Takvim Yapraklarıyla Okuma Yolculuğu Başlayan İsa Çolaker:
AMASYA’NIN KADİM KÜLTÜRÜ BENİ YAZAR YAPTI
Her sene ziyaret ederim bu şehri. Sokaklarını dolaşırım, bakırcı esnafını izlerim, tepesinden bakarım, yeşil ırmağın kenarında oturup akışın seyrine dalarım ve sonunda Mir Hamza Nigari Hazretlerinin huzuruna varıp şu dizelerle gönlümü demlerim.
“Nice ağlamayım etmeyim feryâd / Giriftâr-ı aşkın bînevâsıyem
Leyli’nindir Mecnun, Şirin’in Ferhad / Ben de Şeyh Nigar’ın mübtelâsıyem”
Bugün siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için kendisini bu şehirle tanımlayan ve adayan değerli yazar ve akademisyen İsa Çolaker ile Amasya’nın peçesini aralayarak gökçek yüzüne bakmak istedik.
Biz sorduk hoca cevapladı.
UĞUR CANBOLAT
————————
Nasıl bir çocukluk dönemi yaşadınız?
-01.11.1963 yılında Giresun’da doğdum. İyi bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. Eğitimli bir babanın birinci çocuğu olarak dünyaya geldim. İlkokulu, Giresun Cumhuriyet İlkokulu’nda; Liseyi, Giresun İmam Hatip Lisesinde tamamladım.
Edebiyatla ilişkiniz ne zaman başladı?
-Edebiyatla ilişkim çocukluk döneminde başladı. Evimizde iyi bir kitaplık mevcuttu. Abdullah Ziya Kozanoğlu, Kemalettin Tuğcu, Ercüment Ekrem Talu, Ömer Seyfettin vb. okuyarak edebiyat yolculuğuma başladım.
Çocukluk devresinin oyunlarından da uzak kalmadınız değil mi?
-Hayır, kalmadım. Çocukluğum sokak, deniz, yüzme ve tabiatın kucağında geçti. Yaylaları, yürümeyi ve hayrete dayalı tefekkürü çocukluktan hissetmeye başladım. Ailemin esnaf olması ve babamın İslami muhitlere aşinalığı, beni iyi bir arkadaş ortamına yöneltti. Sadettin Elibol, Hüsnü Aktaş, Lütfi Şentürk vb. kaliteli öğretmenlerim oldu. Sebil, Yeniden Millî Mücadele, Mavera, Ölçü vb. dergilerle yolculuk yaptım.
Lise sona kadar Giresun’dasınız. Edebiyat muhitleri var mıydı? Sizi Türk Dili ve Edebiyatına yönelten ana saik neydi? Biraz daha açar mısınız?
-Tabi. İmam Hatip Lisesine iyi ki gitmişim. Giresun gibi seküler bir muhitte, edebiyat yolculuğum okulum da başladı. Sosyal muhit olarak zayıf olan okulum, fikri ve irfani olarak çok doluydu. Yunus’u, Mevlana’yı, Saidi Nursi’yi, Seyyit Kutup’u,Necip Fazıl Kısakürek’i okulda tanıdım. Şanslı olduğumu düşünüyorum.
Genellikle okuma yolculuğuna dergiler eşlik eder. Sizde nasıl oldu?
-İlk okumalarımda yer tutan dergileri de yine burada okudum. Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt vb. üstatları din kültürü öğretmenlerimden öğrendim. Onlara selam olsun. Edebiyat mahfili olmayan memleketimde, dini muhitlerde yazma ve okuma becerimi geliştirdim.
İlk yazınızın nerede yayınlandığını hatırlıyor musunuz?
-Tabi. İlk yazılarımı da okulun duvar gazetelerinde paylaştım. O yazılarımı keşke geri getirebilsem. Beni edebiyata yönelten şey, babamın “Sönmez takvimi” yapraklarıdır. Oradaki şiir, kıssa kırıntıları benim yazma yolculuğumun ilk işaret fişekleridir.
Adıyaman ve Samsun’da öğretmenlik yaptınız. Uzun yıllardır da Amasya’dasınız… Bu üç şehrin sizdeki etkileri neler oldu?
-1986 yılında Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğinden mezun oldum. Sırasıyla: Adıyaman-Gerger, Ordu-Ulubey, Samsun-Çarşamba Liselerinde öğretmenlik yaptıktan sonra üniversiteye intisap ettim. Adı geçen üç şehrinde sosyolojisini iyi yaşamış biriyim. Adıyaman, öğretmenliğimin atölyesi ve kendime dönme yerim oldum. Mesleki tüm tecrübelerimi de Adıyaman-Gerger Lisesinde edindim. Gençliğimin tüm ileri fikirlerini orada harekete geçirdim. İyi bir kütüphane ve tekil okumalarım oldu. Belki de akademik temelim oradaki okumalarda başladı. Ordu-Ulubey Lisesi ve Samsun-Çarşamba Lisesi kısa öğretmenlik mecralarım oldu. OMÜ’yle birlikte başlayan akademik hayatım, Amasya’da okuryazarlığın zirvesine çıkmıştır. Amasya’nın kadim yeraltı kültür zenginliği ve yerüstü kültürü beni yazar yaptı. Köprüler, Evliyalar, Medreseler, Bimarhane, Şifahane, Cami, Hamam vb. yerüstü kültür hazinelerini tek tek yazdım. Aşıklarını, Ferhatı’nı, Şirin’ini, Mihri’sini, Zeynep’ini, Hamdullah’ını yazıya konu yaptım.
Amasya’yı sevdiniz sanırım, değil mi? Bu çalışmalar onun delili…
-Sevmez olur muyum? Kitabını bile yazdım. “Kırk Bir Kere Amasya” adlı kitabım, tamamen Amasya şehir yazılarıdır. Ozan Fedai, Aşık Fedai Baba, Sıdkı Baba, Abdurrrahim Rumi gibi insan değerlerini de ilgili kitapta paylaştım. Kunç Köprü, Madenüs Köprüsü, Beyazıtpaşa, Mehmetpaşa, Yörgüçpaşa, Gökmedrese, Bimarhane gibi kült yapıları anlattım. Selatin camisi Sultan Bayezit için özel deneme kaleme aldım. Amasya’nın kadim kültürü ecdadın bu yapılarında yaşamaktadır. Türkler ölüleriyle kaimdir diyen Yahya Kemal Beyatlı haklıdır. Anadolu evliyaları sıralamasında dördüncü sırada bulunan Amasya kültürü bunun keyfini sürmektedir. Serçoban, Mir Hamza Nigari, Dersitamam Hz. beslenme ve manevi kaynaklarım arasındadır. Dört uygarlığın buluştuğu Amasya, hayret makamından bakılacak bir şehirdir. Amasya’nın altı da üstünden zengindir. Roma, Bizans, Danişmed, Selçuklu, Osmanlı medeniyet yapıları Amasya’yı görünür ve bilinir hale getirmiştir. Şehre olan hayranlığım bu politik geçmiş nedeniyledir.
Şehirlerin de bir ruhunun olduğundan bahsedebiliriz o halde, değil mi?
-Evet, şehirlerin ruhu vardır. Amasya’nın da fazlasıyla ruhu vardır. Beş Şehir’de Tanpınar ne anlatmışsa, Yedinci Şehir’de Özkan Yalçın arkadaşım da Amasya’yı anlatmıştır. Bana Amasya’yı yazmalısın diyen de merhum arkadaşımdır. Onun tavsiyesini yerine getirdiğim için mutluyum. Turgut Cansever Hoca, ruhu olan şehirleri anlatırken Amasya’dan bahseder. Bunlara eyaletirum olan Sivas’ı da ekleyebilirsiniz. Bu tarz kadim şehirlerin birer Gökmedresesi vardır. Tokat, Amasya, Sivas Gökmedreseleri gibi. Demek ki şehre ruhunu verenlerden birisi de tarihi eserlermiş. Osmanlının Ulu Camileri de böyledir. Şehir olan her yere Ulu Cami yapan Osmanlı, şehre mührünü bu yapılarla vurmuştur. 15 Temmuz şehidi Mustafa Cambaz kardeşimizin Ulu Camiler adlı fotoğraflı eserine bakılabilir. Enderun Namazı, Sela, Aşure Günü, Aşevi, Hamam, Semah, Sema vb. gibi kavramlar kadim şehirlere anlam katar.
Az önce bahsettiğiniz gibi siz şehir yazıları da yazdınız ve bunlar kitaplaştı. Şehir yazıları denildiğinde ne anlamalıyız?
-Her edebiyatçı ya da tarihçi bir parça Türk milliyetçisidir. Şehre ilgim de kültür milliyetçiliğimden gelir. Bizi biz yapan şehirlere sonsuz saygı ve sevgim vardır. Erzurum, Bursa, Edirne, Üsküp, Şam, Saraybosna, Halep, Diyarbakır, Konya benim için bir ve önemlidir. Şehir yazılarında mekân, şahıs, meslek, coğrafya önemli yer tutar. Edebiyatçı, tarihçi, ulema, iş insanı, vakıf insanlar ilgimi çeker. Bilim insanları da şehre değer katar.
Örneklendirebilir misiniz mümkünse?
-Elbette. Ahmet Yüksel Özemre, Haluk Nurbaki, Aziz Sancar, Teoman Duralı, Ahmet Aslan’ın bir arada olduğu teorik bir şehir düşünsenize, ne güzel olurdu? Akşemsettin, 2.Bayezıt, Mehmet Çelebi, Hüseyin Hüsamettin, Ahmet Nezihi Okay, Strabon’un Amasya’sı gibi. Şehirleri inşa eden güzel insanlardır. Amasya’da böyle bir şehirdir. Şehir yazıları da biyografi, insan öyküleri, mekân hikayeleri, tarihi yapılar, folklor gibi unsurları ihtiva edebilirler.
Şehrin dili tek midir yoksa herkese farklı hitap eden çoklu bir dili mi vardır?
-Şehir, herkesin kendini bulduğu anonim bir kimliktir. Şehrin kültürel kotları olduğu kadar, kimlik işaretleri de vardır. Şehirlerin kimliğini de inşa edenler, üdeba ve ulemalardır. Mimarlar da teknik olarak inşa ederler. Mimar Sinan, Hüseyin Kalfa gibi. Şehir tekil bir yapının adı değildir. Şehirler farklılığın da adıdır. Ötekinin çok olduğu yer şehirdir. Bu açıdan sınıflı bir şehirden de söz edebiliriz. Her kesim şehrin bir başka kültürünü inşa eder. Yunus’un şar dediği yapı, ozanı da imamı da bağrında birleştirir. Modern şehirler böyle olmasa da durum budur. Kadim şehirler tekil yapı da olamaz. Şam, Tahran, Paris, Londra, İstanbul, Sen Petersburg çoklu şehirlerdir. Bu şehirlerde size hitap eden bir şey vardır.
Camiler, tekkeler, müzeler, köprüler ve tarihi binalar için şehrin tarih konuşan dili diyebilir miyiz peki?
-Elbette. Mekanlar şehrin müziğidir. Amasya, Sultan Bayezid Camisinin armonisiyle vardır. Gök medresedeki mumyalar sizi Selçuklunun dini anlayışına konuk eder. Çilehanedeki hu sesleri sizi Halveti varlığına götürür. Giresun’daki Fatih Dönemi mermer kanalizasyonu, beni Osmanlı altyapı anlayışına şahit tutar. Kadim şehirlerimizdeki şahideler mezarlar vatanın temsili işaretleridir. Camiyi kiliseye çeviren düşman aklı, aslında şehir kimliğimizi yok etmeye çalışmaktadır. Biz de varlığımızı daim kılmak için ruhu olan şehirler kurmak zorundayız. Dilini iyi kurduğumuz şehirler bizim kimliğimizdir.
Türküleri için de aynı şeyi söylemek mümkün mü?
-“Türkü seven türkü çığırsın” diyen büyükler haklıdır. Türkü bizim canımızdır. Türkün hikayesi türküde gizlidir. Türkü söyleyen her âdemi severim. Amasya türkülerini konu edinen yazılarım da mevcuttur. Bektaşi türküleri hüznü, Karadeniz türküleri ritmi öne çıkarır. Amasya türküleri de Bektaşi ozanları ağırlıklı ve hüzünlüdür. Haydar Haydar, Tek Kapıdan Çıktım Yüzüm Peçeli vb. Orhan, İrfan, Burhan Özbakır gibi müzisyen kardeşler, bu şehirden çıkmıştır.
Yöresel lezzetleri de şehrin rayiha sunan bir dili olarak görebilir miyiz?
-Evet, et ağırlıklı bir yemek kültürü vardır. Bunlar folkloruna da yansımıştır. Merzifon’un lahanası, Amasya’nın bamyası meşhurdur. Lahana ve bamya ilişkisinden tarihi bir olay ortaya çıkmıştır. Lahanacılar ve bamyacılar. Bugünkü Fenerbahçe ve Galatasaray gibi! Bir anlatıya göre, bu isimler şöyle ortaya çıkmıştı: Ankara Savaşı sonrasında, ordusunu güçlendirmek için Amasya’ya çekilen Çelebi Mehmet, iki yüz süvariyi talime alır. Bunların bir kısmı Çelebi Mehmet adına diğer kısmı da oğlu Murad adına talim yapıyordu. İki rakip durumuna gelen süvarilere Amasya’nın bamyası, Merzifon’un da lahanası ünlü olduğundan Çelebi Mehmed’in takımına Bamyacı, Murad’ın takımına ise Lahanacı denildi. İki takımın mücadelesi araştırma konusu da olmuştur. Toyga çorbası, Amasya çöreği gibi tatların ayrı bir rayihası vardır.
Peki, zamanla oluşan şehrin yeni dili ile eskisinin birbirine uyumu veya uyumsuzluğu hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Amasya’nın çeperleri yeni yüzünü temsil ederken, Sultan Bayezid camii civarı tarihi Amasya’yı temsil eder. Yeşilırmak havzası da kentin ana aksını ortaya koyar. Ecdat, Amasya’yı nehir boyuna kurmuştur. Bu Amasya’nın vasfıdır. İçinden nehir akan şehirleri severim diyen Cemal Süreya sanki Amasya’yı anlatmıştır. Türk de suyu sever. Şehrin yeni kurulan mahalleleri de şehrin tarihi anlayışından etkilenmektedir. Şehitler, Hz. Ömer Camisinin mimarisi kentteki diğer camilerin kopyasıdır. Demek ki eski yeniye olan baskısını sürdürüyor. Bu da tabiidir. Bizim tıp fakültemizin giriş kapısı bile, Bayezid camisinin süsleme murassasını taklit etmiştir. Ecdadın mührü şehre hakimdir.
İki türü de kullandığınız için sorayım. Deneme yazılarıyla şehir yazıları arasında temel farklar nelerdir?
-Deneme biraz daha kalem tecrübesidir. Şehir yazıları da gezi ve hatıra tadındadır. Gezdiğim yerleri de yazarım. Sinop, Sivas, Amasya, Giresun’la ilgili gezi yazılarım da mevcuttur. Gezi yazılarımın da iyi olduğunu söylerler. www.isacolaker.com adlı şahsi sitemde bunlar mevcut, okuyabilirsiniz.
Amasya’da edebiyat mahfilleri var mı? Varsa şehre katkıları ne seviyede gerçekleşiyor?
-Amasya’da küçük çaplı bir edebiyat mahfilimiz vardı. Sultan Bayezid camisi müştemilatında toplanırdık. Covid sonrası dağılan seminer grubumuzu ara ara toplayabiliyoruz. “Erik Ağacı Altı Toplantıları” adını verdiğimiz çalışmalarımızı son olarak Kütüphanede gerçekleştirmiştik. İlk toplantılarımızda Belediye desteği mevcuttu. Şu anda öyle bir destek de yok. Hadi hayırlısı diyelim. Dergi çıkardık, gazete yayınladık. “Külliye” adlı soluklu bir yayınımız oldu. Başkanlığımızı da kent tarihçisi sevgili Hüseyin Menç yapardı.
Aşk, ateş ve değirmen sizin zihninizde hangi imgelere sahip?
-Kitabıma adını veren dizeler Karacaoğlan’ındır. Aşk, insanı öğütür. Zaman bir değirmendir. Ateş de aşkın vasfıdır. Bu metaforları da severim. Üçü bir arada hayatı ifade eder. Gönül çalmakla başlar aşk. Bunu becerdiğimizde Allah’ı da sevmiş oluruz. Yaratılanı sevmeyen Yaratanı nasıl sever? Zor. “İmgeler Atlası” kitabında Hayrettin Orhanoğlu arkadaşım bu imgeleri iyi anlatır. Rahmetle anıyorum.
Edebiyatımızın kendisini yenilemesine ve yaşadığı zamanın dilini oluşturmasına nasıl bakıyorsunuz?
-Kendini her daim yenileyen bir edebiyatımız var. Ben şiir edebiyatı diyorum. Nesir tarafımız eksik olsa da böyle. Ben düzyazı tarafındayım. Roman batıdan çıkageldi. Hayatımızı kuşattı! Mahremi anlattığı için daha az seviyorum ama daha çok okunuyor. Gerçek bu. Yazmak benim için bir varlık meselesi. Yazıyorsam varım.
Biraz daha açacak olursak, dünün lisanı ile bugünün dili arasında kavga mı var barış mı?
-Kavga var. Dil meselemiz sürüyor. Dil inkılabıyla inkıtaa uğrayan eskimez dilimizin kelimelerini yeni sözcüklerle kullanmayı seviyorum. Bu kavga da sonlansın. “Hangi Edebiyat”ta Attila İlhan anlatıyor. Dilin kelimeleri yasaklanamaz, yok sayılamaz, atılamaz. Türk dili yurdumuzdur. Dilde ayıklamaya karşıyım.
Şiirin bu kavganın söndürmesinde müspet bir tesirinden bahsedebilir miyiz?
-Şairi ve yazarı dili kullanımından tanırım. İyi şair, dil kuyumcusudur. Şiir dilin iyi taşıyıcısıdır. Nuri Pakdil ve Necip Fazıl’ın dili kullanımları iki ayrı misaldir. Biri ayıklanmış dili, diğeri yaşayan Türkçeyi temsil eder. Kazanan da Necip Fazıl olur. Arı Türkçeden İslamcı şairler bile ricat etmiştir. Kavga dilde de sürüyor.
Konferanslarınızda Necip Fazıl, Mehmet Akif ve Âşık Veysel gibi isimleri tercih etmenizde kurdukları dilin yanı sıra başka ne gibi etkenler var?
-Kısakürek ve Akif dinin edebiyata bakan yüzünü temsil ederken, Aşık Veysel milli ve yerli olana tekabül eder. Onun için bunları çok seviyorum. Dinin yerlerde olduğu zamanlarda fıkhi edebiyat yapan iki usta, Necip Fazıl ve Mehmet Akif’tir. Aşık Veysel de yerli kültürün yeni temsilcisidir. Ankara’ya türküyle giren adamı nasıl sevmem?
Kendinizi tanımlamanızı rica etsem şahsınız için daha çok bağ gezen bir bülbül mü yoksa dağ gezen bir âşık mı dersiniz?
-Ben kendimi olmayan bağda gezen modern bülbül gibi görüyorum. Dağlar adına yemin eden bir Allah’ın kulu olarak durum budur.
Birkaç gazetede günlük yazılar yazmak zor elbette ama sizi nasıl yenileyip diri mi tuttuğunu sorsam ne dersiniz?
-Yeşilgiresun gibi seküler, Yeşilırmak gibi muhafazakâr bir gazeteler zincirinde yazmak beni diri tutuyor. Yazılarımı kafamda gezdirdiğim için sürekli bir rabıta halindeyim. Kalemin sahibi Allaha şükrediyorum.
Son olarak mevcut kitaplarınızın yanına gelen yeni kardeşler var mı?
-Bu röportajımızdan kısa bir süre sonra yeni kitabımla da tanışacağız. Fırında pişen bir kitabı olmak güzel bir duygu. En son kitabım “Bülbülüm Bağ Gezerim” sekiz sene önce çıkışmıştı. Darısı yeni kitaplara. Bana bu şansı tanıdığınız için teşekkür ederim.
İSA ÇOLAKER KİMDİR?
01.11.1963 yılında Giresun’da doğdu. İlkokulu, Giresun Cumhuriyet İlkokulu’nda; Liseyi, Giresun İmam Hatip Lisesinde tamamladı. 1986 yılında Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğinden mezun oldu. Sırasıyla: Adıyaman-Gerger, Ordu-Ulubey, Samsun-Çarşamba Liselerinde öğretmenlik yaptıktan sonra, 1993 yılında Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi, Amasya Eğitim Fakültesinde öğretim elemanı olarak göreve başladı. Aynı yıl OMÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı anabilim dalında yüksek lisansa başladı. ” Milli Tetebbular Mecmuası Üzerine Bir İnceleme” adlı çalışmasıyla, yüksek lisans eğitimini 1995 yılında tamamladı. Halen adı geçen kurumda öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. İlgi alanlarına gelince; kitap okumak, yazmak, seyahat ve doğa yürüyüşü yapmaktır. Evli, Dilara ve Buğra adlı iki çocuk babasıdır.
Halen Yeşilgiresun, Yeşilırmak, Akasyam Haber gibi günlük gazete ve dergilerde köşe yazısı yazmaktadır.
Eserleri:
Aşk Ateşin Değirmende Öğüttüm(deneme)
Yine Yeniden Edebiyat(deneme)
Kırk Bir Kere Amasya(şehir yazıları)
Konferansları: Necip Fazıl KISAKÜREK ve Gençlik, Mehmet Akif’i Anlamak, Toprağın Çocuğu Aşık Veysel, Attila İLHAN, Nuri PAKDİL, Mevlâna, Yunus Emre