Güzellik Satan Çerçi

UĞUR CANBOLAT

AFYON bedesteninde rastlamıştım kendisine. Kafasını usturayla kazıtmış, pala bıyıklarını da siyaha boyatmış da olsa alın çizgilerinden yaşını ele veren cevval bir ihtiyardı. Gözleri irice ve parlaktı. Konuşurken dikine baktığından hafif bir ürpertiye sebep oluyordu. Esnafın sesini duymak, tarihi dokuyu içime çekmek arzusuyla uğramış bulduğum çarşıda tabureye çöküp bir iki nefes almak üzereydim ki tam karşıma gelip dikildi ve “Haydi, gel benimle” dedi.

Kısa bir tereddüt geçirmediğimi söyleyemem. Ne diyeceğimi bilemedim. Kararsızlığın sırat köprüsünde sallanıp durdum. Esnaftan güngörmüş biri yanımdan geçer gibi yaparak sessizce “Onunla git” demeseydi cevabım hayır olacaktı. Soru içeren alaca gözlerle baktığımı fark eden esnaf “Seni en sevdiğin yere götürür meraklanma” sözü içimi biraz olsun rahatlatmıştı. Sırtına vurduğu torbayla beraber hareket eden çerçi “İzlerimi takip et” diyerek önden yürümeye başladı ama ardında izi yoktu.

Bu kavramların bende bol çağrışımı olduğundan olaya manevi bir anlam yüklemekte gecikmedim.

Yaşına, hafifçe belirgin olan göbeğine ve sırtındaki yüke rağmen adımları hızlıydı. Yetişmekte zorlanıyordum. Hava sıcaktı. Ki, benim pek aram yoktur. “O sokak senin, bu sokak benim” diyerek bir taksimat yapıyordu. Burada gizli bir mânâ mı vardı yoksa diline pelesenk olmuş bir cümle miydi bilemedim. Takip ettim mecburen ama anamdan emdiğim süt burnumdan gelmişti. Yine de “Bunda bir sır olabilir” düşüncesiyle kalbim itiraz etmeyi reddediyordu.

MEVLEVİLİĞİN ikinci merkezi olarak bilinen ve halk arasında “Mevlevi Camii” ismiyle anılan Sultan Dîvânî türbesine getirdi. Avluya giriş merdivenlerine vardığımızda sırtındaki çuvalı hemen yana bırakarak telaşla tırmandı ve şadırvanın yanında durdu. El işaretiyle yaklaşmamı isteyerek abdest alınan oturağın arkasında yer alan sütunların birine sırtımı yasladı. Başımı dikleştirdi. Yine el işaretiyle durumu bozmamamı tembihledi. Ani bir çeviklikle kendisi diğer tarafa geçerek aynı uygulamayı yaptığı anlaşılıyordu. Aradaki su haznesi sebebiyle kendisini göremiyordum. Birden çok yakınımda hatta kulağımın dibinde sesini işittim. Yıllardır her sene buraya geliyor, abdest alıyor olmama rağmen bu özelliğini bilmiyordum. “Adın ne?” dedi, söyledim. Üç kez tekrar ettirdi. Sonunda “Benimki de güzellik satan çerçi” dedi.

Kuzey, batı ve güneyden sokakla, doğudan evlerle çevrili bir mekân burası. Kuzey ve güneyden avluya girilen iki demir kapısı var. Kuzey kapısı aşağıda olup basamaklarla avluya, ikinci bir basamak dizisiyle caminin kapısına çıkılıyor. Caminin giriş cephesi doğuya bakıyor. Ana ünite türbe, semahane ve mescid, şerbethane, bacılar mahfili ve son cemaat yerinden oluşuyor. Ayrıca eskiden derviş hücreleri, matbah-ı şerif, selamlık dairesi, mezarlık ve harem daireleri de bulunmakta ise de bugün selamlık, mezarlık ve harem daireleri mevcut değil. Müze kısmından bu bilgileri edinebiliyorsunuz.

Güzellik satan çerçi tekrar belirdi ve izimi takip et diyerek caminin merdivenlerine yöneldi. İçeri girdik. Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarından olan Sultan Dîvânî hazretlerinin cami içindeki kabrinin başında huzura durduk. Bir müddet sonra oturdu ve elimle yanını işaret etti. Hocasından ders alan bir tâlip misali diz dize gibiydi. Sürekli mırıldanıyordu ama ne dediğini anlayamıyordum. Bir müddet sonra yavaşça kalkarak iki elini göğsünde birleştirip edep üzere arka arkaya çekilmeye başlamıştı. Bende aynısını tekrar ettim. “Yarın aynı saatte burada ol” diyerek beni orada bırakıp gözden kaybolup gitti.

Gerçek mi rüyamı ikileminde kalmış olsam da yine dediği saatten önce orada bulundum.

SIRTINDAKİ çuvalla belirdi. Yine telaşlıydı. “Haydi, haydi düş peşime” diyerek işaret etti. Yine takipteydim. Dün buluştuğumuz bedestene tekrar geldik. Eşikten ayağımızı atmadan kulağıma doğru eğilerek “Yamacımdan ayrılma ve hiçbir soruya cevap verme” talimatını verdi. Başımla “Tamam” işareti yaptım.

Burası kumaş mücevher ve buna benzer değerli eşyaların satıldığı bir kapalı çarşı. Bedesten yani. Bir nevi eski zaman çarşısı. Osmanlıdan günümüze gelmiş bir yapı. Sonradan öğrendiğime göre 1914 yılında yeniden inşa edilmiş. Yan yana dizilmiş yetmiş bir adet dükkândan oluşuyor.  Genelde tuhafiyecilik üzerine çalışan bu dükkanlarda yün ip, dantel ipi, yazma, tülbent, kumaş ve her türlü dikiş-nakış malzemesi satılıyor. Yöresine ait iğne oyaları, patikler, oyalar, dantel ve nakış eserleri bulmak mümkün. Düğünlerde kullanılan yöresel kıyafetler, kına torbaları ve örtülere de rastlanıyor.

“BEN çerçi, güzellik satıyorum” diyerek avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Sanırım esnaf alışık olduğun yadırgamıyordu. İki tur attık ama henüz kimseye bir şey satmadı. Üçüncü tavafa geçtiğimizde kapıdan giren orta yaşta olan birine doğru ilerledi ve dün bana yaptığı gibi gözünün ta içine bakarak “Safa kalptedir” dedi ve ilerledi. Bir tur daha attık ama güzellik satın almak isteyen bir müşteriye rastlayamadık. Yan dükkândan çıkan bir gencin önünde durdu ve sesini düşürüp munisleştirerek “Dehâ akıldadır evlat” dedi ve durmadan yürümesini sürdürdü.

Birkaç tur daha attık ama ehil birine rastlamadığından olsa gerek çuvalı boşuna dolaştırdık. O sırada yan dükkandaki saçları kenarlardan iyice kazıtmış tepe tarafındaki uzun kısmı taramış olan esnafın kapısına gidip içeriye adımını atmadan “Helâl rızıktadır” diye seslendi.

Mevzuyu anlamaya çalışıyordum ama bana kolaylaştırıcı bir izahta bulunmuyordu. Neredeyse pestilim çıkmak üzereydi ki, çay ocağının önündeki tabureye ilişti. Ben de fırsattan istifade yanındakine çöküverdim. Bir süre sessiz kaldı. Mütebessim bir çehre ile yüzüme bakıyordu. Tüyo vermediğinden anlamını çıkaramıyordum. Bu sebeple bende edebi terk edip kendisine bakmaya başladığımda yüzünün giderek güzelleştiğini görüyordum. İçimden “Bu kişide bir cemal çekiciliği var” diye düşünürken “Evlat” dedi. “Cemal yüzdedir. Bekâ cennettedir. Vefa dostluktadır. Devam ameldedir. Hasat emektedir. Hayâ davranıştadır. Beyan konuşmadadır. Bunların tümü güzelliktir. Ben bunları ehline satan çerçiyim. Senin nuru baki olan hocan da güzellik satıcısıydı. Uğradığında selamımı ilet emi.”

Başkaca bir kelam etmeden kalktı ve gitti. Hepsi bu.

HEMEN hocamın huzuruna varıp ilettim.

Vaktinde “Afyon’un meczubu yani cezbelisi çoktur” demişti. Demek ki, bu da onlardan biriydi.

Hayata incelikli bakabilir, koşuşturmadan biraz vazgeçip vakfe yapabilirsek nice hikayelere tanık olacağız kim bilir?

Ya Selam!

03.11.2025

https://www.istiklal.com.tr/yazarlar/guzellik-satan-cerci-1071478h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir