Son günlerin eğitim ve öğretim camiasını meşgul eden konusu yeni müfredat. Bu konuda çok söylendi, yazıldı, çizildi. Olması gereken zaten budur. Bizde gazete olarak bu meseleye duyarsız kalmadık. Konuyla ilgili bu sayfada söyleşiler gerçekleştirdik. Konuyu farklı açılardan irdeledik, Getirdiği yenilikleri anlamaya çalışmış içinde barındırdığı risklere de dikkat çekmeye çalıştık. Tenha Sohbetler’de bugün de bu görevimizi sürdürüyoruz. Maarif Platformu Başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak ile Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ve Müfredatlar üzerine düşündürücü bir söyleşi gerçekleştirdik.
UĞUR CANBOLAT
———————–
Günlerdir yeni müfredat tartışılıyor. Anlaşılıyor ki, müfredatın değişimine karşı büyük bir direnç var. Bunu nasıl yorumlamak lazım?
-Millî Eğitim Bakanlığının bir kısım son çabalarının eğitimin ranta bağımlılığın azaltacak, eğitimi ticarileştiren faktörlerden kurtaracak adımlar olarak görebiliriz. Dikkat edilirse müfredat değişimi, bilgi yerine becerileri ve uygulamaları öne çıkarıyor. Bu demektir ki, bilgi ve sınav merkezli, yani rantçı eğitim yapısını temelinden sarsacak yapılanmaları getirebilir. Piyasacı ve rantçı kesimleri ekmeğinden edecek adımlar atılabilir. Özellikle zorunlu eğitim kaldırılır, mesleki eğitimi öne çıkarılırsa bitirme sınavları gelirse portfolyo gibi sistemler hayata geçirilirse, öğretmen ve yöneticilerin yetkilileri artırılırsa okullar ve öğretmenler büyük nefes alacaktır. Bu yönde bazı adımlar atıldığını görüyoruz.
Buna bir örnek verebilir misiniz?
-Tabi. Mesela sınıfta kalmanın getirilmesi bunlardan birisi. Keza öğretmen ve okul idarecilerine yetkinleştirmeye yönelik çabalar da bunlardan bazıları.
Az evvel rantçı sistem dediniz. Bu çok sarsıcı bir tespit. Peki, eğitime “rantçı” sistem nasıl hâkim oldu?
– Son yıllardaki değişimlere ve gelişmelere bakınca, topluma ve halka/öğrenciye hizmet eden eğitim programlarını lağvedecek gelişmeler yaşandığını görüyoruz. Milli Eğitimin amacı “küresel ekonominin ihtiyacı olan eğitim programlarını uygulamak” şekline dönüştü. Tabi bu dönüşüm nasıl oldu? Bunu iyi analiz etmemiz gerekir.
Geçmişten bu yana değişimlere baktığımızda 1980 yılından itibaren öğrenmeyi olabildiğince uzun zamana yayan bir uygulama öne çıktı. Böylece aileleri daha uzun süre eğitime para harcattırmak anlayışı hâkim oldu. Ortaya çıkan bu anlayışa “Piyasacı Eğitim” diyebiliriz.
Çocuğu bir an önce hayata hazırlamak yerine üzerinden para kazanmak anlayışı hâkim oldu. Bu gözden kaçan ve dikkat çekmeyen bir husus.
1980 darbesi ve sonrasında gelen 28 Şubat süreci ile “Kullan at” ders kitabı modeli ortaya çıktı. Kitapların giderek içlerinin boşaltıldığını görüyoruz. Test çözme ve sınava hazırlanma adeta eğitimin tek amacı haline getirildi. Fen liselerinin (şimdi proje imam hatipler) müzik, resim atölye gibi uygulamalı dersler yanında laboratuvarlar da kullanılmamaya başladı. Ortaokullardaki iş atölyesi dersleri kaldırıldı.
Bunun ağır bedelleri olsa gerek, değil mi?
-Elbette. Gelinen nokta itibarı ile ilkokul mezunları için şu tür şikayetler yaygın hale geldi: Türkçe okuyor ama okuduğunu anlamıyor, soruyu anlamadığı için matematik yapamıyor. Doğru cümle kuramıyor, günleri, hatta dün ile bugünü, uzak ile yakını karıştırıyor. Yazısı okunaksız. Defter kullanmayı bilmiyor. Yazıyor ama büyük harf küçük harf karışık yazıyor, paragraf bilmiyor, ana fikir çıkartamıyor. Atlayarak okuyor, harf atlıyor, harf karıştırıyor, hece atlıyor, görmeden geçiyor,
Türkiye’ye piyasacı eğitim anlayışın yerleşmesinin arkasında kimler var?
-Bunun iyi araştırılması gerekir. Kimilerine göre SPAN Eğitim Şirketi adıyla Amerikan eğitim şirketi, Dünyada ders materyalleri hazırlama tekelidir. Piyasacı müfredatlar dünyaya büyük ölçüde buradan yayılır. Kitaplar, kitapların içindeki görseller, çizimler, tabletler, vs her bir malzeme psikolojik harp silahı olarak orada üretilir. Şirketin sayısız ajan profesörü vardır. Bu şirket GATS (Hizmetlerin sektöre devredilmesi sözleşmesi) uyarınca 1995 yılında Ankara’ya getirildi. Bunlar iyi araştırılması gereken konulardır.
Eğitimi rant haline getiren piyasacı eğitim uygulama örnekleri verebilir misiniz?
-Eski Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un TTK başkanı olduğu dönemlerde “Çoklu zekâ” ve “Yapılandırmacı yaklaşım” gibi modellerle bütün yerine parçalı müfredatlar öne çıktı. Sertifikalı eğitimin çoğalması da bütüncül ve gerçek-doğru eğitim yerine parçalı eğitimi öne çıkaran uygulamalardır. Seçmeli ders sayısının artırılması da aslında konuyu dağıtıp parçalı haline getiren uygulamalar oldu. Her uygulama, yardımcı ders kitaplarının çoğalmasını dolayısıyla veliye daha çok masraf yükü veli bütçesinden eğitime harcanan miktarın artmasına yol açtı.
Yani…
-Yani böylece “Eğitim piyasası ve sektörü” diye yeni bir rant ticari kazanç alanı açılmaktadır. Algı yanıltma tuzaklarıyla aileler piyasacı sisteme hazırlanmaktadır. Özel okullar ve kursların alabildiğine çoğalması da piyasacı ve rantçı yapının sonuçlarıdır. Muhtelif özel dersler ve kursların çoğalması ile artık Türkiye bir sınavlar ülkesi haline geldi. Okullar da talim-terbiye-maarif mekânı olmaktan çıkıp, sınavlara hazırlık kurslarına dönüştü. Ders kitaplarının yüzeysel ve parçalı bilgiyi (malumat yığını, mekanik bilgi) sunması ile bilimselliğini ve eğiticiliğini yok edildi. Devlet kitapları olabildiğince renklendirilse ve geliştirilse de itibar görmedi. Hazırlık kurslarının idamesi gibi, onları besleyen hazırlık kitapları piyasaya hâkim olduğundan piyasacı ve rantçı eğitim sektörünün gizli güçleri. Bunların cirosuna bakınız. Ne kadar güçlü bir pazar oluşturulduğunu fark edebilirsiniz.
Başka bünyeler için üretilmiş reçetelere dört elle sarılan bir toplum halinden kurtulmak için Bakanlığın tabi öncelikle yapacağı çalışma kendi paradigmasını kurma çalışmalarını başlatmasıdır.
Çok anlaşılır harika bir ön giriş oldu söyleşiye. Şimdi konuyu onaylanan müfredata getirelim. Bundan sonra yapılması gereken nedir sizce?
-Bakan Ziya Selçuk döneminde başlanmış UNICEF destekli müfredat yenileme projesini yeni Bakan önünde buldu. Anladığım kadarı ile Seküler ve felsefesi yabancı ve dışa bağımlı felsefe ile hazırlanmış projeyi önünde bulunca onu ilmi ve akademik seviye kazandıran, yerli ve milli kimlik giydiren dokunuşlar yaptı. Her ne kadar bazı düzenlemeler yapıldı ise de ortaya çıkan melez yapı pek kimseyi memnun etmemiş görülüyor. Bakanlık bu kondüktörde daha fazlasını yapabilir miydi bilemiyorum.
Neden böyle dediniz?
-Çünkü muhafazakâr aydınlarımız ve eğitimcilerimiz de büyük ölçüde seküler düşünceye sahip. İtiraf etmek gerekirse bize ait modeli hazırlamaya çok da hazır değiliz. Cemil Meriç, Atilla İlhan gibi aydınlarımızın da dile getirdiği gibi aydınlarımız ve özellikle akademisyenlerimiz Batının fikirlerinin taşıyıcısı ve savunucusu durumda. Gönlü doğulu, aklı batılı, söylemleri yerli tercihleri yabancı, ruhu alaturka yaşayışı alafranga bir düşünüş ve yaşayış içindeyiz ve kendi kavram ve modellerimizden haberimiz yok. Bunun zaman alacağı ve kendi model ve kavramlarımızı ortaya çıkaran çalışmalar yapmak durumundayız. Temennimiz tabi Bakanlığın bundan sonra meseleyi kökünden çözecek çabaların içine girmesidir.
Peki az da olsa kendi modelimize kaynaklık eden çalışmalar yapan gruplar yok mu? Bunun yolu nasıl açılacak?
-Kendi bilimsel, tarihî, sosyal, kültürel birikimimiz, kendi okul sistemimiz ve bunun oluşturduğu imkânlardan hakkı ile haberdar olan eğitim bilimcilerimiz bir araya gelecek, kendi maarif dünyamızın beceri, eğilim, değer, sosyal duygusal öğrenme becerileri ve okur yazarlıklarını araştıracaklar. Aksi halde şimdi olduğu gibi ortaya çıkacak şey yamalı bohçadan öteye gitmeyecektir. Bilimsel yazıma yeni başlayan bir yüksek lisans öğrencisinin çok iyi bir literatür taramasından elde ettiği tanımları alt alta dizersiniz ya. Sonra da bunu kendi modeliniz diye sunarsınız.
Maarifimiz, beynelmilel birikimi kendi değerleri ile tutarlı bir model içinde bütünleştirebilecek bir birikimimiz yok mu?
-Var olmasına var ancak henüz bunlar ortaya çıkarmış değiliz. Mesela eğilimler, değerler, sosyal duygusal öğrenme becerileri altında yer alan çeşitli unsurları birbiri ile örtüştürürken niçin hep farklı kaynaklardan derleme yapıyoruz? Bu üç unsuru becerilerle birlikte çalışıp özgün bir modele ulaşabiliriz. Yani kendi sistemimizi kurabiliriz. Bu birikimden yoksun değiliz elbette.
Konu buraya gelmişken Maarif Platformunun destek verdiği bir müfredatlara kaynak olacak bir projeden, kitap çalışmalarından söz edebilir miyiz?
-Elbette, konu ayrıntılı olduğu için merak eden okuyucularınız için bir link verebiliriz. Dileyenler buradan bakabilirler.
Biraz daha ayrıntı verebilir misiniz?
-Elbette. Maarif sistemin milli ve insani değerler merkezinde inşasının temellerini oluşturacak bilimsel çalışma “Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri” isimli kaynak kitap 30 akademisyenin çalışmasıyla yayınlandı. Akademisyenler, eğitim tarihi ile ilgili yalanları ortaya çıkaran bu eserin ezberleri bozmakta, yerli ve milli modeller için kaynak oluşturmaktadır. Düşünür ve filozofların maarif, medeniyet ve kültüre dair görüşleri, ya doğrudan terbiye ve talime dair veya dolaylı olarak eğitimi felsefi anlamda var eden insan ve bilgiye dair düşüncelerine dayalıdır. Bu çalışmanın amacını şöyle özetleyebiliriz: Uzman isimlerin titizlikle ele aldığı kitabın temel amaçlarından biri yerli ve milli maarifle ilgili temel dayanakları döşemek, insan ve bilgi tasavvurunu ortaya çıkarmaktır. Yola çıkılan felsefeyi de şöyle özetleyebiliriz: ‘Eğitimin, evrensel boyutları olsa da temel fikir ve felsefi boyutları ithal edilemez, ancak üretilir”
Maarif Platformunun destek verdiği bu proje önemli. Bunun ne gibi sonuçları olacağını bekliyoruz?
– Öğretim programları, kuramsal dayanakları itibariyle kavramlar arası farkları göz önünde bulundurabilir ve uygulayıcılara derin izahlara gerek kalmadan fark edilebilen sade ve anlaşılır yönergeler sunabiliriz. Tüm bunlar kendi maarif dünyamızı tanımamızın ürünü olursa bu mümkün olur. Yine o yüzden programlarda ve ortak metinde eğilimler, değerler ve sosyal duygusal öğrenme becerilerinin yer alma biçimi de gerekli sadeliği ve anlaşılır hale gelmesi de kendi kavramlarımızı kullandığımız takdirde mümkün olur.
Mevcut programda, yeni müfredatta yaşayacağımız en büyük zorluk ne olacak size göre?
– Bu programı öğretmene anlatmakta çok zorlanacağız. Bir kere yapılan saha araştırmalarının da gösterdiği gibi öğretmenlerde program okuryazarlığı çok yetersiz. Yeni programların beceriler ve süreç bileşenleri, değerler ve bileşenleri, eğilimler, sosyal duygusal öğrenme becerileri ve okuryazarlıklar gibi her biri onlarca alt kıvrıma sâhip ve çoğunlukla literatüre yeni girmiş ve tercüme kavramlar. Bu da gösteriyor ki asıl bundan sonra gerekli çalışmalar yapılmazsa programın öğretmene yansıması zor olacak. Uygulayıcıların programlardan istifade etme ve onları uygulama yeterliğini iyice zorlaştıracak. Bu bakımdan milli eğitim kendi yerli ve milli kavramlarımız üretme ve sahaya yansıtma çabası içinde girmezse yani gerekli çabayı ve tedbirleri almazsa en büyük zorluk programın anlaşılmaması olacaktır.
Programın öğretmenler tarafından anlaşılmamasını onun uygulanmasının önündeki en büyük engeli olarak görüyorsunuz anladığım kadarıyla…
-Evet. Biz bu hatayı hatırlarsak, 2000’li yılların başında yapılandırmacı-oluşturmacı yaklaşımda yaşamıştık. Eğitim sisteminin bankacı (bilgi yükleme/yığma ve sınavcı) eğitim anlayışına göre yapılandırılmış ders çeşidi ve yükü, sınıf mevcudu gibi aşılamayan sorunları yüzünden tüketildi. Bu hatıralarımızda hala taze tecrübeyi unutmayalım.
Kendi modelimizi için yukarıda bahse geçen proje-kitap/larla önümüz açılacak demektir. Bu konuda neler demek istersiniz?
-Batı medeniyetinde son üç asırda, modernizm, pozitivizm, materyalizm ve pragmatizm gibi akımlarla, insana yapılan müdanelerle, artık saf insan olmaktan çıktı. Dolayısıyla saf olmayan bir insan üzerinden üretilen eğitim bilgisi, fıtrata dair olmayan tür pagan kültürü diyebiliriz. Eğitim sitemimize boca ettiğimiz Batı pedagojisi, gerçek insana dair evrensel bilgiler değildir. İçinde Batı’nın renklerini, yanılgılarını, dine küskünlüğünü, İslam’a şaşı bakışını yansıtır.
Batı pedagojisi ile ortaya çıkan vahşeti tüm dünya Gazze’de seyrediyor. Batı eğitim paradigmasının çöküşünü tüm insanlık Filistin’de seyrediyor. Tarihin yaşayan eğitimcilere yüklediği bir görev ve vebal varsa oda 21. Yüzyıla ait milli bir eğitim sistemi tesis etmektir. Bu çok ama çok güçtür ama imkânsız değildir. Derdi millet ve davası insanlık olanların harekete geçmesi lazımdır.
Son olarak bütün boyutlarıyla milli olan bir eğitime giden bu yoldaki harekette ilk basamak nedir?
-Yerli kavram ve kelimeler üretmek olmalıdır. Zira eğitimin amacı, meşruiyet zemini, zaruret sebebi, öznesi ve nesnesi olan insan, kelimelerle konuşsa da kavramlar ile düşünür. Eğitim bir tarafıyla kavramlar bilimidir. Eğitimde milli teori (kuram, nazariye), ilkeler (prensip, umde), model, strateji, yöntem ve teknikler vazetmede, birinci adım, kavramlardır. Çünkü bunlar kavramlarla inşa edilir. Bu itibarla, Maarif Platformunun destek verdiği bahse konu kitap ve inşallah yakında çıkacak olan ikinci cilt, milli eğitim sistemi, kuramı, modeli tesis etmeye istekli hamiyetli eğitimcilerimize, “malzeme” temin edecektir. Arkasından bu malzemeleri bir araya getirip, sistem haline getirecek çalışmalar gelecektir inşallah.
Hâlihazırda yayınlanmış olan (Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri) birinci cilt ile ikinci ciltten amacımız şimdiye kadar yapıldığı gibi kökleri olmayan veya Batı’lı kavramları Türkçeleştirerek devşirme kavramlar üretmek değildir. Bunun yerine eğitim sistemlerinde kullanılan, insan terbiyesine dair Kur-an ve Sünnet ‘ten istihraç edilmiş kelime ve kavramları, 21. Yüzyıla transfer etmektir. Tarihte Gazalileri, Birunileri, Farabileri, Uluğ Beyleri, İbni Sinaları, Mimar Sinanları, Fatihleri yetiştirmiş, eğitim modellerinin malzemelerini, asrın idrakine sunmaktır. Ele aldığımız düşünürlerin eğitime dair görüşleri, ya doğrudan terbiye ve talime dair veya dolaylı olarak eğitimi felsefi anlamda var eden insan ve bilgiye dairdir fikirlerdir.
PROF. DR. OSMAN ÇAKMAK KİMDİR?
Osman Çakmak, ilk ve ortaokulu doğduğu köyde-beldede (Başören ve Deliilyas) liseyi, Sivas Lisesinde tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kimya bölümünde lisans (1982) ve lisansüstü eğitimini organik kimya alanında tamamladı (1990). Bitirdiği okul ve bölümleri birincilikle tamamladı. Almanya’da doktora sonrası araştırma çalışmaları yaptı (Alexander Von Humboldt Bursu; 1992, 1999, 2002). . İngiltere (1998), ABD (2011) ve TÜBİTAK MAM (1997) da araştırmacı misafir bilim adamı olarak çalıştı. 1992 yılında doçent, 1998 yılında profesör oldu. Birçok Üniversite (BAP) ve TÜBİTAK destekli araştırma projelerinde yürütücü veya akademik danışman olarak görev yaptı.
Atatürk Üniversitesinde (1984) başlayan akademisyenliğini, Tokat Gaziosmanpaşa üniversitesi (1993) ve Yıldız Teknik Üniversitesinde (2013) devam ettirdi. Yıldız Teknik Üniversitesinden emekli olduktan sonra bazı vakıf üniversitelerinde tam zamanlı ve yarı zamanlı çalıştı. Bulunduğu üniversitelerde kurucu idari görevlerde bulundu (Tokat GOÜ, YÜ-Yalova, İGÜ -İstanbul; İRÜ -İstanbul).
Halen İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde çalışmaktadır.
Değişik kurumlarda ARGE amaçlı bilim danışmanlığı, okullarda eğitim danışmanlığı görevleri yaptı; sosyal projelerde görevler aldı. Türkiye’nin Eğitim (mesleki eğitim, ARGE ve üniversite) sorunları ilgili alanlarında eğitim yazarlığı, popüler bilim alanlarında ise bilim yazarlığı yapmaktadır. Hayatın her alanında doğa bilimleri ve dini bilimlerle ilgilendi. Özellikle yaratılış sırlarına dair felsefe-din-bilim üçgeninde yazılar yazdı. Telif edilmiş kitapları vardır. Birçok bilimsel ödüllere ve çok sayıda uluslararası ve ulusal bilimsel yayınlara sahiptir. Akademik yayınları için bakınız: http://scholar.google.com.tr/citations?user=KAYCVP8AAAAJ&hl=tr
12.06.2024