Hikâyelerim 19 Kötü Huyun Kaldırılması İçindir

Uzun zamandır tanışırız. Bir araya geldiğimizde muhabbetin közünü karıştırmayı ihmal etmeyiz. Zira bu sohbeti harlar ve bizlere kıvamını bulmuş manevi yemişlerin ikramına sebep olur.

İyi bir gözlemci, sahih bir Anadolu insanı, samimiyeti gölgesinden evvel insanlara ulaşan organik bir kişilik olduğundan topladığı malzemeler de aynı özelliği taşır.

Üzerinden kaldırmak istediği lekeleri hesaba katarak bir nevi arınma eylemi olarak hikâyelerini kaleme aldığından okuyucularında da aynı etkiyi gösterir.

Bugün sizlerle kendisini tiyatrocu yönünü öne çıkartarak tanıştırmak istedim. Eğer bugüne kadar Bekir Tuncer Salihoğlu’nun bir kitabını okumamışsanız bu geç kalmışlığı süratle telefi etmelisiniz.

UĞUR CANBOLAT

———————–

Kültür ve edebiyat ne zaman ilgi alanınıza girdi?

– Ortaokul sıralarında, orta 3 Türkçe Öğretmenimizin dönem ev ödevi olarak “Çocuklar unutamadığınız bir anınızı yazarak getirin” demesi ile sınıftaki diğer arkadaşlarımızın zoraki birer sayfa doldurduğu bir ortamda benim dolu dolu beş sayfa ödev vermem akıcılığı, üslubu ve konuyu, anıyı hikâyeleştirmem öğretmenimizin dikkatini çekmiş. Notunu vermiş teşekkür ile sınıfa dağıtırken, herkesin ödevini dağıtırken benim ödevim gelmedi, notumu söylemedi ve hiç konu açmadı, ısrar ile parmak kaldırdım. “Hocam benim ödev bana gelmedi, notumu bilmiyorum. Acaba size ulaşmadı mı?” dedim. Bana dönerek sus işareti yaptı ve tekrar sınıfa döndü. Yazılan ödevler ve alınan notlar hakkında konuştu. En son cümlesini benim için ayırdı;

“Arkadaşlar ileride bu arkadaşınızın eserlerini vitrinlerde dizili olarak görürseniz şaşırmayın.”

Türkçe öğretmenimizin bu cümlesi benim için kıymetliydi. Daha önceleri kitaplar okumuş olmama rağmen öğretmenimizin ısrar ile benim üzerimde durmuş olması, bana değer vermiş olması, Türkçe Öğretmenimizin özellikle Türkçeyi güzel kullanmam konusunda o yaşta dikkatimi çekmiş olması beni daha çok okumaya yöneltmiş oldu.

Çevrenizde örnek aldığınız yazıp çizenler var mıydı o yıllarda?

– Orta ve Liseyi Bolvadin’de okudum. O sıralar edebi toplantılar ve sohbet yaptığımız kişiler Bolvadin Hakikat Gazetesi yazarlarıydı. Onların dikkatini çekmişim ki benim içinde 14-15 yaşlarında o gazeteden bir sütun ayırdılar. İstanbul’da yayınlanan Çatı, Milli Gençlik, İslami Hareket, Hedef vb. dergilere gönderdiğim yazı ve şiirler yayınlandı. Hatta bir derginin genel yayın yönetmeni ismime bir mektup göndererek “Yazı ve şiirlerinizi bekliyoruz” anlamında istekte bulundu.

Dergiden teklif alan birisi olarak ilk gençlik yıllarınızda takip ettiğiniz dergiler var mıydı?

– Evet var. İlk aboneliğim Konya’da münteşir, Türkiye’ye dağılan “İslam’ın ilk emri ile OKU” mecmuasıdır, Sakarya’da yayınlanan “Zafer Dergisi” ve yazar kadrosunu unutmam mümkün değildir. Daha sonra İstanbul’da yayınlanan haftalık ve aylık gazete ve dergileri gerek bayilerden gerek abone usulü temin ettim. Okulumuzun kütüphanesi olmadığı için onları adeta içiyordum.

İlk yazınızı ne zaman ve nerede yazdığınızı hatırlıyor musunuz?

– Elbette. Birinci soru içerisinde geçen Bolvadin Hakikat Gazetesi’nde yayınladım. 14 – 15 yaşlarında idim.

Yazı yazma ve bunları yayınlama ihtiyacı nasıl doğdu?

– O yaşlarda sürekli okuduğum için okuduğum hikayelerin benzerlerini “Bende yazabilirim” güveni ile yazdım. Yazmış olduğum her parça göndermiş olduğum mecralarda değiştirilmeden yayınlandı. Bunun yanında sınıfımızın duvar gazetesini ve Bolvadin’in merkezinde yer alan arkası ve önü cam çerçeveli duvar gazetesini de çıkarmaya devam ettim haftalık olarak.

Bu gayretlerin bir neticesi olarak aldığınız dereceler de var sanırım. Bunlar teşvik edici oldu mu?

– Üniversite’ye ilk adım attığım yıllarda Konya’daki bir gazete bölgesel olarak makale yarışması açtı. Konu; “İslamcı gençliğin sorunları ve çözüm yolları” ile “Hicret” gibi konulardaydı. Bölgesel olarak birinci ve ikinciliklerim var. Teşvik edici oldu elbette.

Şimdi pek yaygın olmasa da piyes yazmışsınız ve oynamışsınız. Bu nasıl oldu?

– Necip Fazıl ve Cemil Meriç’in eserlerinin tamamını okumuştum. Onların etkisi, bilgi birikimi, kelime haznesi ve ufuk açıcı yazıları ile üç perdelik “Buhran” isimli bir tiyatro yazdım. O dönem Konya’da hayır işleri ve öğrenci okutmada isim yapmış “Hayra Hizmet Vakfının” Kültür Müdürüne dosya halinde verdim. Okumuş ve Vakıf Başkanına iletmiş. Kısa sürede bana geri dönüş yaptılar:

“Vakıf Başkanımız Hasan Hüseyin Hocam bu eseri gözyaşları içerisinde okumuş, bu eser illaki Konya’da sahnelenmeli. Vakıf olarak üzerimize ne düşüyorsa yapmaya hazırız” dediler.

Ve ben 20 kadar arkadaşımı Yüksek Okul Öğrenci Yurdunda çalıştırarak bahsi edilen vakıf adına iki gece iki gündüz olmak üzere sahneledik.

Peki başka yerlerden teklifler geldi mi?

-Evet. Taşradan teklifler gelmiş olmasına rağmen öğrenci olduğumuz için gidemedik, ihtiyaca cevap veremedik. Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı Kültür Daire Başkanlığında bu eser hakkında konuşurken bana “Getir başkanlığımız adına bu eseri basalım, tiyatro dalında ilk osun,” dediler.

Oldu mu peki?

-Hayır. Yazar olarak piyasaya çıkmam eser vermem kendimce erkendi, olgunlaşmam gerekiyordu. Bir de müptelası olduğum Necip Fazıl ve Cemil Meriç’in etkisinden kurtulmalıydım. Yazdığım veya yazacağım eser, beni yansıtmalıydı. Her şeyi ile bana ait olmalıydı. Mezuniyet Tezimiz bile Necip Fazıl üzerine vermiş, Mardin”li tez hocalarım, “Sendeki Türkçeyi iyi kullanma ve Türkçeye hakimiyet bizde olsa sık sık tercüme yaparız,” şeklinde takdirlerini ifade etmişlerdi. Basılmasına bu sebeple onay vermedim.

Bu ilk heyecan ve gelen takdirlerin sizi tiyatroya daha çok yaklaştırdığını ya da yönlendirdiğini söyleyebilir miyiz?

-Elbette, yazmak ve bizzat sahnelemem hayatıma etki etti.

Nasıl?

-Öğretmenlik hayatımda sınıfı hep sahne gibi kullandım. Şu an ikili görüşmelerim ve konuşmalarım anı ve tiyatroyu yaşıyor gibi anlatım tarzını bana kazandırdı.

Peki, aynı durum dost muhabbetlerinde hususen toplum önünde gerçekleştirdiğiniz seminerlerde de kendini gösterdi mi?

-Elbette. Gittiğim konferanslarda seyircilerin kendilerini vererek, dış dünyadan soyutlanarak can kulağı ile iki saat boyunca fire vermeden dinlemelerinden bunu anlıyorum.

Üniversite yıllarınızda gençlikte tiyatroya ilgi ne durumdaydı?

– Çevremdeki arkadaşlarım kendilerine liderlik yapabildiğim takdirde tiyatro yapmaya hazırdılar. Ki Fakültemizde Okul müdürümüz “Okulumuz adına bir tiyatro sahnelememiz gerekiyor. Üstlenir misin?” teklifini getirdiği zaman hemen kabul ettim ve yine 20’ye yakın arkadaşım ile kısa sürede “Vatan Müdafaası” konulu tiyatroyu sahneledik.

Anladığım kadarıyla hayatınız tiyatro ile tıka basa doluydu bu dönemlerde, doğru mu?

-Kesinlikle öyle. Konya’daki Gençlik teşkilatında Tiyatro Müdürlüğü yaptım. Gençlik gecelerinde skeç, pantomim, konuşma aralarında arkadaşlarımla kısa gösteriler yaptım. Bizden lise çağındaki öğrencilerin oynayabileceği eserler bekleniyordu veya çevre ilçelerden önemli gün ve gecelerde canlandırmalar isteniyordu. Öğrenci olmamız sebebiyle sınıf geçmeyi birinci planda tutmuştuk. Halk seyretmek için hazırdı. Oynamak ve canlandırmak için gençlik hazırdı. Tam kaynağın başındaydım yani.

Daha sonra devam edebildiniz mi tiyatroya?

Öğretmenlik için staj yaptığım bir okulda, öğrenciler tiyatroya çalışıyorlar, öğretmen çalıştırıyor, Okul müdürü çok istekli. Mezuniyet günü yaklaşıyor, veliler öğrencilerinin müsamere ile karşılarında görmeyi arzuluyorlar. Ancak bir türlü başarılı olamıyorlardı. Bu açmaz beni üzdü. Hemen tüm yetkiyi üzerime alarak onlara unutamayacakları bir mezuniyet günü yaşattık. Ancak daha sonraki İstanbul’un çetin şartlarından dolayı tiyatro hizmetine dahil olamadım. Öğretmenliğin yanı sıra ek bir iş yapmak zorundaydım çünkü.

Buhran adlı tiyatro oyununuzun ana teması neydi?

İsminden de anlaşılacağı gibi gençliğin buhranı ve ebeveyn ile çocuklar arasındaki iletişimsizlik, kopukluk.

-Öğretmenlik yıllarınızda öğrencilerinizi yönlendirmeye vesile oldu mu bu ilgileriniz?

-Elbette, tiyatro sanatını sevdirebilmiş oldu. Ancak öğrencilerimiz tiyatro yapabilecekleri ve film setinde yer alabilecekleri adresler ve imkânlar istediklerinde olumlu cevap veremedim.

Tiyatro için bir nevi mizah metni diyebilir miyiz?

– Tiyatro geneldir. Mizahi türde metin yazılırsa mizah denilebilir. Acıklı ve drama öyküsü, metni yazılırsa darama olur.

Şiirleriniz de vardı gençlik dönemlerinizde. Hâlen şiir yazıyor musunuz?

-Necip Fazıl’ı tanıdıktan sonra onu aşamayacağımı bildiğimden şiir yazmaya kendimi zorlamadım. Bir dala yönelerek katmerli başarı sağlanacağını düşündüğümden. Israrla hikâye üzerine devam ediyorum.

Bu nedenle daha çok hikâyelerinizle biliniyorsunuz sanırım değil mi?

– Beni tanıyanlar Hikâye yazmam ile tanıyorlar evet.

Hikâyelerinizi nasıl bir gözlemle nereden topluyorsunuz?

-Hayatın içinden. Çocukluğum, yaşadıklarım, seyahatlerim, okuduklarım, dinlediklerim ve tahayyül ettiklerim (kurgulama ve hayal ettiklerim) hepsinin payı vardır hikayelerimde.

Hikâyeleriniz kendine özgü bir üsluba sahip, sade ve hayat kokuyor. Bu nasıl oluştu?

– Tek kelime ile “Samimiyet”.  Daha açılması gerekirse insan üzerine yapışmış lekeleri on dokuz kötü ahlak ve huyun üzerimden kaldırmaya çalışmamdır diyebiliriz. Başarılı isem ne mutlu.

Nedir bunlar?

-Nefsin bu afetlerini şöyle sıralayabiliriz: Cehalet, Cimrilik, Dedikodu, Gıybet, Fitne, Fesat, Gurur, Kibir, Haset ve Düşmanlık, Hırs, Şehvet, İsyan, İptila, Kin ve Nefret, Küfür, Mürailik, Nankörlük, Öfke, Gayz, Sabırsızlık, Vefasızlık, Yalan, Zulüm, Zan.

Roman sizin için ne ifade ediyor?

– Roman portakal. Bu portakalı oluşturan dilimler ise hikâye. Roman bir fert olur, bir aile olur, bir toplum olur hayatın bütününü başlangıç ve bitişi ile alır. Mümkün mertebe okura soru işaretleri bırakmadan sonlanır. Bıraksa da azdır. Fakat hikâyenin başı, başı sonu belli olmayabilir. Okur, merak ederse kendisi tamamlayabilir. Ucu açık olur ve okur zihnini yorarak geliştirebilir. Dolayısıyla hikâye ile bütünleşir.  

Yazar, muhayyilesindeki söz varlığını metne dökerken ne gibi evrelerden geçiriyor?

– O an yaşadığı yeri, nefsini, varlığını, dertlerini kenara bırakarak yazacağı konuya adapte olmalı, atmosferine girmeli, kılığa girmeli, renge bürünmeli.

Çakı çakmak ayna tarak gibi isimler okuyucu tarafından nasıl karşılanıyor?

– ilk bakışta hayatın içinden, merkezinden hikayelerin olduğu bilgisini veriyor. Albeni de diyebilirsiniz.

Sezai Karakoç hayatınızın neresinde yer alıyor?

– Üstat Sezai Karakoç İslam hükümleri bütünü ile her harfi ile en küçük hücresine kadar yaşayan, tatbik eden, sahabenin günümüzdeki temsilcisidir. 1500 Yıl önce inmiş olan Kur’an’ın, günümüzde yaşanır olabildiğini gösteren, ete kemiğe bürünmüş temsilcisidir. O, yazıları ile uzak beldelere yaşayışı ile yakın çevresine örnek olmuş müstesna bir edip, bir şairdir. Yaşarken edebiyatımıza geçen şiir ve yazılarının özünde ana fikrinde, temasında Kur’an ve Sünnet vardır.

 Son olarak biriken ve yazılmayı bekleyen neler var?

– Tespit ettiğim, kafamda ve notlarımda yazılmış, yarım kalmış hikayeler ve benden edebiyat çevrenin beklemiş olduğu bir roman var. Hikayelerin üzerine yükleniyorum ancak romanı yazmak için bazı olay ve duyguların soğumasını bekliyorum.  

  15.05.2024

https://www.istiklal.com.tr/hikayelerim-19-kotu-huyun-kaldirilmasi-icindir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir