Kullanma Tarihi Geçmiş Hayaller

UĞUR CANBOLAT

KIRKBEŞ sene evveldi.

Haşarılığımız üstümüzde, dur durak bilmiyoruz. Küçükçekmece Cennet mahallesinde bir caminin üstünde devran sürüyoruz. Vakit namazları için aşağıya indiğimde gördüğüm mütemadiyen erken gelip sürekli Kur’an okuyan Boşnak bir amca vardı. Nadiren konuşan biriydi. Bosna tipi dikişsiz bere hiç başından eksik olmuyordu. Ortasındaki iplikse her zaman dikkatimi çekiyordu nedense.

Öğrenciler olarak erken indiğimizde “Haydin bakalım yavrularım” diyerek hepimizi ayağa kaldırıyor ve cemaat camiye gelmeden evvel bir nevi mıntıka temizliği yaptırıyordu. Hepimiz eğilip gördüğümüz şeyleri alıp cebimize koyuyor namaz çıkışı çöpe atıyorduk.

Sürekli hatim yapan ve bizimle pek konuşmayan bu Boşnak amca cami avlusunda tesbih satan beli bükülmüş dede ile konuşmaya ise hiç doymuyordu. Sessizce yaklaşıp birkaç kez yancılık yapmaya çalışmıştım ama sohbetten bir şey anlamamıştım doğrusu.

TESBİHÇİ Dede ketum değildi. Dilbazdı. Muhabbeti seviyordu. Bu sebeple başı hiç eksik olmazdı. Ticareti zayıf olsa da sohbeti bol ve hararetliydi. Nice sonra hemşerim olduğunu öğrendiğim dede ile giderek yakınlaştık. Defalarca evine götürmüş yemek yedirmişti. Torunlarından kalan üst baş desteği de olmuştu. Onlara göre eski olsa da bana göre gıcır gıcırdı. Dolayısıyla onları giyip kursa döndüğümde yaşadığım hissiyatı asla unutamam.

ETRAFINDA sözüne itibar eden ağırlığı gençlerden oluşan bir muhabbet halkası vardı. Cami bahçesinde beli bükülmüş sıradan bir esnaf gibi duran bu dede evde kırmızı bir post üzerinde oturuyordu. Kimse sözünü kesmiyordu. Gereksiz soru soran yoktu. Dikkati dağıtacak hiçbir eylem söz konusu olmuyordu. Hatta oturuşlarını bile uzun süre değiştirmiyorlardı. Belirli aralıklarla nükteyle karışık “Hu erenler, çaylar taşmasın” dediğinde hemen servis yapılıyordu.

Burayı çok sevmiştim. Muhtemelen ortamı büyüdüğüm köyümüzdeki köy odamızla özdeşleştiriyordum. Kendisini de beni büyüten dedemle… Dolayısıyla sohbetin hiç bitmesini istemiyordum.

BİR defasında sadece gençler vardı. Hepsinin eli yüzü düzgündü. Saçları taralı elleri temizdi. Gözleri aydınlıktı. O gün gençlerin sürekli soru sorabildiği bir ortam vardı. Anladığım kadarıyla bu özel bir seanstı. Vedalaşma öncesi sarfettiği şu cümleler hâlen gün gibi aklımda:

“Evlatlarım, ayakları yere basan sağlam hayalleriniz olsun. Güçlü hayaller kurun. Ülküsüz kalmayın. Hedefinize odaklanıp kilitlenin. Bunlara ulaşana kadar gözünüzü başka yerlere kaydırmayın. Hayatınızın anlamını bulun. Başka türlü hayata anlam katamazsınız. Kendi anlamını bulamayan anlam yüklemesi yapamaz. Gayret atınız olsun. Sabır kamçınız. Eğer bunları dikkate alırsanız başarılı olur sizden bekleneni gerçekleştirebilirsiniz.”

Bir süre sessiz kaldı. Nasihatin tamamlanmadığı herkesçe anlaşıldığından kimse yerinden kıpırdamıyor arkasının nasıl bağlanacağını merak ediyorlardı. Kendini işaret ederek “Yoksa kullanım tarihi geçmiş hayallerin sahibi bendenizden bir farkınız olmaz” demiş ve “Hepiniz aslanlarımsınız” cümlesiyle uğurlamıştı.

En küçükleri olduğumdan beni bırakmamış geceledikten sonra sabah namazında kursa dönmüştük.

SON zamanlarda hatırıma yeniden bunlar düşünce “Demek ben de yaşlanıyorum” diyerek azcık hayıflandım. Aklıma “Hayallerin kullanım tarihi geçer mi?” gibi bir soru da mıh gibi çakıldı.

Hayal, zannetmek ve benzemek olarak tarif ediliyor. Hayl kökünden geliyormuş. Hayâl ve hayâlet, uyku yahut uyanıklık halinde insana gerçekmiş gibi görünen surettir şeklinde ifade ediliyor.

Yani gerçek değil gerçeğin gölgesi. Gerçekleşmesi kişinin yeteneğine, gayretine ve süreçte yüklendiği sebat ile orantılı.

Bu konu üzerinde çokça çalışılmış. İzahlar getirilmiş. Aynadaki yansıması veya rüyadaki timsali denilmiş mesela. Beş duyunun fonksiyonel bir devamı olarak kabul edenler de olmuş. Duyularla idrak edilemeyen bir şeyin tahayyül olunamadığı, tahayyül edilemeyen şeyin de düşünülemeyeceği şeklinde fikirler oluşmuş. Felsefi ve tasavvufi ekoller tarafından bu mevzular üzerinde uzun izahlar getirilmiş tanımlamalar yapılmış. Dileyen onlara müracaat edebilir ancak benim aklım teşbihçi denin o müthiş önerilerinde kaldı. O sebeple konu hakkındaki nakillere girişemeyeceğim.

HAYALLERİN kullanım tarihi geçmiyor elbette. Söylenmek istenen o değil.

Anlatılmaya çalışılan vaktinde bunlara erişilmezse eğer buna güç yetirecek bir zihin kalmıyor. Orada cevvaliyet sürse bile beden buna kâfi gelmemeye başlıyor.

İnsanın başına açılan türlü gaileler artık o hayallerin peşinden koşacak derman bırakmıyor. Gözden fer, dizden derman çekiliyor. Eller titremeye başlıyor. Sağlık sorunları bir bir sökün ediyor.

Kısacası kişinin kullanım tarihi geçiyor.

Hayaller ise orada ulaşılmamış bakir bir hazine gibi duruyor.

Mecazi aşk devam etse de fiili icra söz konusu olmaktan çıkıyor.

Kullanım tarihi geçmiş hayallerin sahibi olmamak için o rüyanın, arzunun, emelin peşine vakti vaktine düşmek gerekiyor.

Bulanlar arayanlardır malum. Menzile erişenler de yürüyenlerdir.

Ya Selam!

29.09.2025

https://www.istiklal.com.tr/yazarlar/kullanma-tarihi-gecmis-hayaller-1064890h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir