UĞUR CANBOLAT
ÇOCUKLUK yıllarında sevmişti.
Hem de ne sevmek…
Saatlerce Allah’ı konuşurlardı.
Bir âyete vurulurlar günler ve geceler boyu bunu diğer bağlantılarıyla birlikte müzakere ederek geçirirlerdi. Fahr-i Kâinat Efendimizin mübarek ve muhteşem örnekliğindeki incelikleri fark etmekten, bunları anlamaktan ve birbirlerine anlatmaktan daha büyük bir heyecanları yoktu.
Dünyevi lezzetleri de vardı elbette ama o zaten herkesin harcıydı.
Bir tefekkür yolculuğuydu onların ki.
İmrenilecek, örnek alınacak bir yol arkadaşlığıydı.
…
AYRILIK düştü sonra aralarına.
Çiçekler soldu.
Çeşmeler kurudu.
Nehirler ritmini yitirdi.
Kuşlar ötmekten vazgeçti.
Gökyüzünün maviliğinde bile azalma görüldü.
Rüzgâr serinletmez oldu.
Güneş bile artık ısıtmıyordu onu yeteri kadar.
…
UZUN ve kederli bir şiire eşti yokluğu.
Bahçenin en tenha yerinde veya evin güneş almayan en kuytu köşesinde demlerdi kendisini. Nadiren güneşe çıkardı. O da mecburiyet olduğunda. Zaruret hâli olmasa bu bile zordu.
Hızlıca hacetini giderir tekrar hücresine iştiyakla dönerdi.
Yılları böyle geçip gitti.
…
“SEN benden gittin ben senden çekildim” diyordu sadece.
Gün boyu tekrarladığı bu cümleden gayrı o çok laf yapan ağzından başka bir şey dökülmüyordu.
Ancak bu gerçeği tam olarak yansıtmıyordu.
Belki de sadece bir teselliydi. Ki, insanın buna ihtiyacı vardı.
Giden gitmişti, evet.
Ama kendisinin çekildiği su götürürdü. Şüpheliydi.
Eğer gerçekten çekilmiş olsa, ondan gönlünü yumuş yıkamış bulunsa, gözünden kopan bir yaş gibi kendisinden irtibatını tümüyle kesmiş olsa bu cümleyi tekrar edip durur muydu hiç?
Bilmiyorum işte, karar veremedim. Hüküm sizin…
…
GİTMEK başka çekilmek başkaydı.
Gitmek, ne varsa hissedilmiş ve yaşanmış onlara arka dönmekti.
Bu ise yüzün başka yöne döndüğünün ifadesiydi ki, gönlün çok önceden çevrildiğini de gösterirdi.
Çekilmek ise çok daha başkaydı.
Bu, yaşanmış olanlara da gidene de saygıyı barındırıyordu içinde. Ne kadar acı olsa da…
Koruyordu, kolluyordu yine. Toz kondurmuyordu anılara.
Karışmıyor, yorum yapmıyor, ithamda bulunmuyordu. Sadece durum tespitiydi yaptığı.
…
MİSAFİR kabul etmiyordu artık.
Kimseyle temas etmek istemiyordu. Oysa sosyal bir alt yapıya sahipti. Çevresi onun hoş sohbetinden kendini mahrum bırakmak istemez hep çevresinde olmaya gayret ederlerdi. Bunu değişik bahanelerle yaparlardı. Kimi içinden çıkamadığı ilmi bir meseleyi sormak için gelirdi kimi bir fıkhi meselenin çetrefilli yanını vuzuha kavuşturmak için. Bazıları gündelik hususları dile getirir, çoluktan çocuktan dem vururlardı.
Hiçbir soruyu geçiştirmezdi. Ciddiye alırdı. Bunu hem kişiye hürmet hem de sorunun hakkı olarak düşünürdü. Konuyu anlamak için önce dinlerdi. Konuya tam vakıf olduktan sonra etraflıca anlatarak anlaşılmasına gayret ederdi. Karşılıklı anlaşılmadan hiçbir sorunun çözüme kavuşamayacağına inanırdı.
Bu sebeple aile tartışmalarında hakem yapıldığı bile çok olurdu. Erinmezdi, kalkar gider bir hâl çaresi bulurdu.
Ama kendisine şifa olamamıştı işte.
Belli ki, gidene de olamamıştı.
Çareyi kendisine çekilmekte bulmuştu.
…
HAYAT gözden kaçırdığımız nice hikayelerle dolu.
Kalbin tenhasına sığınmış, kimselere aşikâr edilmeyen nice cümleler var asumanın gizinde gizlenmiş.
Kahrın bilediği bu cümleler elbette gidene değil kalana ait…
Gidene yenilikler yeter mi bilinmez ama kalıp çekilenlere belli ki yetiyor.
Ya Selam.
04.11.2025