Çelişkilerin Umudundur Evlat

UĞUR CANBOLAT

GECELERİ sıçramalarla uyanıyordum. Gün içinde ezber ettiğim kimi bilgiler aklımın süzgecinden geçmiyordu. Dolayısıyla kalbime de süzülmüş bir öz olarak ulaşamadığından duygu dalga boyumda kabule layık görülüp heyecana sebep olmuyordu.

Oysa diğer arkadaşlarım gayet mutluydu. Huzurlu görünüyorlardı. Okunanları hemen kabul ediyor anlatılanlara da sorgu sualsiz teslim olmuyorlardı.

Bir yanıyla gıpta etmiyor da değildim aslında. Sorunsuz bir düzlemde asude bir yaşamın şifrelerini çözmüşçesine hayatın akışına kendilerini bırakmışlardı.

Hiçbir fırtına onlara erişmiyordu. Hiçbir tsunami sırça köşklerine ulaşamıyordu.

Savaşlar, kıtlıklar, açlıktan ölümler, zalimlerin hırçınlıkları, mazlumların asumanı titreten çığlıkları, bozulan adalet, kayırmacılıklar, tarafgirliğin kirli ve azılı dişleri arasında çiğnenen haklar…

Hiçbiri onları rahatsız etmiyordu.

Bir yandan da bu duyarsızlığa içerliyordum. Ruhum öfkenin atına biniyor ve bir daha da inmiyordu. Yakın dostlarım ve yol arkadaşlarım olduklarından canlarını yakmaya da kıyamıyordum.

Ya onlarda bir terslik vardı ya da bende… Testimin böyle dolmuş olmasına içsel rızam olmasa da dökmeyi de başaramıyordum. Kısacası bir çelişkiler yumağına dönmüştü ruhum.

Gündüz dilimi susturabiliyordum ama kalbimin aynı rıza seviyesine ulaşamaması gece ruhumdan taşıyordu. Sabahlara kadar beynimin kıvrımlarında amansız bir mücadeleye girişiyordum. Oda arkadaşım bir gün beni tenhaya çekerek “Senin kendinle derdin nedir arkadaş? Sabaha kadar harp darp içindesin. Durmuyorsun. Sürekli konuşuyor sağa sola sataşıyorsun” dediğinde artık mızrağın çuvala sığmadığını bir kere daha görmüş oldum.

UYKULARIMI baskı altına almaya çalıştım ama bu ne kadar mümkün olabilirdi ki…

İlk haftadan sonra döngü kaldığı yerden devam etmişti.

Bu meseleyi aklı eren birine danışıp esaslı bir nasihat almaya olan ihtiyacım son safhaya ulaşmıştı.

Aklına ve kalbine güveneceğim, beni yargılamayacak, aynı çelişkiler silsilesinden geçmiş birilerini aramaya koyuldum. Gözüme kestirdiğim kişilerin söylemlerini bu açıdan tahlil etmeye başladım. Önce “Bu kişi olur” şeklinde düşünmeye başladığım şahısların sohbette sarfettikleri bir cümle beni vazgeçirmeye yetiyordu. Çelişkileri anlamak, analiz etmek, doğruları yanlışların içinden çekip almak gibi bir alışkanlık geliştirmek yerine gözüme kestirdiklerim bir meşrebe, bir anlayışa teslim olmayı seçiyorlardı. En analitik düşünüyor dediklerim bile belirli bir seviyeden sonra aynı şeyi yapıyor, aklını yormuyor, klasik ve sorgulanmamış bir söyleme yaslanmayı tercih ediyorlardı.

Bir süre bu arayışla kıvrandım. Geceleri sancılandım. Gündüzleri bu sancının verdiği uykusuzluk ve huzursuzlukla baş etmek için çabaladım.

Ve bu hâl öyle bir nokta geldi ki pes ettim. Bir müddet için bile olsa aklımı tatile çıkarmaya karar kıldım.

ADAPAZARI’NA amcamın yanına ziyarete gitmiştim. Arifiye’de TCDD ambar memuru olarak çalışıyordu. Kendi halimde rayların aralarında dolaşırken az ötede yaşını başını almış, kıyafetleri yırtık bir harabat ehline gözüm ilişti. İçimden bir ses yanına gitmemi istedi. Bu içsel yönlendirmeye uyarak vardım yanına ve selam vererek oturdum. Saçlarının orta kısmı yoktu. Yanları sakallarına eşit şekilde uzatmıştı. Kedileri beslemekle meşgul olduğundan selamımı başını sallayarak almıştı. Başkaca bir şey dememiş olmasına rağmen oturmayı sürdürdüm. İşi bittikten sonra yüzünü çevirerek “Hoş geldin hele” dedi. Karşılık verdim. Bir süre sessiz kaldı. Muhtemelen kalbimi ciddi ve hazık manevi bir hekim hassasiyetiyle dinliyordu. Sessizliği bölme cüreti göstermedim.

Bir müddet sonra toprakla kirlenmiş yüzüne inat parlak dişlerini tebessümle aralayarak “Çelişkilerin umudun olsun evlat. Korkma onlardan. Cesaretle üzerine git. Git ki çelişkilerin uzmanı olabilesin” dedi ve “Süleyman amcana selam söyle” eklemesini yaparak kalkıp gitti.

İÇİME su serpmişti. Oysa kime anlatsam tersini söylemiş ve tehdit içeren bir ton lafı üzerime boca etmişti. “Böyle devam edersen çamura saplanırsın” diyen mi olmadı, “Bu akıl akıl değil” diyen mi çıkmamıştı. Sorgulanmamış konfor alanları oluşturan bu arkadaşlarımın tam tersini önermişti tanımadığım sokak yaşayanı o fani…

ELEŞTİRİLMEMİŞ, tahlile tabi tutulmamış, ilmek ilmek analiz edilmemiş, asıl kaynak ile bağlarının olup olmadığı ya da sahihliği mihenge vurulmamış bilgi insanı hakikate taşıyamaz. Öyleymiş gibi kabul ederiz sadece…

Çatışma umuttur oysa…

Çelişki doğruluktan inhiraf etmedikçe hakikate taşıyıcıdır. Çünkü anlamayı sağlar. Kaynaklara yöneltir. Mukayese etme fırsatı tanır.

Bunu başarabilmek için evvela soğukkanlı bir tarafsızlık elde edilmelidir. Akıl emekli edilmemeli bilakis sonuna kadar vahyin ölçüleri çerçevesinde yararlanılmalıdır.

Zihni depremlerin muhteşem oluşu kavranmalı, ruhi tsunamilerin doğru ölçülerle yaklaşıldığı vakit olağanüstü sonuçlara ulaştırabileceği kabul edilmeli ve bunlardan korkulmamalıdır. Emek vermekten ise asla kaçınılmamalıdır.

Kedi babası haklıydı, evet. Çelişkiler umuttur. Çatışmaları halının altına süpürerek kulağımızın üstüne yatmamız gündüzleri hay huyla geçirsek bile geceleri bizi sağır eder.

Aklımızla, kalbimizle dahası ruhumuzla uzlaşabilmemiz evvela çelişkilerimizi kabul ederek üzerine azimle gitmemizle mümkün.

Diyorum ki erenler, iyi bir mümin olmak iyi bir çelişki uzmanı olmaktan geçer.

Ya Selam!

29.10.2025

https://www.istiklal.com.tr/yazarlar/celiskilerin-umudundur-evlat-1070523h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir