Yağan Kar mı Ateş mi Lavinia?

UĞUR CANBOLAT

ALTMIŞA varmasına bir senesi kalmıştı. Saçlarında neredeyse hiç beyaz yoktu. Üzüm siyahı saçlarını görenler boyattığını sanırdı ama o hiç boya vurmamıştı. Hatta kına bile yakmamıştı.

Doğduğunda sapsarıymış. Konu komşu durumu biraz abartınca babası telaşlanmış. Yörenin âdeti gereği bu köyde evin kadını doğum yaptığında baba bir hafta kadar eve gelemezmiş. Ancak bu durum onu telaşa sevk ettiğinden bir yolunu bularak kendi evine gizlice sızmış ve kundaktaki yavrusunun yüzündeki tülbenti hafifçe kaldırıp baktıktan sonra bir oh çekerek şükürler etmişti.

Sarı olmasına sarıydı ama hiç söylenilen gibi değildi.

O günden sonra herkes ona “Saroğlan” demeye başlamıştı.  Babası “Hanesine uğur getirir, başakta sarıdır” diyerek içini ferahlatmıştı. Gerçekten de öyle olmuştu. İlk torun olduğundan dedeleri tarafından da çok sevilmişti. Hatta dedesi onun niyetine Tokat Zile’ye giderek ona bir tay almış birlikte büyümelerini istemişti. O gün bugündür atları severdi. Sırf atlar olduğu için seyrettiği filmler, diziler olmuştu.

Sarı oğlanın saçları zamanla üzüm siyahına dönse de adı hep öyle kalmıştı.

GURBET meskeni olmuştu küçük yaşta. Akşam yiyecek bir şey bulamadığında öğrenci olarak kaldığı evin sokak girişindeki kıraathanenin önünde ahşap tablası ile “Şam Tatlısı” satan kasketi neredeyse alnını kapatan kara yağız ve pala bıyıklı amcaya fiyatını sormuştu. Cebinde harçlığı olmadığından uzaklaşan bu çocuğun halini anlayan satıcı arkasından “Hey Saroğlan almadan nereye böyle?” diye seslendiğinde beni nereden tanıyor diye dizlerinin bağı çözülmüştü.

Artık karşılaştıkları her akşam bedel almadan ikramını yapan ve ismini bilmediği bu “Pala dayının” ahbabı olmuştu. Yanındaki tabureye oturtup oradan buradan laflamayı âdet haline getirmişti. Bir defasında kendisinden hiç beklenmeyecek bir şekilde yüzüne bakarak şöyle demişti: “Yağan kar mı ateş mi Saroğlan?”

O minik kalbiyle cevap verememişti tabi.

GÜNLER birbiri üstüne devrilmişti. Yıllar hiç ara vermeden onları takip etmişti. Son zamanlarda nedense içine “Pala dayı” düşmüştü. Hatta bir defasında rüyasına gelip “Neredesin be Saroğlan?” demiştide onu bulmayı vazife saymış ve gurbeti ilk yaşadığı o semtin tüm çay ocaklarını ve kıraathanelerini dolaşmıştı ümitle.

Tam pes etmek üzereyken çarşı camisinden çıkan beli bükülmüş bir ihtiyar gördü. Arkası dönüktü. Ama sanki onun gibi kokuyordu. Cesaret etmekte zorlansa da arkasından sadece onun duyabileceği bir ses tonuyla “Yağan kar mı ateş mi?” deyiverdi birden.

Önündeki doksanına merdiven dayayan ihtiyar ani ve beklenmeyen çeviklikle dönmüş ve kollarıyla onu öylesine sarmıştı ki ne sarma. Dakikalarca bırakmamıştı.

Bir süre sonra kollarını gevşetip yüzüne bakmış ve “Sensin o ama ne oldu böyle saçlarına?” demişti. O sapsarı oğlan gitmiş yerine uzun siyah saçlı biri gelmişti. Üstelik altmışına merdiven dayadığı halde…

HATIR sorduğunda “Pala dayı” içindeki yiv ve setlerden yavaşça geçirdiği şu cümleyle cevap vermişti: “İçimde kar dondu imanım.”

Anlattıkça anlattı. Cümlelerinin arasına yine aynı cümleyi bir farkla hep sıkıştırıyordu: “Yağan kar mı ateş mi Lavinia?”

Saroğlan “Sen Özdemir Asaf mı okuyorsun?” diye sorduğunda “Ben hep okudum ama sadece onun mu Lavinia’sı var? Ateş sadece onun üstüne mi yağdı imanım? Benim de vaktiyle sevip vuslat edemediğim cici bir kız vardı böyle ünlediğim” demiş ve hikâyeyi otuz iki kısım tekmili birden anlatmıştı bunca araya giren yılların hatırına.

Şair gibi o da ay yüzlü cici kıza, Lavinia’sına gitme diyememişti. Üşüdüğünde ceketini verememişti. Günün en güzel saatlerinde kalplerini birbirine tutarak aşkın demini tutamamışlardı. Kalbinde taşıdığına yanımda kal diyememenin kahrını yudumlamıştı zehir misali. Yalanla incitmemişti. Adını hep bir giz gibi gizlemişti. Cici kız demesi de Lavinia demesi de bundandı. Buz ile tutuşmayı bir görmesi yine bu sebeptendi. Yağan ateşin altında “Yandım” demeden durması bu yangını sevmesindendi.

LAVİNİA ay yüzlü yâr demekti.

Bakışı, gülüşü, söz söylemesi, dinlemesi, yürüyüşü, endamı güzel sevgiliydi o. Pembe çiçekleri olan büyüleyici zarafette bir çiçekti. Kalbinin tutuşması boşuna değildi.

Kavuşamamıştı ama ne çıkar? Kalbi hiç ayrı düşmemişti ki… Yaban olmamıştı ki…

Hem dünya tüm arzu ve isteklerin gerçekleşebildiği bir yer değildi. Ölümden sonra ötesi vardı. Zaten Lavinia aynı zamanda ölümü simgelemiyor muydu? Ayrıca ölüm sonsuzluğun aralanmış kapısı değil miydi inanmışlar için?

O, ölüme inandığı kadar kalbinde olanla yani Lavinia’sı ile dirileceğine de inanmıştı.

PALA DAYIYI dinleyince Saroğlan’ın kalbi de ateş sağanağına tutuldu.

Ertesi sabah kalktığında simsiyah saçlarından birkaç telin beyazladığını gördü. Sarının siyaha dönmesi gibi siyahın da beyaza dönüşmesi hiç garip değildi.

Pala dayı ile siyah saçlı Sarıoğlan her hafta Perşembe ikindilerinde buluştular ve üzerlerine ateş yağdırmaya devam ettiler.

Ya Selam!

17.11.2025

https://www.istiklal.com.tr/yazarlar/yagan-kar-mi-ates-mi-lavinia-1073681h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post

  • Kalbimin Maksûresi

    UĞUR CANBOLAT İKİ yaş kendisinden büyüktü. Kapı bir komşulardı. Tüm çocukluk oyunlarını birlikte oynamışlardı. Birlikte koşmuş, birlikte düşüp çamura bulanmış,…

    Read More

  • Yağan Kar mı Ateş mi Lavinia?

    UĞUR CANBOLAT ALTMIŞA varmasına bir senesi kalmıştı. Saçlarında neredeyse hiç beyaz yoktu. Üzüm siyahı saçlarını görenler boyattığını sanırdı ama o…

    Read More

  • HAYAT-I TAYYİBE

    UĞUR CANBOLAT AHLÂK-I HASENE erleri, hayat-ı tayyibe üzere yaşayanlar arasından çıkarlar. Onların en büyük gayesi tayyip yani iyi, güzel ve…

    Read More