UĞUR CANBOLAT
SABAH ezanından önce ayaklanır güzelce abdestini alır yollara düşerdi. Eşikten adımını atar atmaz kendisine hitaben “Yolum açık olsun” derdi.
Açık olmak demek aydınlık olmak demekti. Gün ve güneşli olmayı ifade ederdi. Ayağına taş değmemesi niyazını içerirdi. Yağmurun onu ıslatmaması, rüzgârın tenini üşütmemesi demekti.
Ayrıca en mühimi yırtıcı hayvanlara denk gelmemesi yani zarar görmemesi temennisiydi. Zarar görecek bir durumla karşılaşmamak aynı zamanda zarar verecek bir fiilin oluşmaması anlamına gelirdi. Ortak yaşamı paylaştığımız tüm varlıklarla ahenk içinde yaşamayı öngören bu dilek ilk anda çağrıştırdığı anlamlardan daha derin ve geniş bir muhtevayı içinde barındırıyordu.
…
BELİRLİ bir güzergahı yoktu. Gönlünün rotası ne yana işaret ederse o tarafa yönelir ve yürüdükçe yürürdü. “Yolların yürünerek aşınmayacağı” sözünü o söylememişti ama uygulaması ona aitti.
Ayrıca “İnsan ne yana yürürse yürüsün esasen kendine yürür” felsefesini benimserdi. Karada yollar var. Havada yollar var. Yer altı sularının da izlediği bir yol var.
Kuşların yok mu? Onların da bir yolu var. Her varlığın var…
Tüm bunlar ve daha bilmediğimiz nice yollarla beraber insanın “Kendinden kendine” yürüdüğü bir yol daha var.
Aklın yolu mesela.
Mantığın güzergahı misal.
Aklın istikameti örneğin.
Hislerin birikerek coşkuyla aktığı yollar yine…
Demek ki; “Yolum açık olsun” sıradan bir dua değildi. Analarımızın biz evlatlarını yolcularken “Yağına taş değmesin” sözü ne kadar nahif ve ne kadar içli bir niyazdır.
Anlaşılıyor ki; yollar hem dışımızda hem içimizde. Hüner dışımızdaki yolları içimizdeki yollarla birleştirerek ırmağı çoğaltmak ve ahenkle aynı doğru istikamete akıtabilmektir. Bu sebeple her sabah daha ilk adımını atmadan “Yolum açık olsun” diyerek kendine dua etmesi yabana atılabilecek bir davranış değildir.
…
TARİK yol demektir.
Târık ise şiddetle çarpan, vuran, gece gelen şey anlamına gelir. İrfan ehlinin “Gündüz kâr ile gece yâr ile” sözüyle birlikte düşündüğümüzde gecenin hüzünlü sessizliğinde kalbimize şiddetle vurup çarpan aşkın kıvılcımları sabah âşığı yollara düşürür. Kişi arzın düz veya kıvrımlı yollarında dolaştığını düşünürken aslında kendi gönlünün labirentlerinde sevdiğini bulup vuslat etmek ister.
Yoksa garip kalır. Gurbetin ayazında üşür. Ehlince malumdur ki, yârin olmadığı yer gurbet, yâriyle birlikte olamayan gariptir.
Bu sebeple yol da yolcu da yolculuk da kıymetlidir.
…
DEYİŞLERİMİZDE “Râh” olarak da geçer. Reh veya râh kelimesi Farsça’da yol demektir.
Fiziki yoldan ziyade aşk yolunda yürümeyi işaret eder. Mânâ yollarında yol göstericilere rehber denilmesi sırrını buradan alır. Yol kesiciye rehzen denildiği gibi yol bilen kılavuza da rehdân tâbir edilir.
Kültürümüzde yol alışlarımızın kadim arkadaşlarından olan atlara gösterilen ihtiram herkesçe bilinir. Zenginliktir ayrıca. Yârendir. Yoldaştır. Candır.
Yolu yormadan üzerindeki yolcusuna ahenkle yol aldıran atlara ise rahvân denilir.
…
HİKÂYEMİZİN kahramanı olan Reha amca; bu huzur bulma, selamete çıkma, özgürlüğünü serbestçe yaşama duasını sadece kendisiyle sınırlı tutmuyordu. Diğer varlıklara da gün içinde belki de yüzlerce defa “Yolun açık olsun” temennisinde bulunuyordu. Genellikle yaprak bitleri gibi zararlıları yiyerek bahçelere fayda sağlayan, kırmızı veya turuncu renkli, siyah noktalı küçük uğur böceğini çok seviyordu. Sürekli gelip işaret parmağına konmaları sebebiyle onların da kendisini sevdiğine inanıyordu. Parmağını hafifçe dudağına yaklaştırıp öpmeye çalışıyor, onlarla tadına doyulmaz sohbetlere girişiyordu. Sevildiklerini anlıyorlar ve sanki karşılık veriyorlardı. Bir süre sonra muhabbetini noktalayıp “Yolun açık olsun” diyerek onları teşekkürle uğurluyordu.
Kelebekler mesela… En sevdikleriydi. Onlarla da münasebeti aynıydı. Bugüne kadar “Yolun açık olsun” demediği hiç olmamıştı.
…
HAYIFLANIYORDU bazan. İnsanlar tabiat varlıklarına ve diğer canlılara karşı hunharca davranabiliyordu ama en çok kendi cinsine karşı gaddardı. Yıllarca sevmiş ve sevilmiş olanların, kuruyan bir göl gibi şu veya bu sebeple sevda suyunu çektiğinde muhatabını insanca uğurlayamayışına daha fazla tanık olmamak için yıllar önce gazete okumayı ve haber dinlemeyi bırakmıştı.
“İnsan kabul etmeyi bildiği kadar uğurlamayı da bilmeliydi” ona göre. Yaşananlara gölge düşürmemek bunu gerektirirdi. İnsanlık haysiyetinin ve aşkın kutsiyetinin icabı buydu. Kabuldeki nezaket ve incelik kadar uğurlamadaki rikkat de mühimdi. “Yolun açık olsun” denilebilseydi eğer bunca kadın cinayeti söz konusu olur muydu?
Elbette yapılması gereken her şey yapıldıktan ve verilmesi gereken uğraşlardan sonraki istenmeyen son aşama bu. Ama insanca ve sevdaya kahır yüklemeden, yan yollara sapmadan yapılmalıydı.
Hep Âşık Veysel dinler ve yollarda onun türkülerini terennüm ederdi Reha amca. Sebebini sorduğumda “O benim pîrim” demiş ve cümlesini kendisinden giden hanımının ayakkabısının altına gizlice altın koyduğu o meşhur öyküyü anlatarak “Âşık Baba, en güzel ‘Yolun açık olsun’ diyen adamdır” diyerek tamamlamıştı.
Sevda yoluna ve yolcusuna saygı, evvela kişinin kendisine ve yaşadıklarına saygı göstermesiyle başlıyordu demek ki…
“Yolun açık olsun” diyebilmek işte bu öz saygının mühim bir gereğiydi. Yoksa her şey bir alışverişten ibaret kalıyordu ki, bu, sevda kahramanı olmaktan uzak düşen “Aşk hırsızlığından” öte bir şey değildi.
Ya Selam!
20.10.2025