UĞUR CANBOLAT
DİLLERE destan olmuş bir sevdaları vardı.
Saygının gözetildiği, anlayışlı olmanın çerçevelediği, fedakarlıkla desteklenen ve ilgiyle beslenen bir aşktı yaşadıkları. Göze sokmak gibi bir dertleri yoktu ama gözden kaçabilecek gibi de değildi. Bu sebeple kem bakışlardan saklarlar üzerine titrerlerdi. Koklarken bile gülü kırmama rikkatiydi bu.
…
UZUN uzun konuşurlardı. Sözün düğümü onlar için düğümsüz oluşuydu. Günlük meseleler bu konuşmalarda kendini misafir ettirirdi elbette ama ana tema hayat ve hakikat üzerinde olurdu. Onları biri duysa bunlar sanki daha evvel hiç konuşmamışlar da hepsini biriktirmişler sanırdı. Öylesine candan, öylesine derin ve öylesine coşkulu olurdu bu söyleşmeler.
Coşkun akan bir çeşmenin iki oluğu gibi aynı havuza akıp orada birlenirlerdi.
…
SÖZ yumağı dönüp dolaşıp vahye gelirdi. Esasen başlangıcı da bitimi de oraya iliklenirdi. Her sohbette değişimlerini fark edip kendilik bilinci basamaklarında ilerlemekten mutlu olurlardı. Bu, şükrün mutluluğuydu. Birlikte var olmanın teşekkürüydü. Niyazların sonsuzluk rüzgarıyla buluşmasıydı.
Ancak değişim sancılıydı. Can yakardı. Dönüşüm kabuğunun atılması, evvelinde biriktirilen ön anlama ve buna bağlı olarak önyargıların aşılması hiç kolay değildi. Ama bunu başarıyorlardı.
Onlar birbirinin yâreni olmalarının yanı sıra sızı arkadaşıydılar aynı zamanda.
Sızılarını seviyorlardı. Bu sebeple yaralarını önemsiyorlardı.
…
GÖNÜL eşinin adı Reyhandı.
Reyhan gerçekten yaşanılan ortamın havasını yumuşatıp güzelleştirirdi. Hoş kokusu ile şifa dağıttığı düşünüldüğünden cennet bitkisi olarak anılırdı. Yaşları küçük iken uzak bir kasabadan görücü usulüyle birbirini hiç görmeden evlenmiş olsalar da yaşadıkları tam buydu zaten. Aralarında zamanla oluşmuş reyhanî bir cennet esintisi vardı ve bunu yanlarına gelenler hemen hissederlerdi.
…
CENNET kokulu Reyhan köy kızı olması ve okuma yazmayı yıllar sonra kendi çabasıyla öğrenmesine rağmen gizliden gizliye şiirler yazardı sevdiğine. Her zaman göstermez yeri ve zamanı geldiğinde Kaf dağını aşıp gelen Simurg gibi şiir kendini aşikâr ederdi. Simgeleri severdi. Büyüleyici bir bakışı vardı hayata. Zorluklardan asla yılmazdı. Tüm çelimsizliğine rağmen “Sen arkamda olduktan sonra ben nice dağları deviririm” diyerek arada gönül gürlemelerinin sesini duyururdu ama nezaketinden ve köylü olmanın üzerinde bıraktığı o tatlı mahcubiyetinden asla ödün vermezdi.
Mantıkla kalbini birleştirmişti. Bu belki de en mühim özelliklerinden biriydi. Empatikti. Duygusal ve hassas oluşu bundandı. Azim onun bünyesinde sebatla ittifak kurmuştu. Bu sebeple ağır yaşam olaylarına karşı mücadeleci ve dirençliydi. Taşındığı şehirde sosyaldi. İstediği herkesle sağlıklı sosyal ilişkiler geliştirir, yetime, öksüze, fukaraya gizli yardımlar yapılması hususunda örgütlerdi. Yardım ettiği ama kimsenin bilmediği niceleri vardı. Dışa dönüktü. Sosyal alt yapıya sahipti ancak seçilmiş yalnızlık dönemleri de vardı ki bu itikafa “Kalbin halveti” diyordu.
Çok zayıftı, ne yese kilo almazdı. İnce, uzun parmakları vardı ve bu sanata olan yatkınlığının işaretiydi. Ki, güzel sanatın bazı alanlarıyla onca yoksulluğuna karşın hobi olarak uğraşsrsk hatırı sayılır örnekler ortaya koyması bunun ispatıydı. Cesurdu. Yılgınlık ve korku nedir bilmezdi. Girişimci bir ruhu vardı ve liderlik vasfıyla bunları cemettiğinde çevresi için bir çekim merkezine dönüşürdü. Merkezde yaşamayı hedeflerdi. Yani merkez onun için yalana, yanlışa, şirke düşmeden Fahr-i Kâinat Efendimizin kutlu yolunda şevkle ve istikrarla yürümek demekti. Hayatın hükümdarı olmak, kendisinin efendisi olarak yaşamak bundan başka neydi ki zaten… Yine de tevazuyu elden bırakmaz ve eşine rahmetli annesinden miras kalan şekliyle “Bey” veya “Sultanım” diyerek seslenirdi.
…
AH MEHLİKÂ diyerek cevap verirdi sevdiği.
Onun ay yüzlü güzeliydi. Yeni doğmuş aydan bir parçaydı. Yüzü de gülüşü de söz söyleme biçimi de oturup kalkması da kendisine olan muamele tarzı da ay gibi tazeydi. Pırıl pırıldı. Yoldaşı “Ah Mehlikâ” dediğinde dünyanın ahlatan, ağlatan, yoran, boğan ne kadar kederi, tasası varsa hepsini aynı anda bir kör kuyuya boca edip boşaltır ve ay yüzüyle ona pırıltısı bol bir ebru gibi tebessümler gönderirdi.
Üzüntü ve sevinci genellikle bir arada yaşıyor olsa da sevdiğine daha çok sevinç kısımlarını gösterirdi. Hayattan aldığı sarsıcı derslerin kendisine bıraktığı müşahede nimetlerini yansıtmayı tercih ederdi. Çünkü olumsuz yanlarıyla sulh etmeyi bilen ve onları dönüştüren bir kişiliğe sahipti. Güçlüydü ama iktidar merakına düşmüyordu. Kavgaya prim vermiyordu. Hırsı yoktu. Zorba değildi. Zulmü değil barışı öne çıkarıyordu. Gücünü yetenekleriyle birleştirerek insanlığın hayrına ve şifasına yönelik merhametli işler üretiyordu ama insanlar arasında gezerken hiç dikkat çekmeyen bir sadeliği tercih ediyordu.
…
MEHLİKÂ REYHAN sürpriz yapmayı seviyordu. Çocukları olmadığı için bu sürprizler hep eşine olurdu.
Sabaha kadar uyumayıp yârenini o en masum hâliyle seyretmeyi her şeye değer görüyordu. Vuslatına vuslat ekliyordu. Buna “Vusûl “diyordu. Bitmeyen kavuşma… Kendi ay gibi aydınlanmış yüzünü onun yüzüyle besliyordu. Kamer’in güneşten ışığını alması gibi ilişkileri şems ve kamer motifliydi.
Birgün sabah yârinin uyuduğu yastığının altına “VUSÛL” başlığı taşıyan şu dizeleri bırakmıştı:
Gökyüzü, eski bir mektup gibi katlanmış üstüme… / Yıldızlar kilit / Yerde ateş böcekleri / Her biri bir “keşke”/ Işığı yanıp sönen anılar gibi
Bir suskunluk salınıyor gövdeme / Tınısı uzak bir ışığın iç sesi / Her şey yerli yerinde / Mesela / Yokluğun da…
Göğün alnına yazılmış bir tutkulu sızı / Karışıyor taşlara… / Biri yukarıdan sözcük düşürüyor, / Biri yerden cevap çakıyor. / Sırtımda bir serinlik / Sanki adımı unutmuş bir mevsim / Beni bekliyor orada. / Görmediğim bir gözle bakıyorum şimdi yakınımdaki uzaklıklara.
Bir tenin ısısı değil bu, / Bir fikrin sıcaklığı belki / İçimde yananı anlatamıyorum / Ateş değil / Lakin külleri benden ağır.
İçtiğim bir şeyin tadı kalıyor dudağımda. / Seninle ilgisi olmayan / Seni çağıran her şey gibi / O da senden izinsiz güzelleşiyor.
Bekliyorum…
Beklemek bir eylem değil artık / Bir yaşam biçimi / İnsan zamanla karışınca / Hayale benzer bir şeye dönüşüyor.”
Ah Mehlikâ demesi boşuna değildi. Aydınlattığı ile aydınlanıyordu.
Ya Selam!
21.06.2025