Eğitimde Aldatma Mekanizması ve 2+2 Modelinin Perde Arkası

Son günlerin önemli bir tartışma konusu olan 2+2 modeli hakkında farklı görüşler var. Eğitim alanında yapılan iyi çalışmalara muhalefet eden kimi çevreler bu konuyu her nedense alkışlıyorlar. Bu ise düşündürücü. Konunun perde arkasını eğitim konularında sıklıkla görüşüne başvurduğumuz “Zorunlu Eğitim Raporu” ile bir kere daha dikkatleri üzerine çeken Maarif Platformu Başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak ile sizler için enine boyuna konuştuk.

UĞUR CANBOLAT


Hocam, Maarif Platformu olarak hazırladığınız “Zorunlu Eğitim Raporu” medyada büyük yankı uyandırdı. Zorunlu eğitim Bakanlığın gündeminde. Ancak sizin raporda istediğiniz öneriler yerine 2+2 modeli cumhurbaşkanına teklif edildi. Teklif Cumhurbaşkanından geri döndü. Siz bu süreci nasıl yorumluyorsunuz? Son günlerde gündeme gelen “2+2 Lise Modeli” tartışması nereye oturuyor?

-Bu model, reform gibi sunulsa da aslında “aldatma zincirinin” yeni halkasıydı. 2+2 modeli, görünüşte zorunlu eğitimi sadeleştiriyor gibi gösteriliyor; ama özünde lise düzeyindeki zorunluluğu daha kalıcı hale getiriyor, özel kurs sistemini yeniden canlandırıyor.

Bakın, dikkatle bakın: Gerçek çözüm önerilerini içeren, eğitimin en temel engellerinden biri olan katı müfredatı esneten ve mesleki uygulamayı öne çıkaran modeller, yıllardır lisede okumak istemeyen öğrenciler için bir umut kapısıydı. Halkın da büyük bir beklentiyle gözlediği bu yaklaşım, aslında gençlerin potansiyelini üretime yönlendiren bir imkândı. Ne var ki, daha önce bizim raporumuza akıl almaz ölçüde tepki gösteren aynı medya çevreleri, bu kez 2+2 modeline alkış tuttu.

Bu durum tesadüf mü peki?

-Hayır, asla tesadüf değildir. Aynı anda “Gençlere özgürlük geliyor” manşetleri atıldı. Oysa perde arkasında, eğitim alanını yönlendirmek ve kontrol altında tutmak isteyen ulusal ve uluslararası lobilerin ve rant çevrelerinin etkisi açıkça görülüyor. Bu çevreler, eğitimi bir kalkınma aracı olarak değil, bir rant alanı olarak görmektedir. Dolayısıyla bu “reform” görünümlü düzenleme, özgürlük değil, yeni bir bağımlılık biçimi üretmektedir. Cumhurbaşkanının bu teklifi geri çevirmesi aslında büyük oyunu önlemiştir. Sadece bir yasa değil, bir zihinsel kuşatma da bertaraf edilmiştir.

Yani siz diyorsunuz ki 2+2 modeli, esneklik getirmiyor, kontrolü artırıyor. Öyle mi?

– Aynen öyle. Görünüşte esnek bir model ama gerçekte merkezi kontrolü derinleştiriyor. Çünkü lise son iki yıl artık fiilen “üniversiteye hazırlık dönemi”ne dönüşecekti. Bu da özel kursları, dershaneleri ve sınav ekonomisini yeniden besleyecekti.
Yani 2+2 modeli, eğitimde fırsat eşitliği getirmek yerine, sınav lobisinin pazarını genişletecek bir mekanizmaya dönüşecekti. Bu model yürürlüğe girseydi, “dağ fare doğurmuş” olacaktı. Bizim itirazımız modelin süresine değil, zihniyetine.

Peki, sizce eğitimdeki temel sorun “zorunluluk” mu? Öncelikle şunu sorayım: Sizin raporun merkezinde hangi temel düşünce var?

-Bizim temel iddiamız şu: Eğitim, bir milletin kendi aklını inşa etme biçimidir. Ancak Türkiye’de bu inşa süreci uzun zamandır milletin iradesiyle değil, görünmeyen ellerin yönlendirmesiyle şekilleniyor. Her “reform” denilen hamle, aslında mevcut yapıyı daha merkeziyetçi ve kontrolcü hale getiriyor. Zorunlu eğitim sistemi de buna dâhildir. Biz, “zorunluluk” yerine “isteklilik” ve “kabiliyete göre yönelim” ilkesini esas alıyoruz. Eğitim, devletin değil, toplumun doğal dinamiği olmalıdır.

“Görünmeyen eller” dediniz. Raporda sık sık “eğitimde aldatma mekanizması” ifadesi geçiyor. Bu biraz iddialı bir tabir. Ne demek istiyorsunuz?

-Evet, bu ifade iddialı ama maalesef gerçeği karşılıyor. Eğitim alanında yapılan birçok düzenleme, “iyileştirme” görüntüsü altında aslında toplumun zihinsel bağımsızlığını törpüleyen bir yönlendirme içeriyor. Biz buna “altın tastaki zehir” diyoruz. Yani dışı parlak, içi zehirli bir ikram.
Sözde reformlarla eğitim, düşünmeyi değil fikir kalıpları ile hareketi ve üretimi değil, tüketimi besleyen bir yapıya dönüştürüldü. Üniversite enflasyonu, sınav ekonomisi, dershane düzeni, merkezi müfredat… Bunların hepsi, aynı aldatma zincirinin halkalarıdır. Eğitim, milletin aklını inşa etmek yerine, yönlendirilmiş bir kitle psikolojisi üretmeye başladı.

O halde eğitim kaç yıl sürmeli sorusu değil,  esas olan “zorunlu mu olmalı?” sorusudur.

-Bugün bir gencin meslek öğrenmek yerine zorla lise bitirmesi, sonra mecburen üniversiteye yönlendirilmesi büyük bir çelişkidir. Bu sistem hem sanayiyi ustasız bırakıyor hem gençleri diplomaya mahkûm ediyor.

Biz diyoruz ki: “Zorunluluk zincirini kırmadan özgürleşme mümkün değildir.” Lise, sadece o eğitimi kendinde görenlerin tercihi olmalı. Kabiliyetine göre meslek veya akademik yola giden bir gençlik modeli kurulmalıdır. Eğitim, iradeyi geliştirmeli; iradeyi yok saymamalı.

Peki, bu durumda gerçek reformun yönü ne olmalı?

-Gerçek reform, eğitimi sivilleştirmektir. Merkeziyetçiliği azaltmak, yerel iradeyi güçlendirmek, mesleki eğitimi üretimle buluşturmaktır. Zorunlu lise anlayışı kademeli olarak kaldırılmalı; 13–16 yaş arası gençlere meslek yönelim hakkı tanınmalı. Sınav sistemi kaldırılmalı, bilgi ve beceri temelli değerlendirmeye geçilmeli. Veliler, yerel yönetimler ve sanayi odaları eğitim kararlarına dahil edilmeli. Çünkü eğitim, masa başında değil, hayatın içinde reform ister.

Bazıları “Bu öneriler romantik, uygulanamaz” diyebilir. Bürokrasi bu yükü kaldırabilir mi?

-Asıl romantizm, masada üretilen 2+2 gibi formüllerdir. Gerçekçilik sahada başlar. Bürokrasi, kontrolü kaybetme korkusuyla cesaret edemiyor. Çünkü gerçek reform, ideolojik tek tipçiliği, sınav merkezli rant düzenini, merkezi kadrolaşmayı tehdit eder.  Ama biz biliyoruz ki, bu cesaret gösterilmedikçe eğitim, “dayatmanın biçimini değiştiren” bir oyalamadan öteye geçmeyecektir.

Cumhurbaşkanının 2+2 modelini reddetmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bu karar, bir geri adım değil; maarif dirilişinin başlangıcı olabilir. Cumhurbaşkanımız aslında bir zihinsel tuzağı fark etti. Çünkü mesele bir yönetmelik değil, bir medeniyet meselesidir. Eğer biz eğitimi yeniden düşünmezsek, test çözen ama düşünemeyen bir toplum oluruz. Gerçek reform, sürede değil; ruhta yapılmalıdır.
Eğitim, artık sadece pedagojik değil, istiklali bir meseledir. Maarifin kurtuluşu da milletin kendi aklını ve hikmetini yeniden inşa etmesinden geçmektedir.

Yani diyorsunuz ki, eğitim sadece okulda gerçekleşen bir olgu değil, bir varlık mücadelesidir?

-Kesinlikle öyle. Eğitim, bir milletin kendini tanıma, kendi aklını işletme ve iradesini özgürleştirme biçimidir. Bugün bu bilinçle bir yol ayrımındayız. Ya test odaklı kalabalıkların sessizliğinde kaybolacağız, ya da kendi köklerimizden doğan bir maarif dirilişiyle yeniden yükseleceğiz.

Hocam, 2+2 modelinin bir “reform tuzağı” olduğundan bahsettiniz. Peki mevcut sistem içinde gerçekten işe yarayabilecek, yerli ve uygulanabilir bir model hiç mi yok?

-Elbette var. Biz bu konuda “devletin kendi açtığı yapıcı bir alan” olarak MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi Programı)’nı önemsiyoruz.

Bakın, mesele sadece neye karşı olduğumuz değil; neyi diriltebileceğimizdir.
MESEM, lise çağındaki gençleri üretimle buluşturan, “okul + işyeri” dengesini kurabilen nadir modellerden biridir. Bugün bu program doğru biçimde güçlendirilirse, zorunlu lise sisteminin tıkadığı damarı açabilir.

Yani MESEM’i mevcut yapının içinde “diriltilebilir bir damar” olarak mı görüyorsunuz?

-Kesinlikle. MESEM aslında Türkiye’nin kendi tecrübesinden doğmuş bir fikirdir. 14 yaşını doldurmuş her gencin haftada dört gün işletmede, bir gün okulda eğitim gördüğü bu model, “öğrenirken üretme” kültürünü yeniden canlandırır. Bu, klasik okullaşmanın dışına çıkarak gençleri hayata hazırlar. Devlet sigorta güvencesi sağlar, genç hem maaş alır hem meslek öğrenir. Bu bakımdan MESEM, zorunlu eğitimin içini dolduran, üretimle irtibat kuran bir fırsattır.

Ama eleştiriler de var: “MESEM öğrenciyi ucuz işgücüne dönüştürüyor” deniyor. Siz bu eleştirilere nasıl bakıyorsunuz?

– Bu eleştiri yüzeysel. Çünkü sorun modelde değil, uygulama disiplininde. MESEM doğru işletildiğinde öğrenci “çalışan çocuk” değil, “öğrenen usta adayı” olur. Buradaki esas mesele, öğretmen kadrosunun niteliği ve saha denetiminin gücüdür.
Maalesef geçmişte yapılan en büyük hata, meslek liselerini güçlendirmek yerine onları öğretmensiz bırakmaktı. Teknik Eğitim Fakülteleri kapatıldı; oysa bu okullar meslek lisesi öğretmenlerinin yetiştiği beyin merkezleriydi. Sonra bu açık telafi edilemedi. Şimdi MESEM bu açığı kapatmak için bir imkân sunuyor, ama bu imkânın hakkını vermek gerekiyor.

Bu açığın nasıl kapatılabileceğini biraz açar mısınız?

-Birincisi, öğretmen yetiştirme sisteminin yeniden yapılandırılması şart.
Sadece üniversite mezunlarını değil, sektörde yıllarca çalışmış ustaları da sisteme kazandırmalıyız. Örneğin teknoloji fakültesi mezunu biri iki yıl sektör deneyimi belgeliyorsa, KPSS şartı olmadan meslek liselerinde “atölye öğretmeni” olarak görevlendirilebilir.
Yani “sahadan okula” bir bilgi akışı kurulmalı. Bu, hem öğretmen açığını kapatır hem de teoriyi pratiğe bağlar.

Yani bir anlamda “akademik bilgi ile zanaatkâr bilincini” buluşturmak diyorsunuz?

-Evet, çok doğru söylediniz. MESEM’in en büyük potansiyeli tam da burada yatıyor: zihinle elin yeniden buluşması.
Bir eli üretimde, bir eli bilgide olan genç, hem düşünen hem üreten bir insan modeline dönüşür. Bu da Türkiye’nin yüzyıllardır özlediği “üreten maarif” anlayışının temelidir.

Peki, bu model sadece bireysel meslek edinimiyle mi sınırlı kalmalı, yoksa daha geniş bir ekonomik karşılığı da var mı?

-Kesinlikle ekonomik bir karşılığı var. MESEM sadece bireysel istihdamı değil, ülkenin üretim kapasitesini doğrudan etkiler. Bugün sanayi, nitelikli eleman bulamıyor. Çünkü gençler zorunlu lise sisteminde meslekle geç tanışıyor.
MESEM bu köprüyü yeniden kurabilir.
Bu program yaygınlaştırılır ve sektörel iş birlikleriyle desteklenirse, Türkiye hem genç işsizliği azaltır hem üretim gücünü artırır.

Yani siz diyorsunuz ki: Asıl reform, sürede değil, yapıda…

-Aynen öyle.2+2 gibi formüller süreyi değiştirir ama yapıyı değiştirmez.
MESEM ise yapıyı dönüştürebilir; çünkü gençleri gerçek üretimle buluşturur.
Eğer bu modelin altyapısı güçlendirilirse — modern atölyeler, teknolojik ekipmanlar, saha deneyimi olan usta öğreticiler — o zaman lise eğitimi sadece “okul” değil, “hayata hazırlık mektebi” haline gelir. Her gencin hem lise mezunu hem usta olması mümkün olur.

Son olarak, MESEM’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?

-Bu program doğru okunursa, Türkiye’nin maarif dirilişinin yapı taşı olabilir. Çünkü MESEM sadece bir eğitim modeli değil, üreten insan idealinin çağdaş bir karşılığıdır. Biz yıllardır “okulda öğren, dışarıda üret” ikilemine sıkıştık.
MESEM bu duvarı yıkıyor. Eğer Milli Eğitim Bakanlığı bu programı sistemli biçimde yaygınlaştırır, öğretmen kadrolarını güçlendirir ve sanayiyle entegrasyonu kurarsa,
Türkiye’de lise eğitimi sadece ders değil, geleceği inşa eden bir meslek mektebi haline gelir.
İşte bu, reformun en yerli ve en sahici biçimidir.

08.11.2025

https://www.istiklal.com.tr/roportajlar/egitimde-aldatma-mekanizmasi-ve-22-modelinin-perde-arkasi-1072577h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Post

  • Eğitimde Aldatma Mekanizması ve 2+2 Modelinin Perde Arkası

    Son günlerin önemli bir tartışma konusu olan 2+2 modeli hakkında farklı görüşler var. Eğitim alanında yapılan iyi çalışmalara muhalefet eden…

    Read More

  • UĞUR CANBOLAT COĞRAFYA Hocaya yeni taşındığım semtin kenar bir çay ocağında rastladım. Duvar dibine boylu boyunca tabureler koyan Sami Beyin…

    Read More

  • KIVAMINDA DAVRANMAK

    UĞUR CANBOLAT AHLÂK-I HASENE erleri, kıvamında bir hayat sürmeyi esas alanlar arasından çıkarlar. Bu, denge demektir. Olgunluk yani kemâlat üzerinden…

    Read More