Toprak Şiirin Asli Unsurudur

Dost halkamızın mühim bir ferdi olarak zaman zaman karşılaşırdık. Ortak arkadaşlarımızla birlikte “Muhabbet Bağı”na gelmişliği ve birlikte türkülere ses olmuşluğumuz da mevcut. Son İstanbul ziyaretindeyse kendisi ve şair Şakir Kurtulmuş ile hayatın kavruk ve heyecanlı temsilcilerinden Murat Ercan Sivasi’nin organizasyonuyla gece deniz eşliğinde muhabbetle mayalandık. O söyledi biz dinledik. Bu sohbet sırasında bahçe ve şiir gündem oldu. Beni de şiir ile toprağın ilişkisine dair bir merak aldı ki, sormayın.

Eğitimci yazar ve şair Kadir Ünal ile sizler için eğitim, dergi, şiir, şair ve toprak üzerine söyleştik.

UĞUR CANBOLAT

———————–

Eğitimciliğiniz mi önde, şairliğiniz mi ya da birbirini nasıl besliyor?

-Bunun cevabını öğrencilerle okuyuculardan almak lazım. Hangisinde insanların kalbine dokunma söz konusu olabiliyorsa o öndedir. Öğretmen olmadan önce de yazıyordum, şiir söylemeye başlamadan önce de öğretmendim ben. Sözü güzel söyleme anlamında şiirim öğretmenliğimi, alanım gereği literatürü takip etmem gerektiği için de öğretmenliğim şiirimi besliyor. Öğretmen de, şair de kesintisiz bir okuma etkinliği içinde olmak zorundadır kanaatimce.

Şiir susmamanın sesi mi yoksa uzun bir suskunluğun sese gelmiş kelimeleri mi?

-Şair sadece kendi derdini dile getirmez. O susanların, sessiz yığınların sesidir. Böyle olmasa şiir söylemek için pek az sebep kalır. Şair yüksek farkındalık sahibi duyarlı insandır. Elbette insanlara kendi derdinden söz etmez sadece.

İlk dizelerin tınısı ne zaman kalbinizde duyuldu?

-İlk dizeler ilkokuldayken Âşık Veysel’in bir türküsünü hiçbir yerden dinlemeden, duymadan kendimce besteleyip sene sonu etkinliğinde türkü olarak sahnede söylememle duyuldu. Kendimce ben de bunun gibi sözler yazabilirim dedim ve türkülere özenip yazmaya başladım. Yani ilk badeyi Veysel’in elinden içtim. Sonra ortaokulu okumak üzere İstanbul’a gelişle birlikte gurbetin acısını türkülerde bir kez daha bir kez daha duymaya başladım: Mektup selam söyle benden sılaya…

Sonra o türkülerde sözü edilen sevgililer, ayrılıklar, kavuşamamalar, çaresizlikler, hep geçit vermeyen dağların ardındaki sıla, uykusuz geçen geceler, dökülen gözyaşları, yastıkla başlayan düşmanlık, kendini sokağa atmalar, günah korkusuyla isyan edememem ve bunun verdiği sıkıntı. Neyi, nasıl söyleyeceğini bir anlamda türkülerden öğreniyorsunuz.

Bahaneniz türküler oldu sanki…

-Evet, ama şiir söylemenin bahanesi olan cinsi latif olmasa ben de şiir yazamazdım. Bir bakış, bir gülüş, ergenlik çağında aklınızı başınızdan alıyor. Neyi nasıl söyleyeceğinizi bilemiyorsunuz. Hissettiklerinizi en etkili biçimde ifade etmenin aracı olarak şiiri keşfediyorsunuz. “Sen ve Ben” başlıklı ilk metinler dökülmeye başlıyor. Giderek çocukça buluyorsunuz yazdıklarınızı ve şairler okunmak için sıraya giriyor.

Şairler için duygu insanı denir. Siz de durum nedir, şiirlerinizin ne kadarı duygu temelli ne kadarı hayatın gerçeği ve kelimelerin matematiğine dayanıyor?

-Başkalarının derdiyle dertlenebilen insanlar içinden çıkar şairler. Duygusuz birinin şiir yazmasının pek mümkün olacağı kanaatinde değilim. Şiirlerimin tamamı duygu temellidir. Ya yazarken ya da yazdıktan sonra gözlerim ıslanmazsa o metni şiir diye okuyucu önüne sürmem. Şiir ağacının gıdası genellikle acıdır. Yaşanılan hayatta hiçbir yer ne güllük gülistanlık ne de süt liman. Bu durumda elbette yaşanılan hayatla irtibatlı olmak durumundadır.  Kelimelerin matematiğine gelince; her edebi metnin matematiksel bir tarafı vardır ancak matematik duygusuzdur. Neyi nasıl yahut insanların kalbindeki rikkati uyandırmanın yolu şiirden geçer. Şiirin malzemesinin sadece kelimeler olduğunu da düşünmüyorum. Şiirin okuyanda uyandırması gereken hisler başka edebi türlerle de hatta başka sanat dallarıyla da mümkündür. Eğer ne söyleyeceğinizi biliyorsanız taş da toprak da, demir de size nasıl söyleyeceğiniz konusunda yardımcı olur. Şiir serazat bir kelime mühendisliğidir.

Dergi size göre şairin nesi olur?

-Dergiler sadece şairler için değil bütün yazanların ilk görücüye çıktığı meydanlardır, hamamlar ya da düğün yerleridir. Her yazanın istikrarının, dayanıklılığının, üretkenliğinin ölçüldüğü, takdir edildiği yerlerdir. Farklı türleri aynı anda bünyesinde barındıran bir çarşıdır, pazardır.

Şairler eskiden dergilerde okurun tartısına çıkar denilirdi belirttiğiniz gibi. Aynı durum geçerli mi hâlen?

-Yıllar önce Yaşar Kaplan merhumun çıkardığı Aylık derginin şiir özel sayısında Yavuz Bülent Bakiler şöyle diyordu: “Liseli Bir Kız Sevdim” başlıklı şiirim dergide çıktığı gün okuyucular bizzat benim okumamı istediler. O gün akşama kadar telefonda o şiiri okudum demişti. Bundan ala tartı mı olur? Beni şiir gönderdiğim derginin editörlerinden arayanlar oldu, hatta birisi “kendini neden bu kadar gizliyorsun” demişti.

Aydos dergisini bir süre yönettiniz. Burada eğitimci yanınız mı şair kimliğiniz mi ağır bastı? Editörlük nasıl bir uğraştır, biraz bilgi verebilir misiniz? Editörlüğün semeresi nedir?

-Her dergi bir okul olmak iktiza eder. Aydos böyle bir dergiydi. Bu bakımdan ilk önce atölye dergisi olması bakımından yöneticinin de eğitimci gibi davranması icap eder.  Sadece şair kimliğim değil, yazı hayatına önce karikatürle ve desen çizerek hatta mizahi fıkra üreterek başladım lise yıllarımda. Daha sonra öyküler yazdım. Fakat şiirin cazibesinden kurtulamadım. Editörlük zevkli, bir o kadar sıkıntılı ve kaygılandırıcı bir iş. Kılı kırk yaracak ama yazanı incitmeyeceksiniz. Bu da bir hayli stres yüklenmeye sebep oluyor. Ama en başta samimi olmanız, neye hizmet ettiğinizi biliyor olmanız gerekir. Yaptığınız işin takdiri okuyucuya ve yazana kalmıştır. Zira siz istemeden yazı gönderiliyorsa kaygılarınızın yerini mutluluk alır. Hamdolsun bu mutluluğu yaşadım nice endişelerden sonra. Atölye dergisi olarak yola çıkan Aydos “Türk Dünyası Edebiyatları” özel sayısıyla ulusal bir yayın organı olmanın ötesine geçti ve ESKADER tarafından ödüllendirildi. Editörlüğün semeresi her ay yeni bir eser sahibi olmak yahut bu eserin doğuşunda bizzat görev almanın mutluluğudur.

İstanbul’dan memleketiniz Amasya’ya dönüşünüzde şiirin etkisi var mı?

-Şöyle de söylemek mümkün: Şiirim İstanbul’da olgunlaştı ve şiir oldu. Amasya’ya geldikten sonra ise beşinci kitabım çıktı. İstanbul ile Amasya arasında bir fark yok benim için. Çünkü ikisi de gurbet bana. Nerde olsam diğer tarafta sevdiklerim var, onların özlemi var. O özlemdir ki şiir söylemenin esbabından biridir.

Şiirin kentle nasıl bir dâvâsı vardır, sever mi kaçar mı mesela?

-Kentler insanyoğun iskân alanları olduğu için sorunlar orada daha yoğundur.  O sorunların ifade etmenin bir yolu da şiir olduğuna ve söylenen şiirin okuyucuya ulaşmasında kentler daha etkili olduğundan sever demek durumundayım.

Dört ana unsurdan birisi olan toprak ile şirin nasıl irtibatı var mı sizce?

-Toprak şiir yazma araçlarından biridir. İnsan topraktan yaratıldığına göre, toprak şiirin asli unsurudur. Mütevazılığı öğütleyen toprağı dinlemek durumundayız. Söylerken şair ölür toprağa girer,  söyledikleriyle toprak şiire girer şeklinde bir düstur edindim.

Toprak şiire mi daha çok fidanlık eder hikâyeye mi?

-O her şeye fidanlık eder.  Biri için söylenen diğeri hatta diğerleri için de doğrudur. Zira o zemin üzerinde bulunuyor insan da ürettikleri de.

Bahçe ile meşgul olduğunuzu biliyorum. Bu şiire etki ediyor mu ya da nasıl ediyor?

-Olumsuz bir etkisi olmadı. Tam tersine bu yıl bahçe işleri başladıktan sonra çok sevdiğim bir arkadaşla şöyle mükâlememiz oldu.  Ben onca yorgunluğuma rağmen sana her gün bir şiir yazıp göndereceğim dedim. Bir şartla ki sen de yazdıklarını bana göndereceksin. Her gün şiir yazıp yazamayacağım konusunda tereddütleri vardı. Onu izale ettim. O da bana yazdıklarının bir kısmını gönderdi ve karşılıklı olarak yazma arzusu sürekli hale geldi.

Biz köylü çocuğu olarak yüreğimiz türkülerle devinir. Girişte belirtiğiniz gibi sizin türkülerle aranızın iyi olmasının sebebi nedir?

-Doğal olarak türkülerin içine doğmak. Türkülerdeki sade, sıcak, samimi ve hisli söyleyiş adamı nasıl cazibesi altına almaz ki. Çünkü o türkülerdir ki şiirin de şairin de yaslandığı yerdir.

 Şiirin doğuş öncesi veya sonrasında hangi türküler gelip kalbinize konar?

-Zamana, duruma göre değişiyor bu. Derdimiz de sevincimiz de türküler aracılığıyla yapmacıklığa başvurulmadan dile getirilmiştir. Türküleri sevmek sıcak ekmeğin arasına helva koyup yemek gibidir. Ya yoksa o zaman türkü dinler, ağlarsınız. İçinizin zehrinden arınırsınız. Ya da ilgilileri uyarmanın bir yolu olması sebebiyle istidanızı iletmiş olursunuz. Dinlediğiniz bir türkü bazen sizi tetikler ya da ağlattığı için rahatlarsınız. Rahatsızlığınız geçmezse işte o zaman kalemi elinize alırsınız. Dertlendirir türkü sizi. Aşk ağlatır, dert söyletir demiş eskiler. Size de şiir söyletir.  Bazen de dinlediğiniz türküden dolayı ‘şairliğinizden utanırsınız.’

Şiir bir fiyaka işi midir yoksa dertle hemdem olmanın hasılası mı?

-Birileri için fiyaka yapma sebebi olabilir ama benim için daha çok bir sorumluluk işidir. Dolayısıyla dertlilerin hemderdi olmanın bir hasılasıdır. İnsan nereye kadar ben, ben diyebilir ki?

Şairin kalbinden şiirin çıkması alev midir yoksa alevin söndürülmesi mi?

-Şiir suda da yanan bir ateştir. Grejuvadır o. Bu sebeple hemen bir iki şiir söyleyince kalpteki ateş sönüyorsa o kişi azıksız yola çıkmış ya da başka türlü azıklanıyordur. Bende bu durum geçicidir. Bir şiiri söyledikten sonra bu söylediğim son şiir gibi gelir. Ama sorumluluk sahibi olmak insanı öfkeli de kılıyor. Yeni bir şiir söyleyinceye kadar ateş sönmüş gibi zannedilebilir. Ah o gizli ateş, nelere kadirdir o.

Şiirlerinizi genel bir tasnife tabi tutacak olsanız olup bitenlere olan öfkenizin ne kadarını teşkil eder?

-Pek azını demek durumundayım ne yazık ki. Çünkü her şeyi söylemek mümkün değil.  Böyle bir durum da söz konusu olamaz. Çünkü ne dert bitiyor, ne öfke, ne söz. Öfkesiz şiir de yavan olur diye düşünüyorum.

Şiir için bir direniş manifestosu diyebilir miyiz?

-Evet. Özellikle öfkeyle yazılan her şiir okuyanı diri tutan bir direniş manifestosudur. Öyle olmasa şiir söylemeye gerek kalmaz. Çünkü şiirin okuyanda oluşturacağı bilinç yanında şiir söylemeye sebep olanlara da duyurulmuş olması onu bir manifesto kılar.

İsminizi merhum hikâyecimiz Recep Seyhan ile ansam dilinize hangi kelimeler misafir olur?

-Önce Allah rahmet eylesin diyeyim. İlk ciddi yol gösterenimdir. Recep Seyhan öğretmen olmasının yanında kalbe dokunmasını da bilen merhametli bir adamdı. Tenkit ederken nazik, överken ölçülü davranırdı. Beğendiği bir iş karşısında muhatabını gönendirmeyi iyi bilirdi. Bir keresinde şiirlerimle ilgili bir yazı yazmasını istedim. Yazdı. Ama ben biraz derinlikli bir yazı imasında bulununca bana ‘keşke şiirlerindeki derinliği kavrayabilseydim ‘ mealinde ölçüyü kaçıran bir sözle beni kıvandırdı. Israrla hikâyeye dönmemi istedi ama daha önce de dediğim gibi şiirin cazibesine yenik düştüm. Şunu ilave etmeme izin verin; Recep Seyhan’ın edebiyatımızda müstesna bir yeri vardır. Eserlerinin sinematografik ve aynı zamanda çok katmanlı okumalara müsait olması kanaatimce en belirgin özelliğidir. Saliç adlı öyküsü kısa film yapıldı.

Şiir şairi tecrit mi eder yoksa o cendereden bir menfez bulup tahliye mi eder?

-Bazen tecrit eder. Söylediklerinizin anlaşılmasını istersiniz. Ya da sert söylemişsinizdir, ister istemez tecrit olursunuz. Zülfü yâre dokunmadan ya da kılıcınızı keçeye sarıp yola çıktıysanız popüler de olursunuz. Yahut öfkeli kalabalıkların sesi olursunuz o zaman tahliye gerçekleşebilir. Yani söylenmesi gerekeni söylemiş olmanın rahatlığı içinde nizamiye kapısı açılabilir.

Sosyal medyada şiir olmadığı halde yayınlanan şiirimsi ürünler için ne düşünüyorsunuz?

-Başka ne yapabilir ki müteşairler? Öncelikle gökten ne yağdı da yer kabul etmedi derim.  Ama cümlenin malumudur ki sosyal medya bilgi kirliliği, ses ve görüntü kirliliğiyle mebzul miktarda insanın ilgisini çekmeye devam ediyor. Ancak bu durum sadece sosyal medya için değil, yazılı basılı yayın organları için de geçerlidir. Editörler bu durumda ince eleyip sık dokumak zorundadırlar. Zira dergilerin işlevine aykırı hareket etme lüksleri yoktur. Bu işin sorumluluğu sanıldığından daha ağırdır. Bu arada münekkidlerimiz de sorumluluk altındadırlar. Yoksa çer-çöp içerisinde şiir aramak zorunda kalacağız.

Son olarak memleketinize avdet etmeniz bize yeni şiir kitapları hediye etmenize vesile olacak mı?

-Evet.  Altıncı kitabın müjdesini verebilirim. Hatta yedinciye de başladım diyebilirim.

ŞAİR KADİR ÜNAL KİMDİR?

1961 Amasya – Taşova doğumlu.  Evli 6 çocuk babası. Kızılırmak, Martı, Muştu, Edebi Pankart, Aylık Dergi, İzdiham, Yedi İklim, Türk Edebiyatı, Aydos, Dil ve Edebiyat, Mahur Beste ile Birnokta, Karayılkı, Yitiksöz gibi dergilerde yazdı. Eğitimci olan şairin Fena Halde İyiyim, Siyah Kuğu, Tecrit Notları, Dünyanın Bütün Irmakları, Susma Dersleri adlı kitapları bulunmaktadır.

06.08.2025

https://www.istiklal.com.tr/toprak-siirin-asli-unsurudur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir