İlahi Aşkla Sema Etmek

İnsan aslında sürekli kendisini bulmak için sema eder. Geçişler yaşar. Dönüşümlere uğrar. Kendisine mahsus içindeki halis cevheri fark edip açığa çıkarıp işlemek için nice dar kapılardan geçer. Bu bir “Olma ve bulma” ameliyesidir. Aşka ulaşmak ve aşkla “Aşk ile” diyerek yola revan olmak için elbette bunlara razı gelmek gerekir. Gönüllülük esastır.

İşte bu konularda mesleği farklı olmasına rağmen ‘İlahi Aşkla Sema Etmek’ kitabının yazarı Semiha Sema Türköz ile siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için konuştuk.

UĞUR CANBOLAT

———————–

Kalbi nasıl tarif ediyorsunuz?

-Kalbi hangi düzlemde ele alırsak alalım, karşımıza daima dönüşümün merkezi olarak çıkar. Kelime anlamı itibarıyla da “değiştirmek”, “dönüştürmek”, “bir şeyin içini dışına çıkarmak”, “altını üstüne getirmek”, “tersine çevirmek” gibi manalar taşır ve tüm bu tanımlamaların hakkını layıkıyla yerine getirir. Nasıl ki bedendeki kalp, kanı deveran ettirerek yaşamın merkezini oluşturuyorsa, tasavvufi açıdan da kalp, duyguların dönüşüm merkezidir. Tasfiye edilmiş, arınmış, saf hale getirilmiş bir kalp bize şah damarımızdan daha yakın olan Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı haline gelir.

Kalbin gerçekten kalp olabilmesi için sahibinin birlik bilincine ulaşmasının önemi nedir?

-Kalp, ilahi ışığı taşıyan bir dönüşüm merkezi olduğuna göre aydınlık olmalı, apaydınlık… Aydınlık kalp, zanlardan, önyargılardan, öfkeden, nefretten, dürtüsel davranışlardan arınmış olan kalp değil midir?  Bu arınmanın başarılması ve dönüşümün başlatılması için ilk yapılması gereken şey bakış açımızı değiştirmek. Bir kalbin gerçekten kalp olabilmesi için sahibinin, birlik bilincine ulaşması gerekli. Bu bilinç, “ben ve öteki, ben ve evren ayrımı yoktur” farkındalığını getirir. Ego ve fani arzuların gölgesinden kurtulmuş bir kalp, ancak o zaman tam anlamıyla sevgiye, şefkate ve ilahi aşka açık hâle gelir. Birlik bilinci, kalbi evrensel uyumla senkronize eder. İnsan, kendi küçük benliğini aşarken, kalbi tüm varlığın ritmiyle atmaya başlar. Her nefeste, her düşüncede, her histe ilahi aşkın yumuşak dokunuşunu hisseder. Böyle bir kalpte sevgi, dar bir duygu olmaktan çıkar, yaşamın her zerresine, hatta evrenin en uzak köşelerine uzanan bir ışık hâline gelir. Kalp, birlik bilinciyle açıldığında dua ve aşk yalnızca bir ritüel veya söz olmaktan çıkar. Her adım, her bakış, her nefes birleşir.

Birlik bilinci denildiğinde tam olarak ne anlamamız gerekiyor?

-Birlik bilinci, insanın kendi benliğinin ötesine geçmesiyle başlar. Bu, sadece “her şey bir” demek değildir, insan, ego ve benlik saplantılarından arınarak, kendi küçük dünyasını bırakıp tüm varlıkla bir bütün hâline gelmeyi öğrenir. Artık kalp, yalnızca kendi arzularını ve kaygılarını düşünmez, her nefeste, her histe evrenin ritmiyle uyumlanır ve bütünün iyiliğini hisseder. Düşünceler, duygular ve eylemler, artık rastgele değil, evrensel düzenle uyumlu olarak akar. Bu uyum, kalbi açar, sevgiyi ve teslimiyeti besler, insan, artık aşkı yalnızca bir duygu olarak değil, varlığın kendisi hâline gelmiş olarak yaşar. Birlik bilincine ulaşmış bir kalp, yaşamın her zerresinde ilahi ışığı görür. Karşıdan yansıyanda da kendi içinde de Hakk’ı görür. Her anın içinde yaratıcıyı hisseder. Ego silinir, ayrılık illüzyonu kaybolur ve kalp, saf bir sevgi ve bilgelik kaynağı hâline gelir. Artık insan, sadece kendisi için değil, tüm varlık için atan bir kalbe sahiptir ve hayat, ilahi aşkın ve bütünün melodisiyle dolup taşar.

Tutulamayan kelimelerle mahcubiyet duygusunun arasında nasıl bir bağ var?

-Mahcubiyet, bir farkındalıktır. Özdeğerlendirme olarak da düşünülebilir. Kalpte olan ile dile dökülenin tutarlılığını, dile dökülemeyenin ise beden diline yansımasını ifade eder. Her kalbin bir taşıma kapasitesi, bir taşım noktası vardır. Tutulamayan kelimeler kalpte yoğun olarak hissedilen, kapasitesini zorlayan, taşmaya başlamış olan kelimelerdir. Artık söylenme zamanı gelmiş de geçiyor olan kelimeler de diyebiliriz. Tam da bu nedenle temiz olmalı kalp. İçinde biriktirdiklerine, sarıp sarmaladıklarına, sakladıklarına ihtimam göstermeli…

İnsanın duygu durum dalgalanmalarını “Deveran” olarak anlatıyorsunuz kitabınızda. Evrenin döngüsündeki deveranı nasıl okuyorsunuz?

– Bugün artık farkındalığı yüksek pek çok insanın kabul ettiği üzere, bilim ve tasavvuf birbiri ile örtüşüyor. Aynı döngüyü farklı yollardan anlatan iki ayrı yol olarak yorumlanıyor.  Aslında dışarıdan bakıldığında farklı iki yol olarak algılansa bile ikisi de aynı yol, AŞK yolu. Bilimin anlattığını, ârifler yüzyıllardır anlatmış. İnsanlık anlamamış maalesef. Evrenin döngüsü ister atomaltı parçacıklardan, gezegenlere, isterse zerreden, küreye diye tanımlansın aşktan oluşuyor. Yunus Emre’nin dediği gibi “Kâinatta her ne varsa üç harf ile beş nokta; Ayn, Şın, Kaf…”

Ressam tablosunu fırça darbeleriyle oluşturuyor. Hayatımızdaki hangi fırça darbeleri bizlerin tozunu alıp altta yatan gerçeğimizi açığa çıkarıyor?

-İstisnasız her şeyin bir maddeye, bir de manaya bakan yüzü var. Hayata daha geniş bir perspektiften bakmayı öğreninceye kadar madde âleminde kendi yansımaları ile savaşan insan, yaşadığı her negatif gibi görünen durumu imtihan diye telakki eder. Zorlandığımız noktalar, güzelleştiğimiz, temizlendiğimiz, tozlarımızdan arındığımız püf noktalarıdır oysa ki. Bunu fark ettiğimizde ressama AŞIK olmamamız mümkün değil. Böyle bakınca siyah ayrı güzel, beyaz ayrı güzel oluyor.

Şans kavramını nasıl tanımlıyorsunuz?

-Şans, aslında nasibin tecellisidir, yani Allah’ın insana uygun gördüğü ilahi paydır. Günlük hayattaki anlamıyla rastlantı veya tesadüf sonucu ortaya çıkan iyi durum değildir. Çünkü hiçbir şey tesadüf değildir. Her şey Allah’ın iradesi ve takdiri ile gerçekleşir. Doğru zamanda, doğru yerde bulunmak gibi belki de…

Kalbin seması bakımından şansa inanır mısınız, peki?

-Kalbin seması, ne güzel bir deyim bu. İki yönlü bir çağrışım uyandırdı bende. İlk olarak Mevlevîlikte dönme ritüeli olarak sembolize edilen öze yönelişi, ikincisi ise insanın iç âlemini, duygularının ve ruhunun gökyüzü gibi engin olan tarafını. Her ikisinin de ortak noktası aşk, iman, tefekkür, huzur ve ilahi sevgiyi yıldızlar gibi parlatıyor olması. Buna şahitlik ediyor olmaksa en büyük şans olmalı.  

İlahi aşkla sema etme hususunda duanın yeri nedir?

-Sema kelimesi işitmek ile de ilintilidir ve dua ile arasında bir döngü bulunur. İşitip, itaat etmenin aşk ile hemhal olmanın dansı gibi bir döngü bu. İlahi aşk yolcusu bu döngüyü tüm hücrelerinde hisseder. Aldığı her nefeste semada, verdiği her nefeste duadadır. Sema, ritmik bir beden diliyle dua ise hatırlayış ve zikirle “Ben tüm benliğimle sana yöneliyorum.” demektir.

Bir yazınızda aşkı anlatmaya geldiğinizi söylüyorsunuz. Aşk anlatılabilen bir şey mi?

-Elbette anlatılır, üstelik öyle uzun uzadıya cümleler kurmaya hacet duymadan. Sadece iki kelimenin yan yana gelmesi bile yeterli. Mesela; Mevlâna ile Şems, Gül ile Bülbül, Leyla ile Mecnun, Aşık ile Maşuk… Hem burada anlatmaktan kastım bilinmeyen bir şeyi anlatmak değil, bilinip unutulmuş olanı hatırlatmak. Varlığına en çok ihtiyaç duyulan şeyler, anlatılması en zor olanlardır çoğu zaman. Fakat bu zorluk kelimelerin yetersiz kalmasından değil, duyguların yetersiz kalmasından kaynaklanıyor. Anlatılması zor olanlar, zorunlu olanlardır. Aşkta anlatılmalı hatta belki de en çok aşk anlatılmalı.

Aşk için evrendeki ilahi senfoninin sese bürünmüş şekli denilebilir mi?

-Kimi zaman sese, kimi zaman kokuya, kimi zaman renge, kimi zamansa ete kemiğe bürünmüş halidir aşk.

Peki, sevmenin birazı olur mu yoksa bu topyekûn bir olgu mudur?

– Sevgi topyekûn bir olgudur ancak herkes kabı kadar alır. Sevgiyi, aşkı farklı yoğunluklarda hissedebilir. Bu sevginin kısmî olduğu anlamına gelmez. Sadece deneyimin derinliği ve farkındalığı kişiye göre değişir. Malumunuz olduğu üzere sevginin küçük dozları günlük ilişkilerde yaşanıyor. İlahi aşk ise tüm benliği kapsar ve ölçülemez. Ancak yavaş yavaş kalbin her köşesine nüfuz edebilir, süreç kademelidir evet ama sonuçta topyekûndür. “Biraz olsun sevebilir misin?” çağrısı kalbi taşlaşmış, kalbi kararmış diye tanımlanan bireyler için söz konusu süreci başlatmak adına samimi bir sesleniştir yalnızca.

İlahi aşkın talibi olanlar nelerle nasıl hizalanmalı?

– İlahi aşkın tâlibi, önce kalbini ve niyetini arındırmalıdır. Ego, kibir, öfke ve bencillikten uzaklaşmak, her düşünce ve eylemi sadece İlahi hoşnutluk amacıyla yönlendirmek gerekir. Bu aşk yolculuğunun temel taşlarından biridir; saf niyet olmadan kalp, ilahi frekansa açılamaz. Bedeni ve ruhu uyandırmak için ritüeller ve disiplin devreye girer. Dua, zikir, meditasyon veya sema gibi uygulamalar, kalbi ilahi titreşimle hizaya getirir. Bu ritüeller yalnızca hisleri değil, zihni ve bedeni de aşk için hazırlar. Günlük disiplinler, aşka talip olanın farkındalığını ve bağlantısını güçlendirir. Zihin de kalp kadar önemlidir. İlahi aşkın tâlibi, düşüncelerini gözlemlemeli, gereksiz kaygılardan ve geçici düşüncelerden arınmalıdır. Zihin berrak olduğunda kalp İlahi sese duyarlı hâle gelir. Farkındalık ve iç gözlem, talibin zihinsel uyumunu sağlayan araçlardır. Eylemler, aşkın tezahürüdür. Talip, davranışlarını İlahi iradeye teslim etmeli, her hareketini adalet, sabır, şefkat ve tevazu ekseninde şekillendirmelidir. Başkalarına hizmet, şükür ve cömertlik, aşkın günlük yaşamdaki somut karşılığıdır. Son olarak, İlahi aşk talibin tüm varlığını kapsamalıdır. Kalp, zihin ve eylemler bir bütün hâline gelmeli; “ben ve öteki” ayrımı yavaşça silinmelidir. Her şeyde İlahi güzellik görüldüğünde, talip varlığını aşkla birleştirmiş olur ve İlahi melodiye tam uyum sağlar.

Âşıklar için bilge insan diyebilir miyiz?

-Âşıklar, yalnızca bir duygunun peşinden koşan kişiler değildir; onlar kalplerini ilahi aşka açmış, her zerresini sevgi ve teslimiyetle doldurmuş yolculardır. Bu yolculukta kalpleri bir ayna görevi görür. Nefsin gölgelerini yansıtır ama aynı zamanda ilahi ışığı da yansıtmaya başlar. Aşık, kendini bilir. Egonun seslerini, dünyevi arzuların gelip geçen dalgalarını fark eder ve bunları aşmak için kalbini arındırır. Her teslimiyet anında, bir zerresiyle daha ilahi gerçekliğe yaklaşır. Sabırla döner, içindeki aşkı sema ile, dua ile, sessiz bir fısıltı ile ortaya koyar. Böylece bilgelik, bilgi yığını değil, kalbin derinliklerinden taşan bir ışık hâline gelir. Kendisi, öteki, zaman ve mekân ayrımı silinir; her şeyde İlahi güzelliği görmeye başlar. Eylemleri, sözleri ve niyeti bu aşkla uyumlanır. İşte bu yüzden aşık, bilgedir.

Zeytin sizin hayatınızda neleri simgeliyor?

-Çooook şey… Evimin önünde sağlı sollu zeytin ağaçları var. Her sabah zeytin dallarının arasından geçerek başlıyorum güne. Evden çıkarken kafamda güne dair oluşan tüm planlar, projeler ve düşünceler susup, hazır ola geçerek zeytin dallarını selamlıyor. Nasıl desem âdeta bayram sevinci kaplıyor içimi, çocuk gibi… Zeytin bayram demek, barış demek, selam demek, şifa ve şükür demek bana göre.

Aşkla sema etme hususunda heves kırıcılarla nasıl mücadele etmek gerekir?

-Heves kırıcılar ile değil kendi gölge yanlarımızla mücadele etmemiz gerekiyor. Aslında belki de buna mücadele demek bile doğru olmaz. Terbiye demek daha doğru olur sanırım. Çaba ve gayret aynı değildir. Mücadelede çaba var ve direnç oluşturup akışı bozar. Terbiye metotları ise gayret ve sebat ile yol aldırır. Heves kırıcılara gelince hayatın her alanında varlar evet ama iyi ki varlar. Onlar gayretimizin gaflete dönüşmesini engelliyorlar. Yalnızca dikkat etmemiz gereken her eleştiriyi içselleştirmemek. Duygusal düşüşler yaşamamak.

Aşk insana şifa olunca mı kişi şifacı olmayı öğreniyor?

-Sanırım öyle. Sanırım diyorum çünkü aşk bana şifa oldu ama ben henüz bir şifacı olamadığım için deneyimlemediğim bir konuda kesin konuşmayı uygun bulmuyorum. Bugüne kadar yolumun kesiştiği ve hayatıma şifa dokunuşları yapanların hemen hepsi Hakk aşığıydı. Öğretileri sayesinde hayatımın her anımda gerek laboratuvar deneylerinde gerek nefes çalışmalarında, doğada geçirdiğim zamanlarda, kalbimle baş başa kaldığımda ya da tam tersi sosyal hayatın tam merkezinde, kendimle merkezlenmemi sağladılar. Hâkk aşkı öyle bir manyetik etki ile sizi bu merkeze çekiyor ki engel olmanız mümkün değil. O kadar lezzetli bir duyumsama ki herkese nasip olsun. Şifacıların ruhlarını muhabbetle selamlıyorum. Şifanın kaynağına şükürler olsun.

Son olarak mesleğiniz açısından soracak olursam mikroskop ve teleskop arasındaki fark nedir? Teleskop ile görülenle mikroskopla görülen nasıl cem oluyor?

-İnsan, varlığın anlamını ararken gözünü iki yöne çevirir.  Biri dışa, sonsuz gökyüzüne; diğeri içe, maddenin derinliklerine. Bu iki yön, bilimin iki büyük aracı olan teleskop ve mikroskopta cisimleşir. Teleskop, insanın kozmosa uzanan merakını temsil ederken; mikroskop, varlığın özüne doğru inen sezgisel bir bakışı simgeler. Fakat dikkatle bakıldığında, bu iki merceğin birbirine zıt değil, tamamlayıcı olduğu görülür. Bilimsel açıdan teleskop ve mikroskop, evrenin iki ucunu temsil eder. Teleskopla evrenin devasa ölçeğini, galaksilerin doğuşunu ve maddenin kozmik dansını izleriz. Mikroskopla ise maddenin derin yapısını, atomların titreşimini ve hayatın hücresel örgüsünü keşfederiz. İlginçtir ki, her iki uçta da aynı fizik yasaları hüküm sürer ve bu çok hayran olunası bir oluşum. Bence bir bilim insanının karşılaştığı bu eşsiz manzara karşısında büyülenmemesi mümkün değil. Işığın kırılması, enerjinin dönüşümü, düzenin içindeki karmaşa bunun adı. Mikroskopla inilen atom altı düzlemle teleskopla gözlenen kozmik düzen arasında, matematiksel ve fiziksel bir benzerlik vardır. Evren, büyük ölçekte de küçük ölçekte de aynı dilde konuşur. Bu, modern bilimin “birlik” arayışıdır. Bu güzel soru, son zamanlarda sıklıkla dinlediğim bir melodiyi aklıma getirdi. Poem of the Atoms. Hz. Mevlâna’nın “Zerrelerin Şiiri” adlı eseri;

Har zarra’ī dar ‘eşq-e to ayrān o shaydāst / Her zerre senin aşkında hayran ve mesttir.

Har zarra cho māst, dar tamāshā-ye to peydāst / Her zerre bizim gibi, senin tecellinde görünmektedir.

20.11.2025

https://www.istiklal.com.tr/roportajlar/ilahi-askla-sema-etmek-1074024h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post

  • İlahi Aşkla Sema Etmek

    İnsan aslında sürekli kendisini bulmak için sema eder. Geçişler yaşar. Dönüşümlere uğrar. Kendisine mahsus içindeki halis cevheri fark edip açığa…

    Read More

  • Efsaneler Dökülüyor Gülüşlerinden

    UĞUR CANBOLAT HAYATININ en büyük ikramı, şükrü en zor bahtı ve her daim talihi saydığı yâreni ile henüz gözleri birbirine…

    Read More

  • Kalbimin Maksûresi

    UĞUR CANBOLAT İKİ yaş kendisinden büyüktü. Kapı bir komşulardı. Tüm çocukluk oyunlarını birlikte oynamışlardı. Birlikte koşmuş, birlikte düşüp çamura bulanmış,…

    Read More