UĞUR CANBOLAT
YARALANMIŞ tedirgin bir kuştan farksızdı.
Dünyaya gelmeden altı ay önce babasını elim bir trafik kazasında kaybeden minik çocuk annesinin yüzünü de ne yazık ki doğum sırasında göçtüğünden görememişti. Gerçekten yaralıydı. Şahit olanlar bakış biçiminden “İki ebeveynini de kaybettiğini biliyor gibiydi” yorumunu yapmışlardı. Ağlamaya bile tenezzül etmeyecek kadar kırılmıştı. İncinmiş olmanın en derini, hayatın kenarında yaşama başlamanın ilk nefesleri gibiydi durumu.
Bu öylesine bir yaralanmaydı ki, ne verilse telafi edilemezdi. Öksüz ve yetimliği cemederek hayata başlamak elbette hiç kolay değildi. Mecruh olmak demekti.
Dedesi sorumluluğunu üstlendi. Himayesine aldı. İsmini kulağına Sema olarak okudu. Kendisini Mecruh Sema şeklinde ünlüyordu. Aslında kimseler bunun ne demek olduğunu bilmiyordu. Kafa kağıdında ismi sadece Sema olarak yer alıyor olsa da zamanla herkes ona Mecruh Sema şeklinde seslendi. İlerleyen zamanlarda dedesi sadece Mecruh demekle yetinmeye başlamıştı.
…
BURADA esasen bir transfer vardı.
İncinen, kırılan, gücenen, kalbi dağlanan, zaman zaman kurban psikolojisini benimseyen Sema değil, kendisiydi. Torununun aynasında kendi şahsına sesleniyordu belli ki… Mecruh hisseden bizzat kendisiydi ama bunu onun üzerinden yansıtmayı âdet hâline getirmişti. Yani mecruh olan dedeydi.
…
SEMA görünmez bir sihirbaz gibiydi. Tebessümüyle çözmeyeceği bir mesele yoktu. Üstesinden gelemeyip altında kalarak ezildiği hiçbir olay olmamıştı. Her konuda muhakkak makul bir çıkış rotası buluyordu.
İnançlıydı Sema. Allah’tan ve Efendimizden sonra kendisine inanıyordu. Potansiyelinin farkındaydı ve bunu doğru yöntemlerle mücadele ederek açığa çıkarıyordu. Sıcak kanlılığı işe yarıyordu. Kendisinde mevcut olan gurura kaçmasına izin vermediği sağlam özgüveni ona aynı zamanda tutku katıyordu. Bu ise ele aldığı mevzuya muhteşem bir odaklanmaya vesile olduğundan problemleri çözmeden bırakmıyordu. Muhatabını ikna etmek hususunda da karşı tarafa baskı uyguluyor hissi uyandırmadan sonuca ulaşıyordu. Eş duyum dediğimiz empati yeteneği güçlü olduğundan muhatabının ilgili meselede ne hissedeceğini hesaba katıyor bu ölçüleri taşmadan fikrini güçlü biçimde sunuyordu. Başarısının sırrı buydu.
Hayallerinde elbette o da başkaları gibi kırıklıklar yaşadı. Ümitlerinin suya düştüğü vakitler oldu. Kendiyle yüzleştiği iniş çıkışları hiç de az değildi. Ama yüzleşmeyi bildi. Gerçeklerden sapmamayı ilke bellediğinden merkezlenebildi ve netice kendisinin hayrına oldu.
…
AŞK insanıydı Sema. Tutkuluydu. Hemen harekete geçmemeyi, ölçüp biçmeyi, sebep sonuç ilişkisini dikkate almayı önemsiyor bir süre konuyu dinlendirip soğutuyor ama kararını verdikten sonra ölümüne seviyordu. Sanatçının “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” cümlesi âdeta onun için söylenmişti. Yaşamayı seviyordu. Neşeli olmayı önemsiyordu. Ölçülerine uygun eğlenmeyi de başarıyordu. Hayatın tüm ayrıntılarını öngörerek planlar yapıyordu. Riskleri hesap etmeden yola çıkmıyordu. Hem kendisine hem de yaşadığı olaylara geriye çekilip dışarıdan bakmayı prensip haline getirmişti. Kriteri objektif olmaktı.
…
AŞKINDA yanılgıya düşmüştü. Her şeyi hesap eden, öngören, tersinden yürüyerek riskleri hesap eden Sema aşk mevzusunda bunu yapamamıştı. Delice sevmişti ama bu sevgi onu deliye de çevirmişti.
Evcimendi. Yuvasını önemsiyordu. Kalbe giden yollardan birisinin mutfaktan geçtiğini fark edenlerdendi. Elinin lezzeti meşhurdu. Eşinin canının ne istediğini sabahtan hisseder akşam en leziz haliyle muhteşem bir sofra kurarak en cazip şekilde sunardı.
Ama olmayınca olmuyordu işte. Aşkta yenilmişti. Tek taraflı bir sevdanın gönüllü mahkumiyetine razı gelmişti. Dedesinin öngörüsü burada isabet etmişti. Aşkta mecruhtu Sema. Kırılmıştı. Tüm tutkusuna rağmen sevilmemenin, bunca emeğe bir kıymık miktarınca bile karşılık bulamamanın incinmiş ruhunu gezdiriyordu beden sandukasında. Oysa özgürlüğünden bile fedakârlık etmişti. Uykuyla arası olmadığından çalışıp ev ekonomisine hatırı sayılır katkı yapıyordu. Almaması gereken sorumlulukları bile alarak eşine ciddi oranda konfor sağlıyordu. Çekinik olduğu konularda ona cesaret verip yönlendiriyor ve sonuna kadar da ne pahasına olursa olsun arkasında dağ gibi duruyordu. Tüm bunlarla birlikte üçü erkek ikisi kız olmak üzere beş evladı dünyaya getirip büyüterek hayata katmak bu zamanda hiç kolay değildi. O, bunu başaranlardandı.
…
GERİYE dönük yargılamalar yapmaya başladı.
Çok incinmişti. Saçlarının ucu bile pay almıştı bundan. Gözlerinden yanaklarına doğru gecenin tenhalığında akan yaşların ağırlığının bin katı kadar kırılmışlığın yükü vardı.
Mecruh Sema idi işte. Dedesi isabet etmiş kendisi yanılmıştı. Hayatını böyle özetliyordu. Sorulduğunda “Ben dedemin isabetinin ve kendi isabetsizliğimin toplamıyım” diyordu.
…
GERİYE doğru önyargıda bulunan insanlar haklı bir gururun gölgesine sığınıp ne kadar doğru teşhiste bulunduklarını dile getirirler. Sürekli kendilerinin haklılıklarının görülmesini isterler. Ve her meselede “Ben bunu tahmin etmiştim, söylemiştim, öngörmüştüm” cümlesini kurmaktan orgazmik bir haz alırlar. Ama bu durum onda tam tersiydi. Yakınmalara yakalanıyordu. Nasıl anlayamadığını, hesap edemediğini, isabet gösteremediğini, teşhiste yanıldığını dile getiriyor ve çokça yazıklanıyordu.
Tersinden geriye dönük bir önyargının pençesine yakalanmıştı ki, tarifi imkânsız. Eğer imanı kalbine yoldaş olmamış olsa hayatın bu ağır yükünü asla taşıyamaz, çoktan pes ederdi.
Elbette bu psikolojik bir olgudur. Sarsıcı bir yaşam olayıdır. Baş etmesi ise hiç kolay değildir. Çıkış ise sağlam işleyen bir akıl, doğru hisseden bir kalp, yılmayan bir ruh ve bunların vahiyden sahih istifade etmesi ile ulaşılan neticeden sonra gerekiyorsa destek almaktır.
Hepimizin belirli oranda kırgınlıkları, incinmeleri var. Mecruh hallerimiz mevcut yani.
“Yaşamak yaralanmaktır” diyen üstat Cemil Meriç haklı galiba.
Ya Selam!
25.08.2025