UĞUR CANBOLAT
ÖNCE güven tesis ediliyor.
Senin için temel referanslara uygun söylem ve eylemler özellikle gözünün önüne getiriliyor.
Pekiştiriliyor.
Hatta bu o kadar gereğinden fazla yapılıyor ki, tereddütsüz teslim oluyorsun.
“Tamam, aradığım yer burası” hissi güçlendiriliyor.
Artık kendini başlangıçtan daha çok emniyet içinde hissediyor ve söylenenleri mihenge vurma ihtiyacın ortadan kaldırılıyor.
“Kur’an-ı Kerim’de böyle deniliyor” denildiğinde atıf yapılan âyetlere bakma gereği bile duymamaya başlıyorsun.
“Allah Resulü şöyle buyurdu” denildiğinde “Hakikaten böyle bir durum var mı?” sorusunu sormamaya başlıyorsun.
İşte ayağımızın kaydığı nokta tam burası oluyor.
Çünkü değişim körlüğü nedeniyle bu sunumların arkasına gizlenen ve imanımıza musallat edilen şirkin kokusunu alamaz oluyoruz.
Oysa yüce kitabımıza dikkatle baktığımız zaman Sevgili Peygamberimizin şahsında bizlere önemli uyarılarda bulunulduğunu görüyoruz.
Fesat ehli oluşturduğu o sahte güvenle gerçeklere gözümüzü ustaca perdeliyor.
…
KİTAPLAR alıyor, okuyoruz.
İsmine bakıyoruz atıflar bizim için kutsal olanlara yapılıyor.
Kapak dizaynı yine aynı şekilde gönlümüzün değer verdiği sabitelere işaret ediyor.
Kaynaklarına bakıyoruz âyetler, hadisler var. İslam âlimlerinin kitapları, tasavvuf yücelerinin eserlerinin isimleri geçiyor sayfa numaraları ile birlikte.
Bu bizim teslim olmamızı sağlıyor.
Sonsuz bir emniyet içinde alıp bağrımıza basıyoruz.
Okumaya başlıyoruz muhteşem bir haz ve ihtiyaç duygusuyla…
Sonra ne mi oluyor?
Değişim körlüğü oluşuyor ve artık algıda seçicilik yapamıyoruz.
Sayfaları çevirdikçe ustaca saklanan ama beynimize çapa atan o şeytanî hileleri fark etmiyoruz bile.
Bugüne kadar kaçımız okuduğumuz kitapların dipnotlarında yer alan kaynaklara giderek elimizdeki kitabın söylediği ile mutabık olup olmadığına bakma gereği duyduk?
Âyet meallerini farklı kaynaklardan kontrol edip bağlamları ile okuyarak tetkik ettik?
Buna ihtiyaç bile hissetmedik, çünkü teslim olduk.
Yapılmak istenen maharetle yapıldı ve ne yazık ki, bizler belki de imanımızdan olduk.
Ama bundan haberdar bile değiliz.
…
TELEVİZYON vaizlerine olan meftun oluşumuz üzerinde hiç düşünmedik.
Bizleri soktukları duygusal atmosfere kaptırıp anlaması güç bir hazzın içine kendimizi gark olmuş olarak bulduk.
Ağladık.
Hislendik.
O dalgaya kapıldıktan sonra araya sıkıştırılan tamamen İlahi Vahye zıt söylemleri seçemedik.
Ayrıştıramadık.
Hepsini gerçek olarak kabul ettik ve duyduklarımızı sorgulayarak Kur’an’a doğrulatma çabasına giremedik.
Çünkü değişim körlüğüne ustaca kilitlendik.
Dini bilgilerimiz maalesef bunlardan ibaret kaldı ve hayatımızı bu yanlış ve yanıltıcı söylemler üzerinden düzenledik.
…
SOSYAL MEDYADA mantar gibi açığa çıkan onlarca, yüzlerce, binlerce din anlatıcısına da aynı muameleyi yaptık.
Kılıklarına, kıyafetlerine baktık sadece.
Ağızlarında geveledikleri kendi şahsi, meşrebi yorumlarını bize kutsal metindenmiş gibi sunmalarına izin verdik.
Ahiretimizi ilgilendiriyor olmalarına rağmen en küçük bir araştırma zahmetine katlanmadık.
İşte bu da başından beri ifade etmeye çalıştığımız değişim körlüğü meselesine dayandığı konusunda bir uyanıklığa sahip olamadık.
…
DEĞİŞİM KÖRLÜĞÜ meselesi sadece psikolojik bir olgu mudur?
Sadece kriminal bir mevzu mudur?
Algısal körlük sadece sinema ile mi ilgilidir?
Hayır, değildir. Manevi hayatımıza da ilişkindir.
Ebedi yaşamımıza da taalluk etmektedir.
İman tökezlemesine sebep olmaktadır.
Dolayısıyla geçiştirebileceğimiz, görmezden gelebileceğimiz bir mevzu değildir.
Hayat memat meselesidir.
İnşallah içine girdiğimiz şu mübarek üç aylarda konuyu ciddi şekilde gündemimize alarak değişim körlüğünü yenenlerden oluruz.
Ya Selâm!
24.01.2023