Gönlümüzün payitahtıdır kutsal şehirlerimizden sonra. Ona bir başka bakarız. Bir başka hissederiz onu. Hasret yangınlarımız orada ateşlenir, vuslatın sükûtu yine orada tüllenir.
İstanbul’u anlamak aslında bir bakıma kendimizi anlamaktır. Fethi idrak etmektir. Fatihin özelliklerine aşina olmaktır. Semasında minarelerle yıldızların buluşmasına şehadet etmektir. Şerefelerden müezzinlerin saldıkları seda ile içimizdeki çağrıyı birleyerek secdelere varmaktır.
Fukarasını, garibini gurebasını, divanesini, meczubunu ve kedilerini tanıyıp hemdem olmaktır İstanbul’u anlamanın bir diğer yolu da. Martının selamını almadan bunlar olmaz ama. Cami önlerindeki güvercinlere gönlünüzü dane dane serpmeden olmaz. Gece rüzgârın teline sesini nağmeler şeklinde asan bozacının bu melodisi ile irkilmeden olmaz. Cihangir’den güneşi uyandırıp Üsküdar’da akşam selametleyip uğurlamadan olmaz.
Kısacası İstanbul bir üslûptur. Zarif yaşamanın üslûbu… Bir şiirdir. Üstüne her şairin kelebek misali iki dize kondurmak istediği…
İstanbul bir duyuştur… Acıyı, hasretin yangınını, düşkününün kırılmış düşlerini, âşığın zirvelerde yaptığı vuslatın bayramını.
Ve şairlerin gönül incilerini harf harf İstanbul’un gerdanına dizdikleri mısralarını duyuştur…
Eğitimci şair Filiz Çırpıcı sorularımıza dizelerle cevap verdi. Ne güzel bir baht ki, kulak vermek bize düştü.
UĞUR CANBOLAT
———————–
En son “İstanbul Hasreti” şiir kitabınız yayınlandı. Öncelikle İstanbul denildiğinde şair gönlünüze düşen silueti duymak isteriz.
-Bu sorunuza yine bu kitapta yer alan “İstanbul “şiirinden cevap vermek isterim.
“Martı, deniz, vapur
İstanbul
Sevdâ, çile, kahır
seni burda bulur
Türbelerde huzûr
Mermerlerde bekler
vakûr
Çay, simit, şükür
İstanbul..
Sarayburnu’nda
deniz
çalkanır
Surlar heybetli,
selam durur
Bir eski plaktır
Tanbûrî Cemil Bey
tellere vurur “
İstanbul size göre yekpâre midir yoksa Üsküdar ayrı, Eyüp Sultan, Fatih, Beşiktaş, Göksu ayrı ayrı birer İstanbul mudur?
– Yekpâre sözünü Nedim’in beyitindeki gibi kullanalım. Diyor ya:
“Bu şehr-i İstanbul ki bî- misl ü bahâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır”
İstanbul‘un bir taşına, yekpâre yani bütün Acem ülkesini, İran’ı fedâ ediyor. Ve bu semtler; Üsküdar ayrı bir hülyâ, Fatih, Eyüp Sultan bambaşka bir âlem, Kanlıca, Göksu, Beylerbeyi, revnaklı bir rüya, Tophane, Galata, Beyoğlu, cümbüşlü bir dünyadır.
İstanbul’un malum yedi tepesinden bahsedilir. Bu tepelerin hâlen aynı işlevi görüp görmediğinden bağımsız olarak bu tepelerin sizdeki karşılığı nedir?
– Yedi tepeli şehrin bir mücevherin taşları gibi dizilmiş güzellikleri; Sarayburnu, Topkapı civarı, At Meydanı, Ayasofya Camii, İbrahim Paşa Sarayı, Sultanahmet, Çemberlitaş, Süleymaniye, Kocamustafapaşa. “İstanbul “şiirimizde zikrettiğimiz gibi:
“ Ey İstanbul!
Mâverâsı rûhumun
Ey şahların kurulduğu
asırlık sedir!. “
Asâletin, sanatın, ihtişâmın şehri… Soylu güzellik. Bizim için budur.
Merhum Abdurrahim Karakoç, “Çıkıp baksam Çamlıca’nın başına”diye başladığı dörtlüğünü “İstanbul ‘u tarif etmek zor şimdi “diye bitirir. Katılır mısınız bu düşüncesine?
-Anadolu’da Bahar şiirinde Abdurrahim Karakoç, Silifke’yi, Mersin’i, Elbistan’ı renk renk, çiçek çiçek, nakış nakış anlatır da İstanbul ‘a gelince, “İki kıta bir boğazda âşinâ” dediği mücevher şehre gelince, tarife tâkat yetiremez, “İstanbul ‘u tarif etmek zor şimdi “diye şiirini bitirir. Doğrudur. İstanbul, tarife sığmaz…
Şair neden olmazları oldurmak ve suları tersine akıtmanın peşine düşüp tarifi zor duyguları, şehirleri tarif etmenin derdine düşer?
– İsmet Özel’in şu sözleri ile cevap verelim: “İnsan için önüne çıkan bütün yollar yürünebilir yollar ise o insan artık kaybolmuştur.”
İşte şairler de bu kaybolmuşluktan kurtulmaya çalışan, hakikî güzelliği bulma yolunda biraz deli ruhlardır.
İstanbul eğer bir duygu olsaydı bu size göre hangi duygu olurdu?
– “İstanbul Kitabı” şiirimizden bir dörtlük gelsin cevaba:
“ Kubbelerde âhenk, sürûr
Taşlarında yıllanmış nûr
Türbelerde dâim huzur
Gül kokunu duyuyorum”
Sürûr..Bir duygu olarak sürûr olurdu İstanbul. Bir hoş sevinç, bir tatlı neş’e…
İstanbul ile hasret neden ezelden beri birbirine müheyyâ duran ama kavuşamayan iki sevgili gibidir?
– Belki bunu vapurla karşı yakaya geçip de deniz kenarından tekrar Ayasofya’ya, Sultanahmet’e bakıp hasret duymam ile, dönüp yine o kıyıya gitme isteği hissetmem ile açıklayabilirim.
Yıllardır iki yaka arasında denizden gider gelirim. Hâlâ bu hasretliği kuvvetle hissederim.
Yahya Kemal’in söylediği, sade bir semtini sevmenin bile bir ömre değer olduğu İstanbul, şu an yaşadığımız İstanbul mu?
-İstanbul’un çilesi ziyadeleşmiş, güzelliği bir parça saklanmış gibi görünse de, Yahya Kemal üstâdın dediği gibidir hâlâ… Bir semtini sevmek bile bir ömre değerdir.
Nedim gibi tek bir taşına Acem mülkünü feda eden şairlerden sayabilir miyiz sizi de?
– Yine “İstanbul ‘a” şiirinden gelsin cevabımız. Bakın şiirin sonunu şöyle mühürlemişiz:
“Kim demiş
sen artık güzel değilsin
kim diyebilir!..
Yıllar geçer,
gözlerine çekilen sürmeler
katmerlenir.
Daha bir nazlı yüzer
siluetin sularda
Ve çektiğin acılar
dalgalarda dillenir
Söyle bana şimdi
ey kalbimin ülkesi!
Seni benden daha fazla
kim sevebilir?..”
Kitabınızın adından hareketle İstanbul ‘a hasreti arttıran beş madde saymanızı istesem aklınıza ilk elden neler gelir acaba?
– “ Martı, deniz, vapur
çay ,simit ,şükür İstanbul! “
Hasreti sabaha, yanmayı geceye koyuyorsunuz. Hasreti gece mi körüklüyor?
– Her sabah hasretimiz yeniden tazeleniyor bu rûhu olan şehire. Ve her gece onun yakıcı ateşine gark oluyoruz yine.
Sanki nefes almadan özlersiniz denizini, kokusunu, martı çığlıklarını… Hele başka bir şehre gitmeyegörün. Yahya Kemal gibi, “Ankara’nın nesini seversiniz?” denince, “İstanbul ‘a dönüşünü” dersiniz.
Esrârını söylemesini istiyorsunuz İstanbul ‘dan… İstanbul söze cömerttir ama sırra nihandır. Şairlere gerçekten sırrını fâş ediyor mu yoksa söyler gibi yapıp cilveleşirken şairi ateşe mi atıyor?
– Necip Fazıl,” Kaldırımlar”a yoldaş olmuş, onlardaki anne kucağına yerleşmiştir şiirinde. Elbette gece gündüz yollarına revân olana, onunla hem-hâl olana sırrını, kokusunu ikram eder bu Sultan Şehir.
Mihmân olmak istediğiniz Göksu’nun suları da ketûm mu yoksa kalbinize fısıldıyorlar mı?
– Uzun yıllardır Kağıthâne’de, Lâle Devri’nin Sâdâbâd’ında görev yapıyorum. Bu tarihî mekanlarda İstanbul’un ihtişamlı devirlerini yakînen hissedebiliyoruz. Dîvan şiiri ile de iç içe olunca sırlar size açılıyor zaman zaman.
İstanbul için süzgün gözlü nigâr diyorsunuz. İstanbul muhteşem bir tablo, resim ve harika bir nakış ise onu kim üzerek soldurmuş, süzgün hâle getirmiş?
– Şairin de dediği gibi” Hüzün ki en çok yakışandır bize.” İstanbul ‘a da onu yakıştırırız. Süzgün gözlü nigârımızdır o bizim. “Yıllar geçer, gözlerine çekilen sürmeler katmerlenir.” deriz yine ona yazdığımız mısralarımızda.
Son olarak şiirlerinizde Eski Türk Edebiyatının izlerini buluyoruz. Bunu neye borçluyuz? Kitabınız hayırlı olsun tekrar…
– Divan şiirimizle, âşıklarımız, âriflerimizle hem-hâl olmanın neticesi diyelim. O ummândan katreler, inciler keşfetmenin sürûrundayız.
Belki üzerimize gülün kokusundan bir ıtır, bülbülün nağmesinden bir âhenk düşmüştür.
Güzel sorularınız ve teveccühünüz için teşekkür ediyorum. Sizin de kültür, sanat, muhabbet yolculuğunuz dâim olsun, bereketli olsun. Vesselâm.
24.12.2025


