KÖLELEŞME YETENEĞİ

UĞUR CANBOLAT

MECZUP bir tanıdığım vardı.

Gazetelerde okuduğumuz, televizyonlarda seyrettiğimiz, radyolarda dinlediğimiz hiçbir mevzuya itibar etmez, söz meydanına getiren olursa da duymaya tenezzül etmezdi.

Nasıl oluyordu hâlen tam kavrayamadım ama sıklıkla yolumuz kesişiyordu.

İlk vakitler bunun bir tesadüf olduğunu düşünsem bile daha sonraları buna inancım tamamen kayboldu.

Zamanla çay içmeye, yârenlik etmeye, iki lafın belini kırmaya başlamıştık.

Kendine has bir gündemi vardı.

Onun dilindeki sözler daha başkaydı.

Etkili miydi derseniz, evet, kesinlikle çok tesirliydi.

Esasen az konuşuyordu.

Lafı çoğaltmaya, köpürtmeye hiç mi hiç iştahı yoktu.

Kısa ve öz konuşurdu ama meselenin tam bam teline vururdu ki, ne vurma.

Kalbimizden gelirdi yankısı.

BAZEN sohbetimize “Kuş” diye tâbir ettiğimiz tanımadığımız kişiler düşerdi.

Önce yadırgasalar da sonradan ünsiyet eder severlerdi.

Sorular sormaya çalışırlardı.

Ona göre her soru cevabı hak etmezdi.

İçinden seçtiği, değerli bulduğu sualleri cevaplandırırdı sadece.

Yine sitemi değişmezdi.

Kısa ve öz olurdu.

Meseleyi teşhis eder, âdeta on ikiden vururdu. Bohçayı dürüp katlardı sonra.

YENİ dostların sökün ettiği bir akşamdı.

Özgür düşünmeye alışık olmayanlar genellikle bu yöndeki fikirlere düşmanlık ederlerdi.

Yine öyle olmuştu.

Oysa tutsa kendisine uzatılan bu hürriyet ipini kuyudan bir hamle ile çıkabileceklerdi.

Hem aydınlık zannettiği karanlıkta kalmayı tercih ederler hem de saldırgan ifadeleri mermi gibi peşi sıra kullanırlardı.

O ise bağrını siper etmekten çekinmez daima şefkatle muamele ederdi.

Söylenenlerden dişe dokunacak kadar bir hakikat kırıntısı bulduğunda hemen oradan hareket eder zihinlerine kelimelerden oluşturduğu feneri tutmaya çalışırdı.

Her zaman sonuç alır mıydı?

Hayır. Çoğu defa neticesiz kalırdı gayretleri.

Yine de çabalamaktan vazgeçmezdi.

HARARETİ yüksek bir akşamı gecenin ilerleyen zamanlarına kadar götürmüştük.

Çoğu ayrılmış birkaç yâren kalmıştık.

Sessizlik hüküm sürüyordu.

Dayanamayıp sordum “Efendim neden böyle oluyor?”

Cevabı şöyle olmuştu: “Köleleşme yeteneklerini geliştirmişler.”

Zıpkın yemiş gibi olmuştum zira kimi söylenenleri henüz bende tam kabullenmiş değildim ve hazım zorluğu yaşadığımdan zamanın dizgisine üzerinde düşünmek üzere seriyordum.

KÖLELEŞME yeteneğimizi neden özgürleşme yeteneğimizin üzerine çıkararak onu daha fazla beslediğimiz konusu ana meselem oldu yıllarca.

Ne gibi zihnî çarpıtmalarla bu cendereye sıkıştırılmıştık acaba?

Özgür olma yolunda değil de ne için boyun eğme istikâmetinde güdülenmiştik şimdiye kadar?

Ve…

Neden biz irademizi ipotek altına almak isteyenlere sessiz kalmıştık?

Neden söylenenlere gözü kapalı inanmıştık?

Neden bir fikrin hem doğrusu hem eğrisi olabileceğini düşünüp bunu tahkik etme gerekliliğinden kendimizi uzak tutmuştuk?

İlahi vahyin dışındaki tüm öğretilerin doğru olma ihtimali kadar yanlış olma olasılığı da yok muydu?

Varsa neden ve nasıl yanlış olabilme olasılığı bizden uzaklaştırılmıştı?

MÜHİM bir mesele bu.

Fark etmediğimiz sürece bize verilmiş olan hür irademizi yok etmeye devam edeceğiz.

Özgürlüğün kokusunu uzaktan bile almamız ne yazık ki, mümkün olamayacak.

Bunun hiç idrakinde olmadan yaşayıp giden nicelerimiz var.

Çoğumuz paçamızı kurtarabilmiş değiliz.

Demem o ki, köleleşme yeteneğimizi geliştirmekten artık vazgeçmeliyiz.

Yüce Rabbimizin bize bahşettiği bu muhteşem irade hediyesini doğru kullanmalıyız.

Zira bu bizi diğer varlıklardan ayrıcalıklı ve sorumlu kılan tek özelliğimiz.

Ya Selâm!

26.09.2022

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/kolelesme-yetenegi/713849

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir