Hüsnühâl Nine: Fakir Olmak Pahalıdır

UĞUR CANBOLAT

HAFIZIN kızı olarak da bilinirdi. Yüz çizgileri bir anlam haritası gibiydi. Yaşına rağmen gözleri iri kalabilmişti. Kahverengi bakardı. Bildim bileli rukû halindeydi. Sağ elindeki bastonu ile o eğilmiş haliyle tüm işlerini görürdü. Koca avluyu çalı süpürgesiyle öncesinde ibrikle sekiz şekli çizerek suladıktan sonra günde iki defa süpürürdü. Tavuklarını dışarı çıkarır onları şarkı besteler gibi bir ahenkle beslerdi. Üç ördeği de vardı ki yumurtadan yeni çıkıp yürümeye başlayan yavrularına bakmak doyumsuz bir haz seline taşırdı onu. Sessizce mırıldanırdı ama söylediği kalbini coşturan bir ilahi mi yoksa sızılarını en acıtıcı şekilde azdıran bir içli türkü mü bilemezdim.

Hafızın kızıydı neticede… Babadan duymuşluğu vardı muhakkak. Ama o yaşta bunu tefrik edemiyordum.

ÇEŞMEDEN helke ile su taşımak haricinde harman işleri de dahil olmak üzere kimseden bir şey istemezdi. Anne tarafından uzak bir akrabamız olması münasebetiyle bu görev bana düşerdi. Günde iki kez gider güle oynaya suyunu döke saça taşırdım.

Değişmeyen bir âdeti vardı. Suyu her getirişimde koyunlara tuz yalamaları için avluya konulmuş olan büyücek taşa oturur beni beklerdi. Helkeleri içeriye bırakıp çıktığımda “Hele gel yamacıma” der anlamasam bile bir şeyler anlattıktan sonra avcunda saklayarak tuttuğu bir yumurta ve bir sormuk şekeri minik avuçlarıma bırakır “Haydi selametle” deyip yolculardı. Arkamdan da “Uğurlar uğrasın Uğur’uma” duasını da hiç eksik etmezdi.

HÜSNÜHÂL NİNE olarak anılırdı. Böyle ünleyenlerin hakkı da vardı. Hep güzel görür, iyi düşünürdü. Küçücük bir yardıma bir ton dua ederdi.

Yakındığını, şikâyet ettiğini hiç kimseden duymadım. Üstelik hayırsız bir kocaya ve adı Yaşar olmasına karşın yaşayıp yaşamadığı hiç belli olmayan haylaz oğluna rağmen…

TAHSİL için İstanbul’a geldiğim ilk senenin yazında köye tatil için döndüğümde eve uğradıktan sonra Hüsnühâl Nineye gidesim depreşti. Belli ki özlemiştim.

Kimseye haber etmeden gizlice kapısından süzülerek sessizce yine iki helkeyi alıp çeşmeye vardım. Maksadım ona sürpriz yapıp şaşırtmaktı ancak olmadı.

Yarısı kırık ahşap dış kapıdan avluya adımımı attığımda Hafızın kızı aynı taşın üzerinde oturmuş beni beklemekteydi. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Suyu eve bırakıp yanına geldim. Elini öpmek için hamle yaptığında “Olmaz” dedi. “Önce yumurtanı ve şekerini alacaksın” diyerek yine avcuma bırakıverdi. Kendimi büyük şehir görmüş ergenliğe adım atmış biri olarak o şekeri ve yumurtayı çocuk gibi nasıl alacağım diye tereddüt etsem de kararlı bakışları itirazıma mâni olmuştu. Az yana çekilerek yine “Gel yamacıma” deyip başımı sıkıca tutmuş ve boynuna sımsıkı bastırmış ve eskiye göre biraz uzamış saçlarımdan öpüyordu.

Bir his denizi içine sürüklenmiştik. Hıçkırıkları kulağımdan kalbime çoğalarak ulaşıyordu. Ne o bırakıyordu ne de ben çekilmek istiyordum. Uzun süre öylece kaldık. Bir ara gözyaşını yanağımda hissettim. “Ay benim sarı Uğur’um” diyordu mütemadiyen. İçimdeki can kuşu havalanmış ağlamaya başlamıştım. Kabaran kalbim gözyaşlarını bıraktıktan sonra göğsüm ferahlamıştı.

“Sen ne yaptın böyle Hafızın kızı?” diyerek o duygusal ortamdan çıkmak istemiş ve başımı çekerek nemlenmiş yüzüne bakmaya başlamıştı. O henüz rahatlamamıştı. “Gel” diyerek çekip dizine yatırdı ve şu türküyü mırıldanmaya başlamıştı:

“Bülbül havalanmış yüksekten uçar / Has bahçe içinde gülüm var deyi

Seni seven aşık serinden geçer / Güzeller içinde yârim var deyi
Ben seni severim sen de sev beni / Mevlam bir kararda koymaz insanı

Elbet bir gün olur sen de ararsın beni / Şurda bir divane yârim var deyi
Ben seni severim can ile candan / İnsan kemlik bulmaz sevdiği yardan

Canım esirgemem vallahi senden / Götür sat pazarda kölem var deyi”

TATİL günleri geldi, geçti.

Veda edip elini öperek hayır duasını almak üzere vakitlice uğramıştım. Köyden kasabaya inecek yolcuları toplayan minibüsün klakson sesini duymuş, gelmiş mekanına kurulmuş beni bekliyordu. Elinde yine bir yumurta ve şeker vardı. Avcuma bıraktı aynı şekilde ve yanımda götürmemi istemişti. Suyu getirmeden vermişti bu defa. Bunun bir anlamı var mıydı bilmiyorum ama sonraki tatil ziyaretimde göçmüş olduğundan kabrinin başına gitmiştim susuz olmaz diyerek yine iki helke su götürerek.

Ruhu cennetlerde seyran etsin inşallah diyerek başucunda yalnız ağlamıştım…

Umuyor ve diliyorum ki, hayatın o yakasında da hüsn-ü hâl üzeredir.

Hüsn kelimesi malum olduğu üzere güzellik, iyilik demektir. Hâl ise durumu ifade ediyor.

Güzel ahlak için “Hüsn-ü ahlak” denir. Hoş bir rastlantı ise “Hüsn-ü tesadüf” şeklinde söylenir. Dahası da var. Hüsn-ü hat, hüsn-ü idare, hüsn-ü kabul, hüsn-ü nazar, hüsn-ü niyet, hüsn-ü tabiat, hüsn-ü telakki, hüsn-ü teveccüh, hüsn-ü zan, hüsn-ü an, hüsn-ü kuruntu gibi kullanımları var. Günlük lisanımızdan elini eteğini topladığından lügate bakmak zaruriyet oldu tabii.

EN son bana bıraktığı emanet bir cümlesi olmuştu dış çatal kapıya kadar gelip uğurlarken: “Fakir olmak pahalıdır.”

Bunca zamandır hatırımdan çıkan bu cümle yazıya oturunca kalbime yeniden damladı. Başlığı da buna uygun olarak değiştirip ben de size emanet ediyorum. Belki bir gün bunu da yazarım.

Ya Selam!

13.09.2025

https://www.istiklal.com.tr/husnuhal-nine-fakir-olmak-pahalidir#google_vignette

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir