Türkülerle Kendimize Yolculuk

UĞUR CANBOLAT

NEŞET ERTAŞ favorilerinden biriydi Recep dedenin.

Onu dinlerken kendini bambaşka âlemler içinde seyran ederken bulurdu. Başkaları sadece neşelenmek anlamında düşünseler bile türküler onun için bundan ibaret değildi. O, türkülerle hayatın içinde gönül gezintisine çıkardı. Tarihin derinliklerinde dolaşır, kelimelerin içinde seyahat eder, kavramları ozanların dilinden devşirip kendi yüreğine ekerdi.

MÜZİĞİ seven böyle bir aileye doğmuştu.

Evlerinde radyonun sedası her daim duyulurken kimi ikindi vakitlerinde dedesinin gramofon ile efkâr yudumladığına şahit olurdu. Burada söylenenleri o minik yaşında anlamasa bile saçlarını bir o yana bir bu yana savurarak dinlemesi çocukluk günlerinin en güzel hatırası olarak hep yâdında kalmıştı.

Bu saç dansı hareketleri dedesinin dikkatinden kaçmazdı. Kendisine bir nazlanma olduğunu bildiğinden görmüyormuş gibi yaparak biraz uzamasını sağlar en sonunda “Gel bakalım kalbimin güzellik ecesi” diyerek çağırır ve sarıldıktan sonra dizine oturtarak parmaklarını tarak gibi yaparak uzun saçlarını tarardı. Melehat bundan çok hoşlanırdı. Dedesi “Namaz vakti geçecek” diye ara vermemiş olsa hiç kalkmak istemezdi.

İSMİNDE aile ihtilaf ediyordu.

Annesi ve babası kendisine Meliha derken dedesi ısrarla Melehat diye ünlerdi. Vaktiyle dedesinin kavuşamadığı platonik aşkıyla bağ kuranlar olsa da bu durum hiçbir zaman açıklığa kavuşmamıştı. Ayrıca erkek olsaydı da adı Melih olacaktı.

Yani; güzel, hoş, nazik, nazlı, zarafet, incelik gibi anlamları içinde barındıran bir isimden hiçbir şekilde kaçamayacaktı.

MELİHA derdim ben de kendisine.

İlkokula kayıtsız gittiğim ilk sene öğretmenimiz Veli Özaktürk bizi aynı sıraya oturtmuştu. Upuzun tel tel saçları vardı. Arada savururdu. Huylanıp “Yapma böyle” dedikçe inat eder beni sinir etmek için daha fazla yapardı. Uzaktan akrabamız olan annesi de çok güzel bir kadındı. Pürüzsüz cildi dikkatimi çekerdi o yaşta. İri gözlüydü. Bakışları insana sevgi ve güven telkin ederdi. Huzur ve sükûnet insanıydı. Dilinden duası eksik olmazdı. Başkasından kendine göre hoş bir dua işittiğindeyse “Acil âmin” derdi.

PRATİK bir yapısı vardı arkadaşımın. Benim uğraşıp didindiğim kimi konularda çok hızlı sonuç alırdı. Sonradan yaptığım tahlile göre analitik düşünürdü. O yaşta bile sebep sonuç ilişkisi kurduğunu şimdi anlayabiliyorum. Çok duyarlıydı. Yüzüm düştüğünde üzerime düşer, ilgisini yoğunlaştırır o kuyudan çıkarmadıkça da içi rahat etmezdi. Duygusal zekâsı yüksek olduğundan saklasanız bile ne düşündüğünüzü isabetle tahmin eder, ilişkisini bunun üzerinden kurardı. Empatik davranırdı. Kaç defa beni öğretmenin azarından kurtardığı olmuştu. Bu onun sıcak kanlı ve sevecen olduğunun kanıtıydı. Ama aynı zamanda sakindi. Dostluğu sadakatliydi.  Giyim kuşamından bir estetik anlayışa sahip olduğu da barizdi. Başkalarını taklit etmezdi. Kendisine mahsus özelliklerini öne çıkarırdı. Herkes ödevini karman çorman yaparken onunki bir sanat eserinden farksız olurdu.

BU sene köye gittiğimde uzun yıllar sonra yeniden karşılaştık. Muhabbeti harladık. Eski günleri hayırla anıp hatıraların üzerinden tek tek geçtik. Kardeşi Güneydoğu’da şehit düşmüştü. Birlikte kabristana geçerek niyazda bulunduk.

İki evladını büyütüp hayata hazırlarken kendisini de geliştirmiş. İnsanlara faydalı işler üretiyor. Çevresi tarafından seviliyormuş. Yaşadığı şehir olan Sivas’ta etrafında bir muhabbet halkası oluşmuş. Türküleri ihmal etmiyorlarmış.

TÜRKÜLER ihmal edilmemeli, evet. Bizde dostlarla her cuma akşamı yıllardır türküler etrafında halkalanıyoruz. Neşet Ertaş ustanın vefat yıldönümü olan şu günlerde bunu tekrar düşünmeli.

Türküleri ihmal etmek esasen kendimizi ihmal etmek olur. Kalbimizi korunaksız bırakmak olur. Ruhumuzun örselenmesine açık kapı bırakmaktan farksız bir durum bu. O sebeple hepimizin kendince içinden geçtiği dünya gaileleriyle boğuşurken türküler yanımızda olsun. Kederli anlarımızda, neşeli vakitlerimizde her daim heybemizde türküler bulunsun.

Ama ille de Neşet Ertaş

TÜRKÜLER dilimizin muhafızlarıdır. Kelime ve kavramların bekçiliğini yaparlar. Dil, edebiyat, tarih gibi milli zenginliklerimizin içinde seyahat ettirirler.

Türkülerle yolculuk aynı zamanda türkülere yolculuktur. Zenginliğimizi temin ederler. Kültürel kimliğimizle bizi tanıştırırlar. Millet olmanın şuuruna taşırlar. Bize kendimizi hatırlatırlar. Oluşlarımız ve yıkılışlarımıza ayna tutarlar. Duygularımızın farkına varmayı temin ettikleri gibi bunları kalıcı olarak ifade edebilmenin imkanlarını da sunarlar. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler, ona mutlaka türküler yoluyla gitmelidir” derken çok haklıdır. Zira bizler acılarımıza türküleri bir merhem gibi sararken sevinçlerimizin de gölgelendiren çadırı olurlar.

Arkadaşım “Türkülerle yolculuk ederken bir ekran tanınmışının Neşet Ertaş için ozan olmadığını söylediği haberi okunca üzüldüm” şeklindeki mesajı hatıralarımızı ve bu yazıyı tetikledi.

Herkesin değer ölçüsü kendinedir. Müktesebatı miktarı kadardır.

Bize göre Neşet Ertaş bu toprakların özü ve özetidir. Bozkırın tezenesidir. Gönlümüzün ozanıdır.

Türkülerle bizi kendimize yolculuğa çıkaran ustayı rahmet ve özlemle anarken çocukluğumuzda bizi türkülerle mayalayanları da şükranla yâd ediyorum. Arkadaşıma da vesile olduğu için teşekkürler.

Ya Selam!

https://www.istiklal.com.tr/yazarlar/turkulerle-kendimize-yolculuk-1064539h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir