek açıkladık. Fakat insanların çoğunun tek yaptığı tartışmak.”

    Dinin TEK kaynağı KUR’AN mı, Peygamber hayatı mı?
    Din deyince ALLAH-TANRI-KUR’AN mı konuşulacak, Peygamber ve sünneti-hadisi(?!), doğruluğu tartışmalı tarihi mi?

    Tarihsel bilgi gerektiğinde; ALLAH-TANRI, KUR’AN içinde gerekli olanı, gerektiği kadar vermiş. Örnek mi? Peygamber eşi Ayşe’ye namusu üzerinden yapılan iftirayı deşifre edip anlatmış ve tarihsel anlatım içinde evrensel ahlâkî ilkesi ile de nokta atışını yapmış.
    (Nur,4)”İftira edenin ömür boyu tanıklığını kabul etmeyin.”

    KUR’AN; seçtiği tarihsel olaylar içinde insanlığa gerekli tüm evrensel ahlâkî ilkeleri vermektedir. İnsanlığa gerekli olan da, aydınlatacak olan da bu evrensel TANRI-ALLAH yasalarıdır.

    (Nahl,52)”Dinin TEK sahibi Allah!

    (Zümer,3)”Din SADECE Allah’ın!

    (Yusuf,40)”Hüküm SADECE Allah’ın!

    (En’am,38)”Tüm hükümler eksiksiz SADECE KUR’AN’da!

    (Ankebut,18)”Elçinin görevi sadece, Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektir.”

    (Yunus,99)”Ey Muhammed! Eğer Rabbin isteseydi, yeryüzünde bulunanların tümü inanırdı. Hâl böyleyken, insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?”

    (Tegabün,2)”Sizi yaratan Allah’tır. Kimi inkâr eder, kimi inanır.”

    (Kehf,29)”Kur’an Rabbinizden gelen Gerçektir. Dileyen inansın, dileyen inanmasın.”

    ‘İnanç’ özgür iradeli, bilinçli tercih.
    Herkes inanıp inanmamakta
    özgür olduğu gibi,
    inancını da istediği gibi
    yaşamakta özgür. Kim neye istiyorsa ona inansın, neye-nasıl inanmak istiyorsa öyle inansın, isterse inanmasın, yeter ki zorlama, tercihlere baskı olmasın.
    KUR’AN, inancın arınması, özgürleşmesi için var!

    (Bakara,256)”Dinde zorlama yok.”

    (Lokman,33-Fâtır,5)”Hiç bir aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın.”

    (Ankebut,2)”İnsanlar sadece ‘İnandık’ demeleriyle ve sınava çekilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”

    Tanrı bile, ‘inanç-din’ konusunda özgür bıraktığını ama insanların ‘inancı-dini’ birbirini aldatmak, zorlamak için kullanabileceğinin uyarısını yaparken ve de üstelik ‘inandığını’ iddia edenin de samimiyet testi için sınava tâbi tutulacağını söylerken;
    kimin gerçekten ‘inanan’ olduğuna insanlar karar verebilir mi?!

    Karar, Söz’ün-KUR’AN’ın sahibi TANRI’da!

    (Tekvir,27,28)”Kur’an âlemler için bir hatırlatma-bilgi-uyarı-öğütten başka bir şey değildir; gerçeklerden yana doğruyu bulmak isteyenler için.”

    (Yunus,37)”Kur’an Allah’tandır. Kitap’ı-Kendisini ayrıntılı açıklar.”

    (Âli İmran,7)”Allah, Kur’an’ı indirdi. Kur’an’ın bazı ayetleri kesin anlamlı ayetlerdir. Diğerleri de benzeşen-çok anlamlılardır. Çok anlamlıları bilgi sahibi olmayanlar kavrayamaz. Kalplerinde ve düşüncelerinde kötü niyet olanlar, ortak koşmaya sürüklemek-çıkarlarına bir yol bulmak için, bâtıl iddia ve önyargılarını Kur’an’a onaylatmak amacıyla, anlamını rahatça çarpıtabileceklerini düşündükleri müteşabih-benzeşen Ayetleri bile bile yanlış anlamlandırırlar. Oysa onların uygun anlamlarını bilgide uzman olanlar bilir-ayetler arası bağlantıyı, bilim adamları yapabilir.”

    İnsanlık bilimsel çalışmalarla uzay çağına ulaşmışken;
    dini tekellerine almış zalimlerin zulmü, iftiraları yüzünden, KUR’AN indiği çağdan, Peygamber tarihinden bir adım ileri gidemiyor.

    KUR’AN, ALLAH-TANRI’nın ilgi, sevgi ile yarattığı insanlar için kurduğu sistemin anayasası olduğundan ALLAH-TANRI’yı anlamak, tanımak için okunmalı!

    İlahiyatçı akademisyenlerin(prof.) oluşturduğu büyük bir grup oturup Maturidi hakkında koskocaman bir cilt kitap yazmışlar.
    Keşke ‘yaratılmış kul-Maturidi’ anlatımı, yerine;
    ALLAH-TANRI anlatımı olan KUR’AN’ın çok iyi anlaşılması için, KUR’AN Türkçe çevirisi için bu grup çalışmasını yapmış olsalardı!

    KUR’AN’ın başka dillere çevirisi, özellikle biz Türkçe okuryazarlar için Türkçe’ye çevirisi-Meali, ilahiyatçı akademisyenler tarafından;
    geleneksel kabullerin, alınan yanlış eğitimlerin, insanî duyguların, hikaye, rivayet, mitolojik öykülerin etkisinden arınmış, temizlenmiş tamamen objektif, tarafsız,
    Türk diline, Arapça ve tüm Sami dillere kök anlam araştırması yapabilecek kadar hâkim, çevirinin tüm bilimsel metodları ile yapılmalı; bu şart, gerekli, elzem ve zorunlu tek kural olmalı!

    Elinde sadece günah ölçerle suçlu bulup cehenneme(?!) atmak için bekleyenmiş gibi anlatımlarla;
    ALLAH-TANRI’ya akıl almaz, sınırsız, hadsiz, saygısız, zulüm derecesinde aşırı iftiralar edilmektedir.
    Sevgi ile yarattığı, tüm nimetleri hizmetine verdiği kulları yakmak?!

    (En’am,12)”Allah, kullarına sevgi ve şefkati kendisine ilke edinmiştir.”

    (Haşr,22)” O, her şeye sevgi ile hakim olan Allah’tır.

    (Nisa,40)”Allah, zerrece haksızlık etmez ki.”

    (Yunus,44)”Allah insanlara asla zulmetmez.”

    (Zümer,36)”Allah, kuluna yetmez mi?”

    (Ankebut,51)”Kur’an yeterli değil mi-yetmiyor mu-yetmez mi?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post

  • Kaidesi Olmayanın Gailesi Olur

    UĞUR CANBOLAT YANAŞIK düzen eğitimine ilk elden alınmıştık. Askerliğe dair hiçbir kuralı bilmiyorduk. Sadece akşamüzeri teslim olmamızdan sonra neredeyse üstümüze…

    Read More

  • ANLAYARAK İMAN ETTİĞİN KİTAP

    UĞUR CANBOLAT AHLÂK-I HASENE erleri, anlayarak kitaplarına iman edenler arasından çıkarlar. Her ne pahasına olursa olsun anlayarak kutsal metinlerini kaybetmemek…

    Read More

  • Şiirini Kaybeden Milletleri Felaketler Bekler

    Şiir denildiğinde sadece romantik duyguları hatırlamak, ergenlik dönemlerinin hissiyatıyla sınırlamak yanlıştır. Elbette bu duygular şiire yansır ancak şiir bunlardan ibaret…

    Read More