UĞUR CANBOLAT
ÇEVRE kendisini inatçı olarak görürdü ama o bunu kasla kabul etmez “Ben inatçı değilim, dirayetliyim” derdi. Gerçekten öyleydi. İradesi tunçtan karılmış gibiydi. Kararından vazgeçirebilmek için ikna edilmesi gerekirdi. Bunun dışında hiçbir yaptırım onu verdiği bir karardan geri adım attıramazdı. İşte işin bu kısmı için belki inatçı denilebilirdi ama bu husus az çok herkes için geçerli değil mi zaten? Kim tahakkümle iş yapmak ister? Kim oluşturduğu bir kararı başkasının emriyle değiştirmeye razı gelir? Kim gerekçeleri açıklanmamış bir emri sorgusuz sualsiz yüklenir? Bu durumda akıl ıskartaya çıkmaz mı? Kişilik örselenmiş sayılmaz mı? Hevesler, hayaller, ümitler rüzgâra verilmiş sayılmaz mı? Aynen öyle. Cevabı mantıkla üretilmemiş soruların yükünü kimse almak istemez.
Güldane de işte o yürekli kişilerdendi. İkna olduğu, inandığı mevzularda dağları azimle delebilirdi ama inanmadığı, kanaat getirmediği hiçbir işe de girmezdi. Güldane’yi Güldane yapan da zaten buydu.
…
BİLGE bir babası vardı. Bir iş yapılacağı zaman önce gerekçesini anlatırdı. Sebep sonuç ilişkisini kurardı. Ahlaki temellendirmesini yapardı. Kendilerine ve başkalarına getireceği yararı esas alırdı. Umumi fayda barındırmayan malayani şeylerden uzak durur başkalarının da böyle yapmasını dilerdi. Ömür sermayesi emanetti ona göre. Günün yirmi dört saatini yirmi dört altın olarak düşünür ve nereye sarf edilmesi gerektiğini dile getirir ilahi rızaya taşımayacak iş ve eylemlerden uzak dururdu. Zira bu sermayeyi eritmenin, boşa harcamanın, kediye yüklemenin mesuliyet getireceğini bilirdi. Hesabını veremeyeceği eylemlere yönelmezdi. Hesap verebilirliği hayatının ana esası sayardı.
Güldane onun kızıydı. Babasının ilim ve irfan tezgâhından geçmişti. Muhabbetle yoğrulmuştu. Onun gönlü ancak sevgiye razı gelirdi. İyiliğe, hayra mutabakat sağlardı. İnandığına fedakârlıkta sınır tanımaz kendisini adardı ama ikna olup inanmazsa güven açığı yaşadığı için kararlılığı öne çıkar, karşısına dikilir ve asla gerim adım atmazdı.
…
ACELECİ değildi Güldane…
Sabır eşiği yüksekti. Beklemesini bilirdi. Zordu elbette ama bunun kişiyi olgunlaştırdığına inanırdı. “Güneşe sabretmeyen üzüm koruk kalır, ballanmaz” derdi. Prensibi buydu. Madem hayattan muradımız olgunlaşmaktır o zaman güneşe çıkacaksın, yağmurda ıslanacaksın, rüzgâr bazen dalını kıracak mızmızlanmayacaksın, toprağa düşecek çamura bulanacaksın. Hepsi olacak bunların ve sen sabrettiğinde, aktif olarak bunlara karşı direncini ortaya koyduğunda her ne olunacaksa o olacaktı ona göre. Hem de en âlâ şekilde. Onun için telaşeye kapılmaz her şeyi tane tane düşünür, bir bir hesap ederdi. Sonrası zaten gayrete kalmıştı.
…
ATALARINDAN kalma kütüphaneleri göz doldurur seviyedeydi. Kendisi de bunlara gömülürdü günlük işlerden sair zamanlarda. Eski yazı kitapları da biraz zorlansa bile okurdu. Anlamadığı yerleri not eder babasıyla bunun muhabbetini açar sohbetini yaparlardı. Nadiren olsa bile ikisinin de tıkandığı bir mesele olmuşsa artık dedenin kapısının çalınma vakti gelmiş demekti k, bu bir nevi cenneti solumak gibiydi.
Dedesi Çelebi Efendi ehl-i kalp biriydi. Normal zamanlarda az konuşur çok düşünürdü ama kendisine bir mesele sorulmak için gelinmişse bunu ciddiye alır konuyu tüm ayrıntılarıyla ele alır hiçbir detayı atlamazdı. Torununun gözlerinden ikna olup olmadığına arada bir bakar tatmin hissi oluşmamışsa konuyu başka veçheleriyle anlatmayı keyifle sürdürürdü.
Buna alışmış olan Güldane elbette başkalarının yalap şap anlattıklarından doyuma ulaşamazdı. Her ne kadar ağırbaşlı bir yapısı olsa da insanların vâkıf olmadıkları meseleleri uzmanıymış gibi anlatmalarına, esip savurmalarına hafiften öfkelenirdi. “Dibini bilmediği kuyudan su çektiğini söylüyorsun” der dinlemeye değer görmezdi.
…
DEDESİ göçünce hayata tutunma zorluğu yaşamıştı Güldane. Aslında babası da aynı vaziyetteydi ama durumu idare etmeye çalışıyordu. Artık ne kadar muvaffak olabilirse… Alışma evresinde arada bir atalardan kalma kaysı bahçelerine gider, ulu olanının altına yaygılarını serer önce uzunca bir sessizlik devresi yaşarlardı. Ardından söz sükût etmekten vazgeçer kalpte harlanıp lisana gelmeye başlardı. Biri görse etraflarında yüzlerce talebe, binlerce talip derviş varmış gibi onlara sohbet ediyor zannedebilirdi. Öyle güzel, öyle hararetli ve öyle akışkandı.
Baba kızın bu kadar derin ve ateşin sohbet edeni var mıdır cihanda bilinmez ama onlar çevrelerinde hiç rastlamamışlardı. Gün akşama kavuşuncaya kadar zamanın nasıl geçtiğini bilemezlerdi.
…
GÜLDANE az ilerideki derede bulunan eşmeden hem soğuk su getirmek hem de abdest tazelemek için gitmişti. Telaşesi yoktu. Tadını çıkarıyordu. Dolaysıyla dönüşü uzamıştı. Aheste aheste geri dönerken rüzgârın sır tutmayan müzevirliği neticesinde babasının nağmeli sesini duymaya başlamıştı. Adımlarını sessizce hızlandırdı ve arka tarafta büyücek bir kaysı ağacının arkasına tünedi. Babası gözyaşları eşliğinde şu türküyü havalandırıyordu:
“Gidene bak gidene, gidip de dönmeyene / Nasıl gönül vereyim kendini bilmeyene?
Sana yandım Güldaniyem
Evlerin kiremidin, sen beni sever miydin? / Sen beni sevmiş olsan, bırakıp gider miydin?
Sana yandım Güldaniyem”
…
TÜRKÜ bittiğinde arka taraftan gelen hıçkırık seslerini işitti. Demek Güldane sessizce gelmiş ve arkasına saklanmıştı. Yayına gitti ve sarıldı. Baba kız epeyce ağlaştılar. İçlerinde biriktirdikleri ne varsa gözlerinden yanaklarına saldılar. Göğsünün kalkıp inmesi azalınca kalbinin ferahladığını anladığı kızına “Bu senin türkün kızım” diyebildi sadece. Güldane “Biliyorum” dedi. “Dedem de sen dahil hiç kimsenin olmadığı bir vakit yakalayınca beni dizinin dibinde oturtup adımı dua eder gibi “Güldaniyem” biçiminde söyleyerek ardından bunu okurdu. Ben herkes için Güldane olsam da dedeciğim için Güldaniyem’dim. İkimizin arasında sırdı. Sen nereden biliyorsun?”
Babası “Kızım sekerattan önce babam kulağına eğilmemi istedi ve bunu emanet etti. Artık benden dinleyeceksin” demişti.
Artık babası da adını dua eder gibi söylüyordu. O hem dedesinin hem babasının nazlı duasıydı.
Sevdiklerinin dilinden ismini bir niyaz gibi duymanın verdiği mutluluk elbette izahlara sığmaz. Cümleye nasip olsun inşallah.
Ya Selam!
06.08.2025