Millî Eğitim Bakanlığının Maarif ve Müfredat Değişimi Çalışmalarının Yerli ve Milli Bağlamda Değerlendirilmesi meselesi çok önemli. Daha önce bu konuda değerli çalışmalar yapan Maarif Platformu’nun görüşlerine müracaat ederek çıktılarına dikkat çekmiştik. Milletimiz için hayati olan bu meseleyi unutturmamak ve sıcak tutmak geleceğimiz açısından kıymetli. Bu konuda önemli çalışmalar yapan, makaleler yazan Prof. Dr. Burhan Akpınar ile müfredat yenilemenin gerekliliği ve içinde barındırdığı riskleri siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için konuştuk.
UĞUR CANBOLAT
—————
Millî Eğitim Bakanlığının defalarca duyurduğu müfredat değişimini nasıl okuyorsunuz? Bu değişim, Maarif Platformu olarak dile getirdiğiniz yerli ve millî bir arayışın neticesi midir?
-Her şeyden önce Millî Eğitim Bakanlığı (MEB)’in yapacağını duyurduğu müfredat değişimi, aslında müfredatı da içeren köklü bir değişim gibi durmaktadır. Önceki bakan zamanında başlatılan, UNESCO tarafından desteklenen ve yaklaşık iki yıldır süren bu değişim çalışmalarına kısmen muttali oldum. Bu sürecin son aşamalarında bir kez katıldığım çalışmalardaki gözlemlerim ile bu çalışmaların kaleme alındığı MEB dokümanı olan k12 Beceriler Çerçevesi Türkiye Bütüncül Modeli üzerinden değerlendirme yapabilirim. Bu değerlendirmelerimi, aslında MAARİF PLATFORMU’nun teşviki ile bir arkadaşımla birlikte makale olarak kaleme almıştık.
Nerede yayınlandı hocam ortak makaleniz?
-Doç. Dr. Bahadır Köksalan ile bu ortak makalemiz “Eğitimde Maarif ve Müfredat Yenileme İhtiyacı: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Üzerinden Teorik Bir Analiz” ismiyle 2024 Mart ayında Tarih Okulu Dergisinde yayımlandı.
Bu değerlendirmeyi söyleşinin yer kısıtlılığını da dikkate alarak özetleyebilir misiniz?
-Elbette, memnuniyetle. Adı henüz net olmadığı için şimdilik Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak adlandırılan proje, Türk Eğitim Sistemi’nin 21. Yüzyıl temel becerilerine uyumunda doğru bir adımdır. İlham kaynağı ABD olan proje, bireyin bütüncül gelişimi bakımından birtakım yenilikler içermektedir. Projenin, eğitimde sistem, program, ders kitabı ve ortam tasarımı noktalarındaki ithal görüntüsü kabul edilebilir olsa da bu durum, bireyin kimlik ve sosyal aidiyetiyle alakalı sosyal-duyuşsal ve eğilimlerle ilgili olarak kabul edilemezdir. Dolayısıyla iyi niyet ve büyük çaba ile ortaya konulan Türkiye Yüzyılı Maarif Model’de, adına yakışır şekilde, yerli ve milli dokunuşlara ihtiyaç vardır.
Neden böyle bir ihtiyacı görüyorsunuz?
-Çünkü salt ithal model ve içerikle milli ve yerli zihinler inşa edilemez. Zira yabancı kavramlarla milli düşünülemez ve yerli ürünler ortaya konulamaz. Projenin sosyal ve beşerî içeriğine milli dokunuşlar yapılmaz ise, gelecek nesiller, 21. Yüzyıl becerilerine sahip olsa da millî kimliği, yerli rengi ve sosyal aidiyeti olmadığı için küresel endüstri ve ekonominin becerili işgücüne dönüşebilir.
Eğitimde yenilenme artık ertelenemez bir ihtiyaç mıdır ve bu yenilenme hangi boyut ve zaman aralıklarında olmalıdır?
-Eğitimde de diğer tüm olgular gibi “Sırrı tekâmül” ilkesi geçerlidir. Bu ilke gereğince kâinattaki yaratılmış her şey ve olgu, mükemmele doğru akış halindedir. Yani değişim, kâinatın bir sırrı olup, Sünnetullahtır. Değişmemek veya sabitlik, kâinattaki bu akışa ters düşmektir. Buna mukabil, Yaratıcı ve kısmen de onun insan fıtratına derç ettiği öz (fıtrat), bu değişimden bağımsızdır. Yani değişim, akış ve sabitlik arasındaki salınımda var olan bir denge halidir. Burada önemli olan değişimin gerekçesi, zamanı ve sıklığıdır. Bu meyanda eğitim; sistem olarak ara sıra ve ama müfredat gibi alt boyutlar sıklıkla, 5-6 yılda bir değişmelidir.
Bu zorunluğu ve süreyi nasıl gerekçelendiriyorsunuz?
-Bilim, teknoloji ve sosyal alanlarda yaşanan değişimler ile Türkiye’nin son yıllarda kalıbına sığmayan dinamizmi, bu değişimin gerekçeleridir. Dahası, eğitimde değişim, “Mevcutla yetinmeme” demek olduğundan ve mevcut eğitim sistemimiz ile müfredatımız, ki çoğu bize ithal veya devşirmedir, Türkiye’nin son yıllardaki yerli ve milli rüzgârına eşlik etmekte yetersiz kalmaktadır. Bu itibarla eğitimde yerli ve milli bir arayışı ifade eden değişimler kaçınılmazdır. Gerekçesi bunlardır.
Buradan anlaşılması gereken, henüz net olarak ortaya konulmayan bu değişimin, bazı boyutlar itibarıyla gerekli ve ancak milli ve yerli boyutlar itibarıyla eksik olduğu mudur?
-Evet. Kapsamlı olarak son değişim 2018 yılında yapıldığına göre Türkiye’de müfredat değişim zamanı gelmiştir. Dolayısıyla MEB’in zamanlaması doğru, çaba ve gayretleri takdire şayandır. Aynı şekilde MEB’in aslında ABD’nin kendi toplumu ve çocukları için 21. Yüzyıl tasavvuru olan k12 yeterlikler/beceriler çerçevesi şablonu da isabetlidir. Zira bu şablon ABD’nin eğitimde çağı okumasının yansımalarıdır. Türkiye eğitimde çağı yakalamak istiyorsa bu ve benzeri şablonları dikkate alabilir. Ancak bu şablonda k12 beceriler çerçevesi olarak yer alan bilgi ve becerilerin, tür, içerik ve sunuluş olarak aynen taklit edilmesi, ithal edilmesi birkaç bakımdan doğru değildir.
Burayı biraz detaylandıralım lütfen. Hangi açılardan doğru değildir?
-Tabi. Öncelikle eğitim veya müfredat içeriği pozitif bilgiler ile çağa ait beceriler aynen alınsa da, bu ithalatta ruha, duygulara ve sosyal boyutlara ait şablonlar aynen alınamaz. Zira ABD veya başka bir ülkenin eğitimdeki gelecek tasavvuru, örneğin kimlik ve kişilik inşası Türkiye ile tıpa tıp aynı olamaz. Bu durumda toplumlar arası ontolojik ve epistemolojik farklılıklar zamanla aşınır ve çocuklarımız, kimlik, kişilik ve aidiyette ABD şablonuna benzeyerek, “Kendisi kalamazlar”. Bu durum ABD’de yaşatılan “Eğitimle merkezi ABD olan bir dünya uygarlığı kurmak” fikrine hizmet eder. Doğru olan ise deney ve gözlem ürünü pozitif bilimsel bilgilerin alınıp, yerli ve milli kaplarda sunulmasıdır. Zira “bilgi” objektiftir, objektif olmayan ve ideolojik olan bunun sunuluş dilidir. Örnek olarak bilgi aktarımında özne ya da fail tabiat (doğa) olarak sunulduğunda, pozitivizm, materyalizm ve darwinizme kapı aralanırken; bilgi de özne ya da fail Yaratıcı olarak sunulduğunda, başka mecralara kapı aralanır.
Bilgilerin veriliş şekli ve tarzına dikkat çekiyorsunuz…
-Bu çok mühim zira eğitim bir toplumun geleceğe dair niyet ve ideallerini yansıtan bir insan yetiştirme tasavvurudur. Müfredat, bunun plan ve projesidir. Bu itibarla k12 denilen 21. Yüzyıl bilgi ve becerileri, bizim çocuklarımızda da elbette ki gereklidir. Zira bunlar, insanlık ortak birikiminin mirası ve Çin’de bile olsa gidip alınması gereken Müslümanın yitik malıdır. Ancak bu evrensel ve bilimsel bilgi ve becerilerin kendisi değil, veriliş şekli, zihin ve davranışların yönünü belirlediğinden, bunların mutlaka yerli ve milli bir kapta sunulma mecburiyeti vardır. Çünkü eğitim, bazı boyutları evrensel olsa da özünde kültürel olup, millidir. Bu yüzden topyekûn ithal edilemez ve ancak kendi gerçekliğimiz doğrultusunda inşa edilir. Aksi halde ithal ve yabancı kavramlarla milli ve yerli zihin inşa edilemez. Bu durumda öğretmenlerimiz, başkalarının gerçekliğini sınıflarda dağıtan “distribütöre” dönüşür; zekâ ve kapasitesini sınıf lehine kullanamazlar ki, büyük bir israftır.
Bu bahsettiğiniz israf, halleri hallerimize, dilleri dillerimize benzemeyen, düşünmesi bizim tefekkürümüze benzemeyen kimliğini kaybetmiş nesiller mi?
-Aynen öyle. Topyekûn ithal ikameci eğitim ve müfredatla çocuklarımıza yerli ve milli rengi veremeyiz; tipi bize benzeyen ve ama zihniyet olarak bize benzemeyen nesiller zuhur eder. Bu ise Türkiye’nin son yıllarda ve özellikle de bağımsızlığın garantisi olan savunma sanayinde başardığı yerli ve milli hamlelerin devamına imkân sağlamaz. Zira yerli ve milli sanayi ancak ve ancak aidiyeti yerli ve milli olan zihinler tarafından kurulup, geliştirilebilir. Bunun örnekleri için tarihimize bakmak yeterlidir.
Buradan anlaşıldığı kadarı ile MEB’in müfredat değişiminde, milli ve yerli boyutlar itibarıyla hassas dokunuşlara ihtiyaç olduğu mudur?
-Kesinlikle. Mevcut Milli Eğitim Bakanımızı müsteşarlığı döneminden beri izlemekteyim. Entelektüel, yerli ve milli hassasiyeti yüksek bir mütefekkir olduğunu biliyorum. Aynı şeyi Bakan yardımları ve üst düzey bürokrasi için de söyleyebilirim. Nitekim bu yöndeki hassasiyetin müfredata yansıtılma çabalarına da şahidim. Ancak sorun, bu yöndeki çalışmaların önceden başlaması ve yerli ve milli hassasiyetin müfredata sonradan giydirilmesi çalışmalarıdır. Zira şablon UNESCO desteği ile ABD’den ithal edilen kalıplarla çoktan oluşmuş. Bunlara, bunların yapı ve insicamını bozmadan yerli ve milli dokunuşlar yapmak, mümkün ama kolay değildir. Dolayısıyla müfredatlar mevcut haliyle, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” taşıyamaz.
Neden taşıyamaz hocam? Sizi böyle düşündüren tam olarak nedir?
-Taşıyamaz, çünkü müfredatlar MEB’in ilgili dokümanı baz alındığında geliştirilen müfredatlar, teorik anlamda ne yeni ve ne de millidir. Zira bu dokümanda yeni keşfedilmiş gibi sunulan “bütüncül” kavramına dair, küll-cüz ilişkisi bağlamında varlığın ve dolayısıyla da insanın bütünselliği fikri asırlar öncesine dayalıdır. Yine aynı dokümanda vurgulanan teori ile pratik, bilgi ile becerinin buluşturulması fikri İslam’da ilim ile amel birlikteliği olarak vurgulana gelmiştir. Kanaatimize göre yeni olan ise, eğitimi bu denli endüstrinin ve ekonominin emrine amade kılmaya heves etmektir.
Anladığım kadarıyla aklınızda cevaplanmayı bekleyen deli sorular ve rahat durmuyorlar.
-Evet, var ve hiç rahat durmuyorlar beni de rahat ettirmiyorlar.
Bu sorulara bu söyleşide yer varabilirsek belki de birlikte cevaplar aranır…
-Umarım öyle olur. Bunu çok isterim. Daha da açıklayıcı olsun diye MEB’in gerçekleştireceği müfredat değişimine yönelik yayımlanan dokümanı baz alınarak şu soruları sıralayabilirim:
1). ABD’nin kendi gerçekliği ve tasavvuru olan 21. Yüzyıl becerileri veya k12 gibi öngörüler, tüm toplumlar için aynı gereklilikte midir? Ya da eğitim marifetiyle çocuklarımızı her bakımdan ABD tasavvuruna benzetmek amaç mıdır?
2). Eğitim, ekonomi, endüstri ve tabi ki kültür bakımından Türkiye’nin ABD’den ayrıştığı hiçbir nokta yok mudur ki, programlar aynen ithal edilsin?
3). ABD’nin kendi gerçekliği ve tasavvuru olan 21. Yüzyıl becerileri veya k12 gibi öngörüler her toplumun gelişmesine lazım ise, ABD, rakipleri için bunları neden kolayca deşifre etsin?
4). MEB’in ilgili dokümanından anlaşıldığı üzere, müfredattaki “beceri” odaklılık, zamanla “bilgi” olgusunu gölgeleyebilir mi ve bu durum, çocuklarımızın aidiyetini zedeleyip, onları küresel güçlerin becerili işgücüne dönüştür mi?
5). MEB’in ilgili dokümanından anlaşıldığı üzere, müfredatta yer alan Sosyal-Duygusal Öğrenme Becerileri ve bileşenleri ile eğilimlerin, neredeyse tümüyle yabancı literatüre dayandırılması ne kadar doğrudur?
6). Çocuğun ruh, duygu ve tavır olarak gelişmesine rehberlik edecek yerli ve milli düşünür, düşünce veya literatür yok mudur?
Hocam mesele gerçekten çok hayati. Şimdiye kadar söylediklerinizi özetlemenizi istesem neler söylersiniz?
-Özetlemeye gayret edeyim. Yapılan bütün yatırımlar ve gösterilen devasa çabalara rağmen, bugün âdeta bir sorun yumağına dönüşmüş olan Eğitim Sisteminin değişim ihtiyacı açık ve anlaşılabilirdir. Dolayısıyla, özellikle uygulama süreci bakımından oldukça yavaş kalan Eğitim Sisteminin için, değişim, yönü ve usulü doğru olmak kaydıyla kaçınılmazdır. Kaçınılması gereken ise, eğitimde değişimin, evrensel değişim dinamikleri ile milli gereklilikler arasında dengeyi gözetmemektir. Bu itibarla, MEB’in 2024 yılında gündeme alacağını beyan ettiği müfredat değişimi, Türkiye’nin eğitimdeki arayışı bakımından doğru bir adımdır. Bu adım özellikle, pozitif bilimlere ait 21. Yüzyıl gereklerini, eğitimimize kazandırması bakımından kıymetlidir. Ancak, bilimsel pozitif bilgi ve beceriler ithal edilebilirken, bu bilgileri kodlamada işe dâhil olan kültür ve inanç umdelerinin ithal edilemez olduğu unutulmamalıdır. Kumaş ithal edilse de elbise milli bünyeye göre dikilmelidir. Bu yönüyle maarif ve müfredatta, bazı boyutlar ithal edilebilirse de sosyo-kültürel boyutlar asla ithal edilemez, ancak üretilebilirler. Zira Türkiye, tarihi, coğrafi, kültürel, ekonomik, sosyolojik, politik ve nihayet eğitim kültürü bakımından ABD’den ciddi biçimde ayrışmaktadır. Nureddin Topçu (2016), eğitim üzerinden bu ayrışmayı, “Milli mektep, zihniyet, müfredat, metot, psikolojik temel ve hatta binasıyla diğer milletlerinkinden ayrıdır” şeklinde dile getirmiştir. Zira her kültür ancak ve ancak kendi öz dilinde, yerli kelime ve kavramlarla yaratıcı düşünebilir. Bu malzemelerin ithal edilmesi veya devşirilmesi, milli ve yerli yaratıcı düşünmeye fayda sağlamaz. Eğer böyle olsaydı, sömürge geçmişine sahip ve bir asırdır kendisini sömüren “Gelişmiş” toplumların diliyle eğitim yapan ülkeler, bugün yaratıcı düşüncede ilk sıralarda olurlardı.
Hocam sorular durmuyor sanki zihninizde?
-Evet, durmuyorlar. İçinde “Beşerî ve sosyal değerler” barındıran Sosyal-Duygusal Öğrenme Becerileri ve Eğilimler bakımından Türkiye ile ABD birbirine yakınlaştırmak eğer mümkün ise, doğru bir amaç mıdır? Tarihimizde ve tabi ki bugün de adı geçen konularda hiç yerli referans kaynağı yok mu ki, kimlik inşası gibi oldukça milli olması gereken konular bile ithal edilsin?
Son tahlilde sizi endişelendiren hususlar var mı, varsa bunlar nelerdir?
-Amacı ve bilimsel içeriği 21. Yüzyıla yakışan, iyi niyet ve büyük bir çabayla ortaya konulmuş olan bu müfredat değişimi planı veya projesine, sosyal ve beşerî boyutlarda yerli ve milli dokunuşlar yapmak gereklidir. Yoksa iyi niyet, büyük çaba ve gayretlerin neticesi olan bu proje, insanı teknik bir unsura Nurettin Topçu’nun isabetle tespit ettiği gibi becerili bir robota, renksiz bir işgücüne dönüştürebilir. Bu dokunuş, kimliği inşa eden “sosyal-duygusal ve “eğilimler” konularını, en azından bir kısmını, yerli ve milli referanslara dayandırmak şeklinde olmalıdır. Yoksa zihni ve kimliği yabancı kelime ve kavramlarla inşa edilmiş, evrensel değerler adıyla sosyal aidiyeti renksizleştirilmiş bir insan tipi tezahür edebilir. Tipi bize benzese de zihinsel anlamda devşirilmiş bu birey, küresel güçlerin emrine amade, becerili bir işgücüne dönüşebilir. Zira iki asırdır yaşadıklarımız, gelişmiş ülkelerin eğitim modellerini cömertçe paylaşmalarından kuşku duymamızı haklı çıkartmaktadır. Çünkü bu ülkeler, eğitim modelleri ihraç ederek, aidiyeti zayıf, ucuz ve kontrol edilebilir becerili işgücü üretmeyi, üçüncü dünya ülkelerine havale etmektedirler.
PROF. DR. BURHAN AKPINAR KİMDİR?
Gazi Üniversitesi mezun olan Akpınar, bir süre öğretmenlik ve öğretim görevliliği (İnönü Üniversitesi) yaptıktan sonra, Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Yrd. Doç. Olarak çalışmıştır. Bu süreçte Millî Eğitim Bakanlığının müfredat geliştirme çalışmalarında kısa süreli uzman olarak görev almıştır. Akabinde 2009 yılında Eğitim Bilimlerinde doçent ve 2014 yılında profesör olmuştur. Sırayla İnönü, Fırat, Harran Üniversitelerinde görev yapan Akpınar halen, Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Eğitim bilimleri çatısı altında, müfredat geliştirme, müfredat felsefesi, mesleki ve teknik eğitim, eğitimde bağımsızlık, eğitimde yerli ve milli tasavvurlar gibi konularda birçok makale ve yayımlanmış ders kitapları mevcuttur.
17.04.2024