Öğrencilerim Kapanmayan Amel Defterimdir

Öğrencilerim Kapanmayan Amel Defterimdir

Talip, talebe, talep eden, öğrenici, öğrenen ve öğrenici gibi kelimeler her zaman dikkatimi çeker. Dolayısıyla öğreniciye öğreten, talep edenin talebini karşılayan öğretmenler de hep ilgi alanımdadır. Hayatın tümünü bir öğrenme sahası olarak görmek ise ömür boyu öğrenmeyi getirir.

Uzun yıllardır kendisiyle tanıştığım, heyecanına tanık olduğum, özenini gördüğüm ve işini ciddiyet ve sorumluluk bilinci ile yaptığına şahit olduğum eğitimci İlhan Temir ile öğrenci, öğrenme ve öğretmen ilişkisi üzerinde derinlemesine bir söyleşinin kapısını sizler için araladık.

Ebeveynlerinde istifade edeceğini düşündüğüm bu röportajı dikkatinize sunuyoruz.

UĞUR CANBOLAT

———————–

Öğretmenlik nasıl bir meslek diye başlayabilir miyiz?

-Öğretmenlik, sosyal sermayesi büyük bir meslektir. Eğer hakkıyla yapılırsa insanın hayatını her zaman renkli ve zevkli kılar. Öğretmenlik sürekli gelişmeyi esas alan ve bunu paylaşmayı zorunlu kılan bir meslektir. Dolayısıyla durağanlığa imkân tanımaz. Hayatı en dinamik şekliyle yaşamayı getirir. Ayrıca paylaşmayı temel aldığından bu davranış yaşamın diğer alanlarına da sirayet eder. Sürekli sosyal sermayenin işlediği, paylaşımın yoğun olduğu bir meslektir. Dokunduğunuz öğrencilerin büyüyerek meslek sahibi olmaları nedeniyle hayata sundukları katkılara, üretimlerine tanık olmak öğretmeni inanılmaz derecede mutlu eder. Bu zevki, mutluluğu başka bir şeyle kıyas etmek asla mümkün değildir.

Beklenmedik bir anda bir öğrencinizle karşılaşmak ve onun hayatındaki değişikliklere tanıklık etmek nasıl bir duygu hocam?

-Bu tarifi imkânsız olan bir duygudur. Öğretmenin öğrencisini o süreçte görmese bile emeğinin çoğalması, bereketlenmesi demektir. Hayatın kılcal damarlarına yansımaktır. Emeklerinizin bir yerlerde meyve vermesidir. İnsanlığın hayrına üretimler yapmasıdır. Atılan tohumların filizlenmesi, dal budak salmasıdır. Bu sebeple izah etmesi gerçekten güçtür. Ve tarifinde zorlanılacak bir mutluluktur.

Beklenmedik karşılaşmalar dediniz sorunuzda. Bu da hayatın bana getirdiği ve iliklerime kadar huzura taşıyan bir husustur.

Böyle bir durum olduğunda yani bir öğrencinizle yıllar sonra beklemediğiminiz bir yerde karşılaştığınızda neler oluyor aranızda?

-Önce müthiş bir şaşırma oluyor. Sonra yılların verdiği hasretle bir kucaklaşma gerçekleşiyor.

Eski günler mi yâd ediliyor?

-Tabi. Ama burası iki yönlü. Önce eski günler elekten geçiriliyor. Acı tatlı hatıralar kendini hemen hatırlatıyor. Onlar konuşuluyor. Sonra sıra öğrencimin yeni hayatına geliyor sıra. Neler yaptığı, hayatındaki değişiklikler bir bir dökülüyor. Kısacası ara kapatılıyor ve yeniden bütünlük sağlanıyor.

-Hocam acı tatlı hatıralar dediniz. Tatlı kısmı malum, anlattınız. Acı olan kısmı nedir?

– Acı dediğim acı değil aslında. O sırada dersin gerektirdiği ciddiyet ve sürecin zorunlu kıldığı disiplini kastediyorum. Çünkü öğrenci ister istemez belirli zamanlarda bile olsa bu sıkı çalışmaya, disipline olmaya tabi olmak istemeyebiliyor. Günün akışı içerisinde kendisini meşgul eden hususlar söz konusu olabiliyor. Öğrenciyi anlayıp, mevcut durumu kabullenip o sıradaki duygu durumuna saygı gösterip amaca yönelik çalışmaya motive etmek ve bunu onun gelecekteki yararı için sağlamak o sırada geçici de olsa onun için acı gibi görünebilir. Demek istediğim bu.

-Peki, o halde öğretmen ile öğrenci iletişiminin özel sırları var. Bunlar nelerdir?

-Ben bu sırrı “Sevgi + İlgi + Bilgi” olarak tarif ediyorum. Bu üç bileşen öğretmen ve öğrenci arasındaki bağı güçlendiriyor. Güçlenen bu üçlü bağ güveni tesis ediyor. Bunlar sağlandığında ders çalışmak sıkıcı olmaktan çıkıyor ve eğlenceli bir hâl alıyor.

Biraz daha açabilir misiniz?

-Tabi. Bahsini ettiğimiz üçlü mekanizma çalışıp güçlü güven bağı oluştuğunda özlem doğuyor. Hem öğretmene hem de derse karşı. Öğrenci ders saatinin gelmesini özlüyor, istiyor. Öğrendikçe kendini daha iyi hissediyor.

Bir motivasyon durumundan mı bahsediyorsunuz hocam?

-Evet. Öğrenci bilmediklerini eğlenceli bir disiplin içinde öğrendiğinde kendisine karşı olan güveni artıyor ve sürekli gelişiyor. Bu durum ona güç veriyor. Hedeflerine ulaşabileceği konusunda öngörüsünü pekiştiriyor. Dolayısıyla çalışmaya olan motivasyonunu, isteğini besliyor. Aynı zamanda sorumluluk bilincini de getiriyor.

Çok ilginç bir şey söylediniz. Sorumluluk bilinci dediniz. Biraz daha açabilir misiniz?

-Elbette. Hayatın kendisine getirdiği bir yük var. Olmak istediği, kendini görmek istediği yerler var. Ailesinin kendisi için yaptığı duygusal yatırım var. Kendisini konumlandırdığı bir yer var. Öğretmeniyle sevgi, ilgi ve bilgi bağını güçlendirdikçe meydana gelen motivasyonun sonucu olarak sorumluluğunu yerine getirebilmenin kazandırdığı onur ve özgüven sorumluluk bilincini getiriyor. Bu öğrencinin önüne daha fazla çalışmayı ve kendini gerçekleştirmeyi koyuyor. Yeteneğinin farkına vardıkça emeğini çoğaltıyor. Bu ise şimdiden hayata karşı sorumluluğunu üstlenmesini getiriyor.

Hocam yeteneğinin farkına varması dediniz. Bu önemli sanırım…

-Evet, çok önemli. Eğer öğretmeni sadece ders çalıştırıp süreyi doldurmak yerine birkaç kez bahsettiğim bağı kurduğunda öğretmenine karşı geliştirdiği güven onu öğretmeninin yönlendirebilmesine imkân sağlıyor. Biz öğretmenler biraz da yetenek avcısıyızdır. Bunu görürüz. Fark ederiz. Ve öğrenciyi güdülemeden bunu fark etmesini sağlarız. İstediğimiz gerçekleştiğinde yani kabiliyetinin farkına vardığında hayatın neresinde olup nasıl bir katkı üretebileceği yönünde düşünmeye başlıyor ve kendini o alanda test etmeye, okumalar yapmaya başlıyor. Seçeceği mesleği belirlemede etkili oluyor. Eğer yeteneğine göre bir meslek tercih ederek oraya yönelip emek verirse başarılı olacağına inanıyor. Malum insan sevdiği mesleği yaparsa yorulmaz. Mutlu çalışan bir meslek erbabı da daha çok başarılı olur ve muhataplarının da mutluluk sebebi olur. Yetenek keşfinin böyle bir yanı vardır.

Bir öğretmenin daha iyi öğretici olabilmesi, bahsettiğiniz sonuçları alabilmesi için kendisini nasıl donatması gerekir?

-Öncellikle öğrenciye saygı göstermeli, bireye saygı öncelik gösterilmesi gereken bir husustur. Öğretmen başta söylediğim gibi sürekli kendini güncellemelidir. Psikoloji ve sosyoloji konularına da hâkim olmalıdır. Bugünün öğrencilerinin kendisinden daha zeki daha kültürlü olduğunu kabul etmelidir. Bu öğrencilerin değişim ve gelişimi birlikte yaşayan bireyler olduğu bilinciyle kendini yenilemelidir.

Her öğrencinin öğrenme stili aynı mıdır?

-Değildir. Ancak biz matematik öğretirken genel bir ortalamayı takip ederiz. Birebir derslerde yeteneğine göre kişisel öğrenme teknikleri daha çok dikkate alınmalıdır. Bu sebeple özel derslerde defterleri öğrenciye göre tutarım. Örnekleri ona özel şekilde seçerim. Tüm bilgileri tablo, renk, şema ve mikro notlarla organize edilmiş halde, görsel hafıza temelli olarak veririm. Böylece bilgiyi sadece okumazlar aynı zamanda görselleştirmiş olurlar.

Öğrencinin zekâsından bahsettiniz. Daha önce söylediğiniz öğrenme isteği ve motivasyonu dikkate alırsak öğrenmesinde bu ne kadar etkili?

-Öncellikle ‘’talebe’’ kelimesi bizim için önem arz eder, ‘’talep eden kişi’’ anlamını taşır. Talebin olmadığı bir yerde çabalar nafile kalır. Motivasyon ve disiplin, zekadan daha önceliklidir. Öğretmen bu bileşkeleri ne kadar ahenkle işletirse öğrenci o kadar başarılı olur. Dolayısıyla öğretmen de başarılı olmuş olur.

Siz matematik ve geometri öğretmenisiniz. Öğrencilerin matematiği sevmediği şeklindeki anlayış bir şehir efsanesi mi?

-Bu bilginin biraz doğruluk payı var. Bu sorunun cevabını eğitim fakültesine başladığımızda ilk derste değerli hocamız Prof. Dr. Fevzi Başer, ‘’Matematik zor ve anlaşılmaz bir ders değildir. Anlatması ve dinletmesi zordur. Anlatmayı ve dinletmeyi becerebilen öğretmenler olursanız, anlayan ve başaran talebeleriniz olur. Memleketimin neresinde giderseniz gidin çocuklara bu dersi iyi öğretmezseniz, işinizi hakkıyla yapmazsanız ahirette iki elim yakanızda olacak.’’ şeklinde cevaplamıştı ve bize iyi bir matematik öğretmeni nasıl olunur sorusuna kişiliği ile, ilmi ile, giyim kuşamı ile, tahtayı kullanma sanatı ile fakülte hayatımız boyunca müthiş bir örnek cevap olmuştu. Meslek hayatımda gaflete dalmaya hocamın bu sözleri engel olmuştur. Kendilerini ve tüm ekibinde yer alan Prof. Dr. Ömer Faruk Temizer, Prof. Dr. Turabi Geyikli, Prof. Dr. Recep Aslaner’e müteşekkirim. Geçenlerde vefat eden hocamız Prof. Dr. Hüsamettin Coşkun’u da rahmetle anıyorum. Ayrıca İnönü Eğitim Fakültesinde formasyon derslerinde üzerimde ciddi emeği olan Prof. Dr. Osman Kazancı, Prof. Dr. Kemal Duruhan, Prof. Dr. Feridun Merter, Prof. Dr. Mahir Arslan’ı, adını sayamadığım diğer hocalarımı ve üniversite personelini burada saygıyla anıyorum.

Öğrencinin dersini sevmesi öğretmenini sevmesi konusunda anlattıklarınızda bu hocanızın mühim payı var anlaşılan…

-Evet, kesinlikle. Buna öğretmen öğrenci paralelliği diyebiliriz. Bu paralelliğin sağlanması için durumun tersten olması gerekir ki karşılık bulsun yani öğretmenin öğrenciyi sevmesiyle, mesleğini severek yapmasıyla ve heyecanını hiçbir zaman kaybetmemesiyle paraleldir. Bu olduğunda anlattıklarımızın hepsi açığa çıkar.

Ne zamandan beri serbest öğretmenlik yapıyorsunuz?

-Benim için bu sorunun cevabı matematiksel olarak ‘’-’’den başlar. Zamanında matematik dersim çok kötüydü. Tabii bu durum, lise 1. sınıfa kadar tüm sayısal derslerime yansıyordu. 1986 yılında sınıfta kalıp bir yaz kursunda bir öğretmenimin dokunuşuyla hayatım değişti ve gizli kalmış yeteneklerimi keşfettim. Öğretme yeteneğimin farkına varıp arkadaşlarıma ders anlatma ile başladım. Okuduğum lisede bazı sınıflar 7 ders görmekteydi. Bizim sınıf 6 ders görüyordu. İdarecilerden izin alıp o yedinci saatte arkadaşlarıma ders anlatarak öğretmenlik hayatıma başladım. Ege Ziraat Fakültesinde kısmen okudum. Okuduğum süre boyunca ilk ücretli özel derslerimi İzmir’de verdim. Ardından, İnönü Eğitim Fakültesi matematik öğretmenliğine geçmemle beraber ‘’-1’’ yıllık öğretmenlik deneyimimle yoluma devam ettim. Bu dönemde öğrencilik ve öğretmenlik hayatımı paralel götürmeye çalıştım. Yani, öğretmenlik hayatım ben lisede arkadaşlarıma ders anlatmakla başlamış oldu. Sorularınıza cevap verirken söylediklerim bu tecrübelerin bir ürünüdür.

Öğrencilerin evine mi gidiyorsunuz yoksa sosyal ortamlarda veya bir kafede mi çalıştırıyorsunuz?

-Çoğunlukla evlerine gidiyorum, bazen de benim evime geliyorlar, bazen de değişiklik olsun diye nezih kafelerde ders yapıyoruz.

Öğrencilere evinde katkı sunmanın öğrenmeye okuldan farklı olarak artı değeri var mı?

-Tabii ki var uzun süre elde ettiğimiz deneyimlerle bilgiyi en sade şekilde daha kısa sürede öğrencinin öğrenme yeteneklerine göre sunmamız sebebiyle bu konuda okuldaki eğitimin ilerisine geçebilmekteyiz.

Dershanecilik tecrübeniz de vardı değil mi?

-Evet, var. Eğitim fakültesindeyken, Malatya’nın ilk butik matematik merkezi olan dershaneyi kurmuştum. Uzun yıllar Final Dergisi dershanelerinde ve başka kurumlarda çalıştım.

Okul, dershane ve serbest ders verme arasında ne gibi farklılıklar var?

-Kendinizle anlaşmış oluyorsunuz. Bürokratik ve verimliliği düşüren zaman kayıpları yaşanmıyor.

Öğrencilerinizi başarmış ve farklı mesleklerde ilerlemiş olarak görmenin sizde nasıl bir his oluşturduğunu tekrar sorsam…

– Bu durum başta söylediğim gibi beni çok mutlu ediyor ve mesleğe olan şevkimi arttırıyor ve hayat enerjimi de yüksek tutuyor. İftiharla tekrar etmek isterim ki, çok şükür öğrencilerimden ve ailelerinden kopmadım. Onların hayatın içinde başkalarına bazen de bizim hayatımıza dokunmalarını görmek gurur verici bir his. Özellikle sağlık alanında bana olan katkıları ve ilgileri çok oldu bunları burada saymakla bitiremem.

Öğrencilerin bir öğretmen için sosyal sermaye olarak düşünebilir olmasını tekrar hatırlamak gerek o zaman?

-Önceki soruya hatta tüm sorularınıza verdiğim cevapların alt metni olarak sunduğum cevaplar dahilinde şunu diyebiliriz ki, evet. Ayrıca öğrencilerim benim kapanmayan amel defterleridir.

Öğrencilerinizle sonraki yıllarda iletişiminizi sürdürmeyi önemsediğiniz anlaşılıyor?

-Evet, onlar amel defterim olduğu için öğrencilerimin büyük bir kısmı ile iletişimimi sürdürmekteyim. Onlarla yenileniyorum diyebilirim.

Hiç beklemediğiniz bir anda ve beklemediğiniz bir yerde bir öğrencinizin sizi tanıyıp gelmesi konusu çok ilgimi çekti…

-Evet, buraya çok yoğunlaştınız. Güzel bir duygu ancak şunu da belirtmeliyim ki, bu tür karşılaşmalarda karşıdaki kişiyi tanıyan taraf genellikle ben olurum.

Öğretmenin emeklisi olmaz fikrine katılır mısınız?

-Hayır. ‘’Emeklilik’’ kelimesi benim hayata karşı olan bakış açıma terstir. Hayatım boyunca emek sarf edip, değer üretmeyi planlıyorum. Emeklilik yok, emek var diyorum.

Mesleğiniz öğretmenlik olmasaydı ne olmasını isterdiniz?

-Mimar.

Toparlayacak olursak öğrencilerinize matematik dışında da onların gelişmesi bakımından ne gibi katkılarınız oluyor?

-Onların hayatına bu kadar yakın olan yetişkinler olarak onların mental sağlığı, sosyal ilişkileri ve benzeri konularda onlara rehberlik etmek bizim bir eğitimci olarak öğrenciye karşı borcumuzdur. Bu mevcut öğrencilerim için geçerli olduğu gibi hâlen önceki öğrencilerimle de devam etmektedir.

Son olarak öğretmenler için öğrencilikleri bitmeyen bireyler diyebilir miyiz?

-Kendi naçizane fikrimce insanın entelektüel açlığı ve öğrenim süreci hayatı boyunca devam etmeli. Biz öğretmenler olarak sadece öğrenimimizi sürdürmek durumunda kalmamız sebebiyle bu ideal duruma daha yakın olan bireyleriz. Netice olarak size katılıyorum, öğretmenler öğretmek için hep öğrenenlerdir yani öğrencilikleri hiç bitmez.

08.10.2025

https://www.istiklal.com.tr/roportajlar/ogrencilerim-kapanmayan-amel-defterimdir-1066749h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir