BERABER ÜŞÜDÜLER

UĞUR CANBOLAT

YILLARINI dağlarda geçirmişti.

Çobandı.

Herkes ehliyle evinde sıcak sobanın üzerinde fokurdayan demlikten çayını içip radyodan ajansları dinlerken o gecenin ayazını yerdi.

Üzerinde elbette çobanların meşhur giysisi “Kepenek” vardı.

Ama bu üşümeye değil daha çok soğuktan donmaya mâni oluyordu.

Hepsi o kadar.

ÇOBANLIK gariban mesleğidir biraz da…

Sorumluluğu çoktur.

Sürü sahibini ya da güttüğü koyunların mâliklerini memnun etmek hiç kolay değildir.

Her zaman bir eksik gedik muhakkak bulunurdu.

Biraz zayıflasa hesabı ondan sorulur.

Zehirli bir otu yemek konusunda ısrar edip zehirlense suçlusu bellidir.

Yön değiştirmesi için atılan çobanın sopası ayağına isabet edip azıcık incinse “Bu koyun neden topallıyor?” diye sorguya çekilen yine odur.

Tuz için sürüyü getirirken azıcık gecikse mazeret bulması lazım gelen elbette ondan başkası değildir.

Yeni doğan tatlı kuzucukları üşütmeden akşama kadar sarıp sarmalaması ve sahibine ulaştırması gereken de tabi ki odur.

Dolayısıyla belgesellerde görüp tanık olduğumuz kadar kolay değildir hiçbir şey.

İKİ kişiydiler.

Onları uzaktan görenler ikiz sanırdı.

Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi.

Nereye gitseler birlikte giderlerdi.

Mesele sadece bundan ibaret değildi. Sahip çıkarlardı birbirlerine.

Ölümüne üstelik…

Ne çoban yârenini hiç kırmıştı, ne de diğeri onu.

Hatta minik bir eleştiri gelse hariçten sonuna kadar sahiplenir en küçük bir tereddüt yaşamadan savunurlardı.

Onlar birbirinin savunan adamlarıydılar.

O kadar ki, yoldaşlık nedir, yârenlik nicedir, aidiyet hissi nasıldır denilse parmakla gösterilirlerdi.

ÖMRÜ hayatımda bu denli bağlı birilerini hiç görmemiştim.

Doğrusu anlam da verememiştim.

Kavramakta da doğal olarak bocalamıştım.

Evimizin arkasındaki söğütlerin altında mevsimi olduğu için dedem bana yine söğüt dalından bir kavalı yapıp bitirmek üzereyken sormuştum.

“Dede bu nasıl oluyor böyle?”

Muzip bir eda takındı, gözlerime uzunca baktı, dudakları kıpırdayacak gibi oluyor ama bir türlü kelimeler dışarı çıkmıyordu. Belli ki dedem emanet edeceği cümleyi iyice muhafaza etmemi istiyordu. Bu sebeple bir çırpıda söylemiyor cevabını ne kadar duymak istediğimi test etmeye çalışıyordu.

Dayanamadım daha fazla ve “Hadi dede” dedim.

Uzunca azap etmek istemediğinden ve kararlılığımı gördüğünden cevapladı.

“İmanım, onlar beraber üşüdüler” dedi.

BİRLİKTE ÜŞÜMEK ne demektir bilemezdim o küçük yaşımda.

Ama o cümle kalbimde yer etti ve hep orada kaldı.

Gün geldi yolumuz gurbete düştü.

Yokluklar sarmalında bohçalandım.

Yalnızlığın ne olduğunu koca bir şehirde deneyimledim.

Kimsesiz bir evde yapayalnız, soğuğun şiddetinden donmamak için çift yorganı üst üste koyup, kenarlarını güzelce yatağın altına geçirdikten sonra bozulmadan baş tarafından bir kedi gibi içine süzülüp hiç kıpırdamadan sabahı etmeye çalıştığım yıllarda öğrendim.

Hiç kolay olmadı.

GÜLEBİLİRSİNİZ birileriyle, neşelenebilirsiniz, coşkulu zamanlar geçirebilirsiniz.

Mutluluğu paylaşabilir, başarıyı bölüşebilirsiniz. Mavra çevirebilirsiniz.

Hayaller kurabilir, türküler havalandırabilir, şarkıların nağmelerinde dolaşabilirsiniz.

Hepsi çok güzeldir. Kıymetlidir.

Ama…

Birlikte üşümek başkadır, çok başka… Daha derindir ve daha çıkarsız…

İşte o yıllardan beri birlikte üşüyebildiğim ve ağlayabildiklerimi ayrı tutarım.

Kısacası bu hesap başkadır.

Birlikte ağlayıp üşüyebildiklerimizin kıymetlerini hiç unutmamak dileğiyle…

Ya Selâm!

17.07.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/beraber-usuduler/775438

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir