Güzel Kurtarıcı Ruhsar

UĞUR CANBOLAT

YİRMİ İKİ yaşında evlenmişti.

Doğruyu söylemek gerekirse annesi kendisine bu teklifle geldiğinde minik bir tereddüt geçirmişti. Görüp tanımadığı, huyuna suyuna vakıf olmadığı, neye üzülüp neye sevindiğini kestiremeyeceği, nelere öfkelenip kızacağını bilmediği biriyle hayatını nasıl birleştirecek dahası bunu güzellikle nasıl sürdürebilecekti ki…

Buna benzer pek çok sorunun hücumuna uğramış ve bir anda sendeler gibi olmuştu. Yalnız bildiği bir şey vardı. Annesi çok asil bir ruha sahipti. Bu yaşına kadar babasıyla olan münasebetlerinde bırakın seslerinin yükseldiğini, sevgiyle birbirine bakan gözlerinde bir bulutlanma bile olmamış, yüzleri hiç düşmemişti.

Çevreden duyduğu birbirine küsen, kaprislerde boğulan, uzatılmış nazlarla sabırların zorlandığı ve giderek bencilliğe evrilip ego savaşlarına dönüşen durumlara uzaktı. Hiç tanık olmamıştı. Burada elbette erkeğin rolü önemsiz değildi ama esas eksen kadının kişiliği, tutumu, hayata bakışı ve kavrayışıyla olayları sevk ve idare etmesindeki yüksek maharetiydi. Annesinde bu kudretli dirayeti gördüğünden hemen hayır diyememişti.

RUHSAR idi adı.

İlk tanıştıklarında içinden “Adı Ruhsar, ruhumu sarar” diye düşünmüş ve iyi yanlarına odaklanmıştı. Esasen onu rahatsız eden, kalbine ters düşen, içine vehim düşüren en minik bir durum söz konusu olmamıştı. Sadece bir ara “Bir insan hem bu kadar güzel hem de bu kadar iyi kalpli olabilir mi?” suali geçmişti ama itibar etmeyip hemen savuşturmuştu. Bir daha da bu vesvese hiç gelmemişti.

YÜZÜ ay gibiydi. Yanakları Amasya elmasını andırır bir kırmızılıktaydı. Çehresi ise güven telkin eden bir ifadeye malikti.

Esasen kendisi de kötü değildi. İyilik avcısıydı. Her şeye güzel bakar ve hayır görürdü. Yine de gençliğin verdiği bazı uçarılıklar aklından geçmiyor değildi. Neticede gençti, başı dumanlıydı. Esip gürlediği görülmemiş olsa da zaman zaman hatırından geçerdi. Bunları hesap ederek “Ruhsar benim için güzel bir kurtarıcı olabilir” diye düşünmüş ve bu gerekçeyle “Olur” vermişti.

HAYATLARINI birleştirdiler. Mutlu, mesut yaşayıp gittiler.

Güzel bir örnek oldular. Zaten anne ve babası kendi önlerindeydi. Onların izinden şaşmadan yürümek bile sahil-i selamete erişmek için kafiydi. Öyle de olmuştu.

GÜZELLİK henüz bir endüstri hâline gelmemiş, bedenler ticarileşmemişti.

Gizemin ortadan kalmasıyla kendini tüketmek moda olmamıştı. Sadelik güzelliğin ana merkeziydi. Gözler hoşluklar görmüş, kulaklar iyileştirici sözlere aşinalığını yitirmemişti. İnsanlar nefret değil hayranlık uyandırıyordu. Çünkü yolundan yürüyüp izini sürdükleri Fahr-i Kâinat Efendimiz güzel ahlakı tamamlamak için gelmiş ve tamamlamıştı. İnananlar ise bu izden yürümekle yükümlüydü.

İnsanlar beklenmedik arızalarla sakatlanmıyor ve kendilerinden umulanlar üzerinden hayat sürüyordu. Uygun davranış herkes için vazgeçilmez bir prensipti. Görgü kuralları aşındırılıp sahte konfor alanlarına itibar edilmiyor rahmet zorlukta ve azimette aranıyordu. Sinirlilik ve öfke sorun çözme yöntemine dönüşmemişti. Kabalık henüz cesaret libasını giymemişti. Soyluluk ve buna bağlı olarak asil tavırlar hayatın nirengi noktasıydı. Kem sözlerle ruhlar yaralanmıyor güzel kelimelerle inşa ediliyordu. Kandırmak, aldatmak, olmadığın gibi görünmek gibi belalar başlara sarılmamıştı daha. Herkes kendi hânesinin kralı ve kraliçesiydi. Merhamet su gibi hayatın olmazsa olmazıydı. Bu bakımdan kalpler kadife, sözler okşayıcı ve teşvik ediciydi. Örfün erkeği olmak, örfün kadını olmak öncelikliydi. Yani güzellik kurtarıcı olarak görülüyordu.

GÜZELLİĞİ kurtarmanın gerektiği vakitlere gelindi sonra. Kurtaran güzellik artık kurtarılmalıydı. Devran dönmüş zaman başkalaşmıştı. Ruhsar ile elli yıl aynı yastığa baş koymuş olan Cemal Bey zamanın bu olumsuz getirisini gördükçe ilk temasında zihninde yer bulan tanım yeniden hatırına düşmeye başlamış ve artık eşine hitap ederken daha sık “Güzel kurtarıcı Ruhsar” demeye başlamıştı. Ona olan muhabbeti, tutkusu azalmak, yıpranmak yerine daha fazla coşup katlanıyordu. Anasına olan duası da bu sebeple artıyordu tabi.

RUHSAR çehresinin güzelliğinin yanı sıra daha fazla kalbî bir güzelliğe sahipti. Zarifti. İncelikliydi. Yapıp ettiği her işte bir estetik bulunurdu. Duruşu, edası, yürüyüşü, sesi, seslenişi bir başkaydı. Öyle bir “Cemal’im” deyişi vardı ki, yürek hoplatırdı. Bunu başkalarının yanında demezdi elbette eşine. Çocuklarının yanındayken bile “Erim” demeyi tercih ederdi. Cemal için bu da muhteşem bir hitaptı.

Erini, er görmeyen, kahraman bellemeyen, iyiliklerini keşfedip işleyerek coşturmayan birisi zaten Ruhsar olabilir miydi? Ruhunu sımsıkı sarabilir miydi? Çekici olabilir, hoş kalabilir miydi?

RUHSAR ile Cemal’in muhteşem bir uyumu vardı. Sözleri birbiriyle konuştuklarında bereketlenirdi. Birbirlerine karşı hassastılar. Ki, bu çevreye bir huzur hâlesi gibi yayılırdı. Sakinlik ve dinginlik onların ikiz kardeşleri gibiydi. Birlikte gökkuşağı olurlardı. Çaydanlıktan tüten buhurdan gibi ayrıksızdılar.

GÜZELLİĞİN kurtaran değil kurtarılması gereken bir nitelik kazandığı marazlı şu zamanlarımızda bu tarz örneklere ne kadar da ihtiyacımız var.

Güzelliğin bizi kurtarması için önce bizlerin onu kurtarması lazım.

Ya Selam!

15.05.2025

https://www.istiklal.com.tr/guzel-kurtarici-ruhsar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir