UĞUR CANBOLAT
İSTANBUL’UN ne güzel semtlerinden biri olan Üsküdar’a bağlı Kuzguncuk semtinde güzel bir aileye doğmuştu. Ailesi antikacılık yapıyordu. Annesi de babası da güzellikten ve güzelden anlıyordu. İşi sadece maddi objeler veya beden algısı üzerinden algılamıyor bir nevi iç cila sayılabilecek erdemler üzerinde de yoğunlaşıyorlardı. Aralarındaki ilişki, komşu esnaflarla münasebeti, müşteri veya sanatseverlerle olan iletişimleri tamamen bu değer üzerinden şekilleniyordu. Yaşadıkları semt zaten bunu destekler mahiyetteydi. Eski İstanbullu oluşları da bu manevi sermayeye sahip olmaları bakımından önemli bir kültür mirasıydı.
Onların dükkanına sırf bu güzellikleri temaşa için uğrayanların sayısı hiç azımsanacak gibi değildi. Sanat meraklıları, tarihçiler, temayüz etmiş irfan sahibi zevat, zanaatkarlar, neyzenler, ebru ustaları, ahşap üzerinde çalışan kakmacıların yanı sıra bestekarlar ve mühim icraları ile tanınan önemli ses sanatkarları bereketleri konuklarıydılar.
Her ne konuşulursa konuşulsun muhakkak iş estetik değerlere gelir ve mesele oradan ahlaki güzelliklere bağlanırdı. Ahlak-ı hasene, fikr-i hasene gibi cümleleri içeren bu konuşmaları ve yaşama adabını merak eden öğrenciler tarafından kenarlarda taburelere oturularak sessizce dinleniliyor ve geleceğe ilim ve edep yatırımı yaparlardı.
Uzun yıllar evlat nasipleri olmamıştı. Onlar da sanat sever gençleri evlat sayıyorlardı. Artık neredeyse ileri yaş denecek bir kıvama doğru yol aldıkları demlerde ilahi bir sürprizle karşılaşmışlar ve hekim tarafından evlatla müjdelenmişlerdi.
…
ALAYİŞ ve nümayiş ile karşılanmıştı ama şükür ve edepten de uzak düşmemişlerdi. Bu zaten onlara yaraşmazdı. Gelen bebeğin kız olduğu anlaşılınca nedense daha bir sevinmişlerdi. Babası annesine hitaben “Şükürler olsun, kendin gibi zarif, nazik, ince ve sanatkâr bir evladı geride bırakabilme lütfunda bulundu Rabbimiz bize” demişti.
Kalplerinin rızkı olan bu evlada niyazlarını da desteklemesi arzusuyla Hasene ismini vermişlerdi.
…
EVLATLARININ kendileri gibi güzellik üzere yaşaması, güzeli görmesi, “Hüsnayı Tasdik” eden bir kul olması, dünya hayatında güzele şahitlik eden bir insan olması değişmeyen dualarıydı. Bunu sözde bırakmadılar. Kelamla yetinmediler. Eğitim ve öğretimini, terbiyesini, hayat yolunu edep ve erkan ile sürmesini sağlamak için hakikatli bir örneklik ortaya koymuşlardı.
…
HASENE bu anlayışla büyütülüp donatıldığından güzeli ve estetiği tevhit üzere bir imandan sonra hayatın temel ilkesi olarak benimsedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz ve Ehl-i Beyte aşk derecesinde bir bağlılığın yanı sıra ahlaki erdemlerine en üstün ve yüce bir değer olarak güzelliği de ekledi. İsmi Hasene olandan “Üsve-i Haseneyi” bilmemesi veya önemsememesi zaten düşünülemezdi.
…
GÜZELLİĞE karşı ihtiras denebilecek kadar bir tutkusu vardı. Başarı odaklıydı elbette ama bunu güzellik ve sanatla iç içe düşünüyordu. Kişisel bir tutku ve egoyu besleyecek bir nitelik kazandırmadı. Alanında tabi ki yükseldi, varlık elde etti, şöhret de kazandı ama bunları asla belirlediği sabiteleri zorlayacak bir noktaya taşımadı. Zaman zaman konforla imtihan edilmişse de bunu aşmayı bildi ve daima ilkelerle örülmüş bir programı disiplinle takip etti. Birileri onu eli sıkı sansa da aslında cömertti. İnfak sahibiydi. Kendisi gibi sanata zihni ve duygusal yatırıp yaparak hayata estetik değerler kazandıracak öğrencileri sahiplenip himaye etti. Maddi ve manevi olarak destekledi ve sıkışık ve sıkıntılı zamanlarında bile asla bundan taviz vermedi, geri durmadı.
Hasene, dostluğa önem verdi ve hayatın merkezine oturttu. Gerektiğinde onları kayırdı, arkalarında durdu. Kimi vakit başı ağrısa da bundan geri adım atmadı. Ne sadece mantıkla yürüdü ne de sırf hislerinin kendisine galip gelmesine izin verdi. İkisini harmanlayarak doğru kararlar vermeye çabaladı.
Dünyanın ahvali sebebiyle kararsızlık yaşayıp karamsarlığa yenildiği de elbette oldu ama hayata sanat katma aşkı ile bu halet-i ruhiyede çok kalmayıp çıkmasını bildi.
Kendisini yaşamın estetik prensesi gibi görmesi ve ebeveyninden aldığı sanat ve duygu sermayesi ile tüm güvensizlik düşüncelerini alt etti, şüphe ve endişelerini izale etti. İtimada dayalı bir sosyal çevre inşa etti ve aile dostlarıyla muhabbetini kesiksiz sürdürdü.
…
MÜKEMMELİYETÇİ anlayışından dolayı yıprandığı dönemlerini moral değerlere verdiği özenle aştı. Başkasında değil kendinde kusur aradı. Ayna da sorun varsa bunun kendi yansımasına ait olduğunu kabul ederek fevri çıkışlarını törpüledi. Kusurlarını böylece toprağa gömdü. Kendilik bilincini problemleri çözerek rahat etmeyi ve ettirmeyi benimseyerek inşa etti.
İyi niyetini hiçbir şartta bozmadı ve sanat zevkine olumsuz etki edecek karadeliklerin tümünü maharetle tıkadı. Ailesi gibi mutlu ederek, hayata neşe ve estetik katarak mutlu olmayı yeğledi.
…
SANATININ zirvesinde olduğu bir dönemde gazeteye verdiği röportajda bir soru üzerine “Ben estet yaşamak isteyen kendi halinde bir Hasene’yim” demişti de pek bir tartışılmıştı.
Estet ona göre yaşamın iç derinliklerinde mevcut bulunan ilahi güzelliği görmek, bunu sanatla mahirane göstererek mutlu olmak ve sevinç duymak demekti.
Dükkanına yeni gelen kimi ürünlerin önünde saatlerce bakarak heyecanla oturduğunu görenlerin hayret eden bakışlarına soru eşlik ettiğinde “Güzelliği arıyorum, ben bir estet tutkunuyum” derdi gülümseyerek. Yüce Rabbimizin dayanılması güç Sani ismini temaşa etmek, onun cazibesine kapılmak ona göre bir nevi kulluk ve âyet okuması idi. Güzellik konusunda algı eşiğinin yüksek olması kendisinin bunun için dünyaya geldiğini düşündürtürdü.
…
İSMİMİZ Hasan veya Hasene olmasa da hepimiz Rabbimizin yarattığı kitabı olan kâinatı ve hayatı okumamız, müşahede etmemiz, güzellikleri görüp şükürle tasdik ederek estet yaşayıp hayatımıza taşımamız en insani vazifemizdir. Bunu başarabildiğimizde başta biz olmak üzere her şey değişecektir.
Ya Selam!
13.08.2025