Dostların Şeytani İstihbarat Merakı

UĞUR CANBOLAT

METAFİZİK istihbarattan bahsedecek değilim. Cinlerin, şeytanların, ruhların ve medyumların içine karıştığı söylenen öylesi bir duruma girmek bizim işimiz değil. Ancak pek çoğunuzun belki de başına gelen bir başka şeytani istihbarattan söz açmak istiyorum. Diğerinden farklı olarak burada istihbaratı şeytan değil dostlar yapıyorlar. Ancak unutmamamız gereken husus şeytanın körüklemesi ve yönlendirmesi neticesinde gerçekleştiğini bir kenara not etmeliyiz. Hırsın, hasedin ve kıskançlığın kişiyi kendi azgın atına bindirmesi yetiyor bunun için…

İRTİBATIMI kesmek zorunda kaldığım bir dostum vardı.

Babasını, annesini kız ve erkek kardeşlerini kısacası tüm ailesini tanırdım. Yakından daha yakın bir ilişkimiz vardı. Aynı tabakta çorbaya birlikte kaşık salladığımız hiç az değildi. Geceler boyu muhabbetin demini tutmamız, uzun yolculuklara çıkmamız çok keyifliydi ve ikimize de iyi gelir sağaltırdı. Aynı manevi sofradan besleniyor olmamız da ilişkimizi pekiştirirdi.

Adı başka olmasına karşın kendisine “Yücel Baba” diye hitap ederdim. Yaşı benden büyük olduğu için hoşuna giderdi. Eğleşir, muzipçe gülüşür dertleri birlikte denize dökerdik.

YÜCEL ismi yücelmeyi işaret ettiğinden manevi değerleri simgeliyordu. Ahlaki duruşun ve demir leblebi gibi şeytana kapalı sert bir yapıya sahip olmayı işaret ettiğinden bir nevi kendimize hedef koyup istikamet çiziyorduk. Gönüllü iyilikler ve yüksek ideallerin izini sürüyorduk. Saygıdeğer olmak için saygı göstermenin şart olduğunun farkında olarak kendimizi yenilemeye çalışıyor, yeni dostlar ediniyor ve onlarla gönlümüzü gani kılmaya gayret ediyorduk. Temel ilkemiz nezaketti. Hayatın içinde sevecen bir içtenlikle var olmaya çalışıyorduk. Birbirini dinleyip anlama, yeni öğrenilen bilgileri paylaşma ve ortak bir tefekkür geliştirme ana emelimizdi.

Sabitelerimize bağlıydık. Dünyevilikten ise bağımsızdık. En azından böyle olmaya çalışıyorduk. Kendimizi sorgulamalara tabi tutuyor yanlış bilgi yüklerinden kurtulup vahye sabitlenmeye gayret ediyorduk. Zekâmızı geliştirmek, aklımızı aktif tutmak ve kalbimizi işlettirmek gibi üç ayaklı bir plan uyguluyorduk. Cesur ve kararlılık gerektiren bu eylem sebebiyle başımız çevre tarafından sıkça ağrıtılıyordu ancak birlikte kovmayı başarıyorduk.

Ama…

Ne kadar iyi niyet ve sebatlı gayrete kendimizi akortlarmış olsak bile şeytanın hırs ve haset damarımızı kaşıyarak kıskançlığa düşürmesi kimi zaman bunların tümünü tersyüz edebiliyordu. Elbette ilk yıkılışlarımızla hüküm vermedik. Kısa serinlikler yaşansa da aramızda yeniden dostluğu tesis etmeyi başarıyorduk. Ancak bu kötücül duygular bir kere içeriye sızdığı zaman sonra başka yollardan yine içeriye sirayet edebiliyordu. Tekrarlar üçü aştığında artık uzaklaşmaktan başka çare kalmıyordu. Bizim de payımıza bu düştü. Eski günlerin hatırını zedelememek için buna razı olduk çaresiz.

DOSTLARIN şeytani istihbarat zaafı oluşturmasına dikkat etmesi gerekir. Geçenlerde gençlik yıllarımdan itibaren bana ağabeylik yapan bir dostumla buna benzer bir mevzu gündemimize girince eskiyi derhatır ettim. Bu olgular elbette tümüyle eskide kalmış değil. Yenileri geliyor. Nefis ve şeytan sürekli farklı taktikler deniyor. Zayıf bulduğu bir anda ise hemen kişiyi ağına düşürüyor.

Oysa dostluk, dostuna karşı hep hayırhah olmayı icap ettiriyor. Dostunun günahlarını araştırmayı menediyor. Arkasından iz sürüp başkalarını bu hususta sorgulamayı yasaklıyor. Vehmin pençesine düşmemeyi emrediyor. Hayal ile hakikatin karıştırılmasını hoş görmüyor.

Ancak…

Yine de bu kapana kısılıyoruz.

TECESSÜS deniyor bu zayıflığa. Herhangi bir şeyin iç yüzünü araştırmak, gizli tarafını bulmak, kusurunu yakalamaya yönelik helal olmayan gereksiz bir merak olarak tarif ediliyor.

Tecessüs ve casuskelimesi aynı kökten. Şeytani istihbarat hevesi olarak tanımlayabiliriz bunu. 

Kötülükleri, kusurları, eksiklikleri bir dedektif gibi araştırmak veya başkası hakkında vehmettiklerini yani zanlarını doğrulamak maksadıyla eyleme geçmek şeklinde de düşünebiliriz. Oysa yüce kitabımız Hucurat Sûresinin on ikinci âyetinde bizleri bundan sakındırıyor ve müminin vasıflarından olmadığı açıklanıyor.

Sözün burasında hiss kökünden türeyen tahassüs kelimesini de atlamamalıyız. Gizli konuşulanları dinleme, kulak kabartma anlamına gelen bu kavramı da gündelik yaşayışımızda korunmak için ciddiye almalıyız. Zira bu da kalbimizi fesada uğrattığından yasaklanmıştır.

MİRAÇ edip yükselmek istiyorsak bu nevi negatif duygu, düşünce ve eylemlerden uzak kalmamız gerekiyor. Kendimizi kıskançlık, haset ve kötü zannın zindanından kurtarmamız zaruri.

Kolay mı, değil elbette. Ama bizler kendilik bilinci yolunda ilerlemek isteyenler değil miyiz? İmanımızı selamete taşımaktan vazgeçenlerden miyiz? Dostluk perdesi altında şeytani bir hilenin hilebazı olmayı kendimize yakıştıracak mıyız?

MERAK etmemiz gereken mühim ne kadar çok şey var oysa…

Aynı merakımızı vahye talebe olmakta neden kullanmıyoruz? Başkalarının ve dostlarımızın sosyal mecralardaki paylaşımlarına ve onları beğenenlerin kimler olduğuna ilişkin çabamızın ne kadarını kendi içsel dünyamızda iyi olmaya yöneltebiliyoruz?

Dostların şeytani istihbarat merakı yerini hayır dua ve iyi temenniler almalıdır. Suizan değil hüsnü zan esas alınmalıdır.

Başkalarının bu vartasını tespit ederken elbette kendimizi bu manevi hastalıktan vareste tutamayız. Tutmamalıyız. Yücelişimiz buna bağlı çünkü. O zaman haydi durmayalım, muhasebe vaktidir.

Ya Selam!

10.09.2025

https://www.istiklal.com.tr/dostlarin-seytani-istihbarat-meraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir