UĞUR CANBOLAT
KIRILGAN varlıklarız.
Kendimizi her ne kadar güçlü, kuvvetli ve yıkılmaz görsek bile işin aslı her zaman öyle değildir.
Güçlü görünmek güçlü olmak mıdır?
Ya da güçlü durmak her vakit güçlü olmak anlamına mı gelir?
Güçlü olanların zayıflık anları olmaz mı hiç?
İçlerine sığındıkları, dışarıdan gelen bir fiskeye bile alınıp küstükleri görülmez mi?
Meseleye biraz etraflıca bakabildiğimizde insan olarak güçlü yanlarımız olabildiği gibi zayıf taraflarımızda vardır.
Bunu kabul etmemek başımıza daha fazla iş açmaktan başka bir işe yaramaz.
…
ADI Küstüm’e çıkmıştı.
Herkes giderek kendisine böyle seslenir olmuştu. Şaşılacak taraf şuydu ki, kendisi de bu durumu benimsemiş, kabul etmişti.
Zamanla da sanki adı kendisi olmuştu.
…
DARILMAK hepimizin başına elbette gelebilir ama bunu bir hayat biçimi haline getirmeyiz.
Bir kalbimiz var, gücenebiliriz.
Bel bağladığımız beklentilerimiz karşılanmadığında moral bakımından düşüşler yaşarız.
Hayallerimiz suya batabilir.
İçinde kendimizi boğuluyor gibi hissedebiliriz evet, ama teslim olmamalıyız.
…
GÜCENİKLİKLERİMİZ hep olur ancak onu tamir edecek olan yine biz değil miyiz?
Bizi bizden başka kim onarabilir hakkıyla.
İyi oluş hallerimizi en yakınlarımız bile olsalar onlara yüklememiz ne kadar doğru?
Buna hakkımız var mı?
Onların yüreklerine bıraktığımız bu yük onları da bizim gibi çökertmez mi?
…
“GÜL YÜZÜN dönme benden” diyen âşık acaba bu türlü davranışlara mı muhatap olmuştu?
“Ölürem gitmem senden” derken kararlılığını mı vurguluyordu? Bununla da yetinmeyerek; “Kapına kul olayım / Selamın kesme benden” dizelerini kalbinin dizgesi hâline getirmesi sürekli kendisine küsme potansiyeli taşıyan bir yâre gönül akıtmış olmasından olabilir mi, ne dersiniz?
…
KENDİSİNE sorduğumda “Evlat, İnsan çok hassastır, incedir, narin bir kalbin sahibidir. Bu sebeple bırak beklediği halde gelmeyene küsmesini, beklediğinin gelmeyen selâmına dahi küser. Onun yaşadığı şehirden kendi bulunduğu kente gelen şehirlerarası otobüslere bile küser. O kadar ki, insan kendi küsüşüne bile küser. Uğraşıp didindikten sonra elimden geleni yaptım diyerek içinde oluşan huzura, rahatlığa, teslim olmuşluğa bile küser. Sevdiğine etki etmeyen sözüne dahi küser. Ona yazdığı şiirlerin işlevsiz kalmasına küser. Kendisi kederliyken cıvıldaşan kuşlara, şen ve şatır akan dereye küser. Küser de küser…” demişti.
Küsme üzerine güzellemeler yaparak bunun kitabını yazmak istiyordu sanki.
…
ŞAİR Nazım Hikmet de Küstüm Dede ile aynı görüşte. Bakın neler söylüyor:
“Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür.
Çocukçadır ve ondan dolayı saftır.
Yalansız’dır.
Küsmek; seni seviyorum’dur.
Vazgeçememektir.
Beni anlatır küsmek.
Kızdım ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur.
Küsmek; nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.
Küsmek, sevdiğini söyle demektir.
Hadi anla demektir.
Küsmek; umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır.
Yani, diyeceğim o ki:
Ben sana küstüm!”
…
BİZLER yine de tek taraflı bir eylem olan küsmeye o kadar yüz vermeyelim derim.
İsmet Özel’in tabiriyle “Surat asmak hakkımız” olsa da yapmayalım bunu.
İletişim halinde olmak her zaman tercih edilen tavır olmalı. Küsmeyi pasif bir saldırganlık haline dönüştürüp karşı tarafı manipüle ederek kışkırtan eylemlerden uzak duralım. Küsmeyi bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemekten kaçınalım.
Küsmeyi tatlı bir nazlanmak şeklinde yorumlayanlarımız olsa bile her an yıkıcı bir silaha dönüşebilme potansiyeli taşıdığını unutmayalım.
Küstüm Dede’nin inadına biz küsmeyelim.
Ya Selâm!
07.02.2024