İnsan Neden Kaybedince Anlar

Anlamak ve kavramak hayatımızın ana itici güçlerinden iki kavram. Yokluğu ciddi yoksunluklara gebe. Ancak anlamak ve kavramanın gerekleri de var. Varlık zamanında anlamayanların yoklukla anlamak zorunda kalmalarının hem altındaki kök nedenleri hem de bu süreçte yaşanan iniş çıkışları doğru bir bakış açısıyla çözümlemek önemli.

Bugün sizler için “Ve İnsan Kaybedince Anladı” romanının yazarı Meliha Çiftçi ile bu konuyu enine boyuna irdeledik. Çoğumuzun yarasına merhem olabilecek bu güzel söyleşiden yararlanacağınızı umuyoruz.

UĞUR CANBOLAT

—–

Anlamak nedir?

-Anlamak, insanın yalnızca gördüğü ya da duyduğu bir şeyi zihninde çözmesi değil; onu kendi ruhuyla tartması, kendi hayatıyla ilişkilendirmesi ve içsel bir bütünlük içinde kavramasıdır. Anlamak, bilginin kuru hâliyle değil; duygunun, sezginin ve yaşam deneyiminin işlenmiş hâlidir. Bir insan bir olayı sadece “bilirse” yüzeyde kalır; fakat onu gerçekten “anladığında” o olay iç dünyasında anlamlanan, kişisel bir yerde karşılık bulan bir deneyime dönüşür. Bu nedenle anlamak, insanın ruhunda yankı bulmayan hiçbir şeyle ilgili değildir. Anlamak aynı zamanda görmediğini görmek, duyulmayanı duymak, söylenmeyeni hissedebilmektir. Bu yönüyle anlamak, insanın kendisiyle yaptığı en derin içsel yolculuklardan biridir.

Anlamanın süreçleri var mıdır?

-Evet, anlamak bir anda gerçekleşen bir kavrayış değildir; insanın zihinsel, duygusal ve sezgisel katmanlarının sırayla devreye girdiği çok boyutlu bir süreçtir. İlk basamak fark etmektir; insan bir durumu, duyguyu veya kişiyi önce “görür”. Ardından gözlem başlar; kişi ayrıntılara dikkat eder, davranışları çözümler, duyduklarını ve hissettiklerini bir araya getirir. Üçüncü aşama içsel işleyiştir; kişi bilgiyi kendi geçmişi, yaraları, değerleri ve duygu dünyasıyla harmanlamaya başlar. Bu aşamada empati devreye girer. Dördüncü aşama ise derin idraktir; insan artık anlamıştır ve bu anlayış onda bir dönüşüm yaratır. Son basamak ise davranıştır; gerçek anlamanın göstergesi, insanın hayatına yansıyan tutarlılıktır. Bu aşamalardan biri eksik olursa anlamak tamamlanmaz.

Bilgilenme ve yaş gibi olgular anlama konusunda ne kadar etkili?

-Bilgilenme, anlama sürecinin temelini oluşturur. İnsan ne kadar çok bilgiye sahip olursa, olaylar arasındaki bağlantıları kurma kapasitesi o kadar güçlenir. Ancak bilginin niteliği de önemlidir; yüzeysel bilgi anlamayı derinleştirmez. Yaş ise deneyim demektir. Yaş alan insan, hayatın farklı yüzleriyle karşılaşır; kayıplar, sevinçler, kırılmalar, iyileşmeler… Bu deneyimler insanın iç dünyasına katmanlar ekler. İnsan yaş aldıkça daha az tepki verir, daha çok anlar. Çünkü artık yalnızca bilmez; yaşamıştır. Ancak yaş tek başına bir olgunluk göstergesi değildir. Aynı yaşta olup anlamayan, kendisini geliştirmeyen çok insan vardır. Bu yüzden yaş + bilgi + farkındalık birleştiğinde anlamak derinleşir, insan davranışlarında gerçek bir bilgelik ortaya çıkar.

Kavramakla anlamak arasında nasıl bir bağ var?

-Kavramak, bir olgunun zihinsel çerçevede çözülmesidir. İnsan mantığıyla bir konuyu açıklayabilir, sebep-sonuç ilişkisini kurabilir. Bu bir bilişsel süreçtir. Fakat anlamak, kavramaktan çok daha ötedir. Anlamak, zihinle birlikte kalbin de sürece dahil olmasıdır; insan kavradığını ruhunda tartar, kendi hayatına uygular, içindeki duygularla birleştirir. Örneğin “kaybetmek zordur” cümlesi kavranabilir; fakat bir kaybın insan ruhunda açtığı boşluk ancak yaşandığında anlaşılır. Bu nedenle kavramak anlamanın başlangıcıdır ancak yetmez. Kavramadan anlamaya geçiş, insanın olgunlaşmaya başladığı andır.

Kişinin takdir etmesi anlama ve kavramanın öncesi midir?

-Takdir, bir şeyin değerini hissedebilmektir. Değer görmeyen bir şey üzerine derin düşünülmez. Bu nedenle takdir etmek, anlamanın ilk kapısıdır. İnsan değer verdiği şeye emek verir, onu dinler, gözlemler ve korumaya çalışır. Takdir yoksa hem kavrama isteği azalır hem de anlama için gereken duyusal hassasiyet kaybolur. Bir insan sahip olduğu şeyin kıymetini biliyorsa, onu anlamak için çaba gösterir. Takdir edilen şey, zihin ve kalp tarafından daha kolay içselleştirilir. Bu yüzden takdir, hem kavramanın hem de anlamanın öncesidir.

İnsanın başkasını anlaması için önce kendisini anlamasına bağlı diyebilir miyiz?

-Kesinlikle bağlıdır. Kendisini anlayamayan bir insan, karşısındakini çoğu zaman yanlış yorumlar. Çünkü insan başkasını kendi bilinçaltıyla, kendi yaralarıyla ve kendi eksikleriyle okur. Kendini tanıyan insan ise duygularının farkındadır; neden kırıldığını, neye öfkelendiğini, neyi istediğini bilir. Bu içsel netlik, başkasını anlamayı kolaylaştırır. İnsan kendini anlamadan başkasını anlamaya çalıştığında çoğu zaman yanılır. Bu nedenle en derin empati, önce kişinin kendisine empati duyabilmesiyle başlar. Kişinin kendisini anlaması, başkasını anlamanın ön koşuludur.

Sevgi anlamanın öncesi mi sonrası mı?

-Sevgi bazı durumlarda anlamaya yol açar. İnsan sevdiğini tanımak, hissettiklerini anlamak, onun içindeki dünyanın kapılarını aralamak ister. Bu nedenle sevgi anlamayı teşvik eder. Ancak bazen de insan anladıkça sever. Bir insanın niyetini, mücadelesini, sevinçlerini, acılarını, çocukluğunu, beklentilerini gördüğümüzde; içimizde onunla ilgili bir yumuşama ve sevgi doğabilir. Yani sevgi ile anlamak birbirini doğuran iki kavramdır. Aralarında bir öncelik-sonralık sıralaması değil, güçlü bir karşılıklı beslenme vardır.

Sevilen kazanılmış mıdır?

-Sevilen kişi, gönlü kazanılmış kişidir; ancak bu kazanım devamlı bir çaba ister. Sevgi, durduğunda duran bir şey değildir; hareket ister bakım ister ilgi ister. Kazanılmış olan bir gönül, ilgisizlikle kaybedilebilir. Bu nedenle sevilen kişinin varlığı, bir kez elde edilmiş bir başarı değil; her gün yeniden hatırlanan, özen gösterilen bir emanet gibidir. Gönül kazanmak kolay değildir ama kaybetmek çok hızlı olabilir. Sevilen kazanılmıştır ama korunması gerekir.

İnsan kaybedince anlar deniliyor. Öncesinde kazanılmış sayılır mı?

-Kaybedilen çoğu zaman zaten kazanılmış olandır. Fakat insan sahipken çoğu şeyi sıradanlaştırdığı için onun değerini göremez. Kaybetmek, gözün önündeki perdeyi kaldırır. İnsan yoklukla yüzleştiğinde, sahip olduğu şeyin aslında ne kadar kıymetli olduğunu anlar. Bu yüzden kaybetmek çok acı bir öğretmendir; geç gelen bir farkındalık ama en etkili farkındalık türüdür. Kaybedilen, öncesinde kazanılmıştır; ancak kıymeti anlaşılmamıştır.

Duygularını tanımanın kazanma ve kaybetmekteki etkisi nedir?

-Duygularını tanıyan insan, duygularının esiri olmaz; onları yönetebilir. Ne hissettiğini bilen, neye neden öfkelendiğini, neye kırıldığını, neyi istediğini fark eden kişi hem iletişimde hem ilişkilerde daha sağlıklı adımlar atar. Bu da kazanmayı kolaylaştırır. Duygularını tanımayan kişi ise çoğu zaman tepkiseldir; ani patlamalar, suskunluklar, yanlış anlaşılmalar ve kırıcı davranışlar nedeniyle kaybetmeye daha yatkındır. Duygusal olgunluk, kaybetmeyi en çok azaltan ve kazanmayı artıran unsurlardan biridir.

Kaybedince anlamayı ne kadar anlamak sayabiliriz?

-Kaybettikten sonra gelen anlamak geç bir idraktir ama yine de gerçektir. Bu anlamanın değeri büyüktür çünkü insanı içsel bir dönüşüme zorlar. Ancak geç anlamanın bedeli yüksektir; bazen geri dönüşü yoktur. Yine de insan kaybettikten sonra anladığı şeyi hayatın diğer alanlarında daha dikkatli yaşar. Bu tür bir anlama çoğu zaman en derin olanıdır; çünkü insan acısıyla öğrenir. Acıdan öğrenilen her şey kalıcıdır.

Kibri kaybetmeden önce anlamayı tıkayan bir etken sayabilir miyiz?

-Evet. Kibir, insanın kalbiyle arasına çektiği duvardır. Kibir varken kişi sadece kendini görür; karşısındakini duymaz, anlamak istemez, özür dilemez, empati kurmaz. Bu nedenle kibir anlamayı neredeyse tamamen engeller. Bir insanın anlamaya başlaması, önce kendi kibriyle yüzleşmesiyle mümkündür. Kibir kırılmadıkça anlaşılmayan çok duygu, çok ilişki, çok fırsat kaybolur.

Ego savaşları ile kişi var olmaya çalışırken aslında kaybetmeye mi başlıyor?

-Ego, insanın kendisini korumak için oluşturduğu mekanizmalardan biridir. Fakat kontrol edilmediğinde kişinin en büyük düşmanı hâline gelir. Ego savaşları insanı güçlü gösterir ama ruhunu zayıflatır. Sevgi, empati, anlayış ve yakınlık ego savaşlarında zarar görür. Kişi kazanıyorum zannederken aslında en kıymetlilerini kaybeder. Ego ilişkileri biçer; geriye kırgınlık, uzaklık ve pişmanlık bırakır. Bu nedenle ego savaşı var oluş değil, yavaş yavaş yok oluştur.

Zorunluluktan, mecburiyetten beraber olanlar da aslında kaybedenlerden değil mi?

-Evet. Zorunluluk, duyguyu öldürür. Mecburiyet üzerine kurulan ilişkiler görünürde devam eder ama içsel olarak tükenmişlik barındırır. İki kişi yan yana olabilir fakat ruhları kilometrelerce ötede olabilir. Zorunluluk bağ yaratmaz, sadece zincir oluşturur. Sevgi, anlayış, özgür irade ve gönülden gelen bağlılık yoksa o ilişki kazanç değil; iki taraf için de yavaş bir kayıptır.

Hayatı anlamanın kazanma ve kaybetme üzerindeki etkisi nedir?

-Hayatı anlayan insan, olayların arkasındaki hikâyeleri, insanların duygu dünyasını, kayıpların kaçınılmazlığını ve kazançların geçiciliğini bilir. Bu bilinç insana bir denge duygusu verir. Böyle biri kolay kırılmaz, kolay öfkelenmez, kolay vazgeçmez. Hayatı doğru okuyan kişi doğru seçimler yapar; doğru insanlara yaklaşır, yanlış insanlardan uzak durur. Bu da kazanmayı artırır. Hayatı anlamayan ise akıntıya kapılır, kendi duygularını ve davranışlarını yönetemez. Bu nedenle daha çok kaybeder.

Yoklukla baş başa kalma duygusunu tarif edebilir misiniz?

-Yokluk, insanın kendisiyle sessiz bir hesaplaşmasıdır. İçte bir boşluk hissi oluşur ama bu boşluk aynı zamanda içgörünün kapısını aralar. İnsan, sahipken fark etmediği ayrıntıları yoklukla daha net görür. Yokluk, insanın kalbinde sarsıcı bir yankı bırakır ama bu yankı aynı zamanda öğreticidir. Kişi yoklukla yüzleştiğinde hem kendisini hem de hayatındaki seçimleri yeniden sorgular. Bu yüzden yokluk ağırdır ama iyileştirici bir yanı da vardır.

Varlığının etkilemediğini yokluk hangi mekanizmayla etkiliyor?

-Varlık alışkanlığa dönüşür; insan sahip olduğu şeyi sıradanlaştırır. Yokluk ise alışkanlığı ani bir şekilde kırar. Sarsıntı yaratır. O sarsıntı duyguları harekete geçirir, farkındalığı artırır. Varlıkta kayıtsızlaşan kalp, yoklukta her ayrıntıyı hisseder. Bu nedenle yokluk varlıktan daha güçlüdür; çünkü insanın duygusal hafızasını uyandırır.

Sonradan anlamanın yararı gidene mi kalana mı?

-Sonradan anlamak çoğunlukla kalana fayda sağlar. Giden için çoğu zaman süreç kapanmıştır; duyması gerekeni duymamış, hissetmesi gerekeni hissetmemiştir. Kalan ise kendi hatalarıyla yüzleşir, olgunlaşır, değişir. Bu yüzden geç gelen anlamanın faydası çoğunlukla geride kalana aittir. Kalan kişi sonraki ilişkilerinde daha bilinçli, daha dikkatli ve daha derin bir bakış açısına sahip olur.

Seven anladığı için seviyor dersek kaybeden sevmediğinden mi kaybediyor?

-Kaybeden çoğu zaman sevmediği için değil; sevdiğini anlamadığı için kaybeder. Sevgi sadece bir duygu değildir; anlayış, emek, çaba ve farkındalık ister. İnsan bazen sever ama doğru ifade edemez, kıymetini gösteremez, duygusunu yönetemez. İşte bu anlaşılmamışlık ve ilgisizlik kayıplara yol açar. Bu nedenle kayıp, sevgisizlikten değil; sevgiyi koruyamamaktan doğar.

Hor görülenin kaybedilince hoş görülmesi yokluğun varlıktan etkili olmasından mıdır?

-Evet. İnsan bazen yakınındakini küçümser, hor görür, değersizleştirir çünkü o kişi hep oradadır. Fakat bir gün gider. Yokluk başladığında insan, hor gördüğünün aslında ne kadar kıymetli olduğunu görür. Yokluk insanın gözündeki perdeyi kaldırır. Bu yüzden yokluk varlıktan daha etkili bir öğretmendir; insan varlıkta yanılır, yoklukta doğruyu görür.

Kaybetmek telafi edilebilen bir olgu mudur?

-Kaybetmek bazen telafi edilebilir, bazen geri dönüşü olmayan bir süreçtir. Telafinin mümkün olması için iki unsur önemlidir: kalpteki kırığın derinliği ve iki tarafın isteği. Eğer kırgınlık çok büyümemişse, iletişim kopmamışsa ve kişi hatasını gerçekten fark edip dönüşmüşse telafi mümkündür. Ancak bazı kayıplar vardır ki zamanla kapanır, geri dönüş yolu kapanır. İnsan bazılarını bir daha hayatında göremez, bazı duyguları bir daha toparlayamaz. Kaybetmek bazen öğretir, bazen bitirir. Telafi ise hem zamanın yönüne hem kalplerin açıklığına bağlıdır.

26.11.2025

https://www.istiklal.com.tr/roportajlar/insan-neden-kaybedince-anlar-1074952h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post

  • İnsan Neden Kaybedince Anlar

    Anlamak ve kavramak hayatımızın ana itici güçlerinden iki kavram. Yokluğu ciddi yoksunluklara gebe. Ancak anlamak ve kavramanın gerekleri de var.…

    Read More

  • Öğrenme Yolculuğunda Aşk ve Firkat

    UĞUR CANBOLAT ÖĞRENMENİN temel özelliklerinden birisi kişinin tutum ve davranışlarında meydana gelen değişim hâlidir. Bu söz konusu olmuyorsa tam anlamıyla…

    Read More

  • Gönlümün Güvercini

    UĞUR CANBOLAT KÜÇÜKTÜK… Gönlün güvercininin ne olduğunu elbette o tıfıl zamanlarımızda bilmezdik, bilemezdik. İnsanın çarpan bir kalbinin olduğunu ve sevdiğini…

    Read More