Yıktın Mümkünümü Çarelerimi

UĞUR CANBOLAT

MÜMKÜN insanlarıydık biz. Böyle gördük, böyle belledik…

Böyle eğitildik.

Atalarımız her zaman bize bu yönde örnek oldular.

Mümkün olan makul olandı. Doğal olandı.

Herkes kendi mümkünü içerisinde Rabbimizin kendisine bağışladığı yetenekleri açığa çıkarmak için çabalardı.

Mükemmelliği burada arardı.

Kendisi olmaya çalışırdı.

Saflığını daha da durulaştırmak için emek çekerdi.

Orijinal olmak en muhteşem mükemmellikti.

ELBETTE bu her alanda olamazdı.

Şahsına münhasır olurdu.

İlim ehliyse burada rusuh sahibi olmayı hedeflerdi.

İrfan yolcusu olmayı dileyen ise ehl-i kalp olmayı hedeflerdi. İçsel yolculuğuna odaklanırdı. Kendilik bilinci basamaklarını anlayarak, gelişerek ve iyi yönde dönüşerek çıkardı.

Sanatkâr sanatına, zanaatkar işine derinleşirdi.

Her sahada at koşturmanın beyhudeliğini çözmüş olmanın en mühim işaretiydi bu anlayış.

DEVRAN döndü. Zaman başkalaştı.

İnsanlar şaştı.

Ölçüler karıştı.

Kalpler bunaldı ve bulandı.

Akıl dumura uğradı.

Yarış atlarına döndük ardından.

Nafile yokuşlarda yorgun düştük.

Nefesimiz kesildi ama kamçı yemekten kurtulamadık.

Sonucu hüsran olacak olan yarışlara soktular bizi…

Herkesi rakibimiz olarak gördüğümüzden beri dostları dostluktan çıkardık.

Arkadaşlarımıza arka vermez olduk. Sadece öyle sanmaları için çabaladık. Yüzlerine güldük ama içimizden kuyularını kazdık. Düştüklerinde ise üzülmüş gibi yapmayı da ihmal etmedik tabi…

Mümkünden vazgeçip kendimizi mükemmelliğe vurduğumuzdan beri başımıza bunlar geldi.

KALBİ dağlanan âşık bunları ve bilmediğimiz başka nice azapları yüklenince kahrını dilinden şu dizelerle dökmüştü:

“Kahpe felek sana nettim neyledim / Attın gurbet ele parelerimi
En sonunda beni sıladan ettin / Yıktın mümkünümü çarelerimi”

Feleğin bir suçu yoktu ama insanoğlu işte, ihaleyi birilerine yıkmayı seviyordu.

Ya da başka türlü işin içinden çıkabilecek bir formül bulamıyordu.

MÜMKÜN mükemmelden daha mükemmel olduğu için mükemmel ona düşmandı.

İnsanın bilmediği bir şey vardı ki, mükemmele kendini odaklayan kişi onu elinden kaçırıyordu. Erişemiyordu.

Harmanı yele veriyor hasadı ziyan ediyordu.

Kendisine ideal olarak sunulana, türlü havuçlarla dikte edilenlere ulaşayım derken hayatı kaçırıyordu.

Hakikati de…

Kendini kaybedenin bulduğu nedir ki…

Ne işine yarardı ki…

KUSURSUZLUK algısının en büyük kusur olduğunu çok geç kavradık.

Kaç treni kaçırdığımızı sayamadık bile.

Bunu yapamayan bizler psikolojik rahatsızlıklara yakalanıp avucumuzdaki renkli ilaçları saymaya başladık.

Bir de randevu günümüze ne kadar kaldığını…

ULAŞILMAZLARA ulaşabileceğimizi sandık.

Yaman yanıldık.

Yere çakıldık.

İçimizde hapis kaldı utandırılan çocukluğumuz.

İncinmişliklerimizi örtmek için habire incittik.

Şefkati gereksiz, merhameti zayıflık saydık.

Yıkılınca mümkünümüz, çaresiz kaldık.

Öyle derbeder, öylesine yıkık…

Demem o ki, mümkünümüzü geri alalım. O bize yeter.

Mükemmelliği isteyenlere verelim. Onların olsun.

Ya Selam!
12.11.2025https://www.istiklal.com.tr/yazarlar/yiktin-mumkunumu-carelerimi-1072954h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post