UĞUR CANBOLAT
TABİAT inanmış insanlar için bir kitap… “Kevni kitap” olarak adlandırılıyor kültürümüzde.
Kendilik bilinci konusunu mesele edinenler için, Resullere gönderilen vahiy, yaratılmış olan kâinat kitabı ve insanın kendisi üçlü olarak okunmalıdır. Birbirinden ayrı düşünülmemeli. İndirilen kitabı, yaratılan iki kitap olan evren ve insan üzerinden okuyup anlamak muhteşem bir beraberlik. Vahyi anlamak, bunu tabiat üzerinden gözlemek ve kendi varlığı ile müşahede ederek tam bir anlam bütünlüğü meydana getirmek hayatı istenen şuur ile yaşayabilmenin vazgeçilemez bir şartı aslında.
Halkalardan biri ihmal edildiğinde veya koparıldığında mânâ bütünlüğü sağlanamadığından okumalarımız eksik kalıyor. O zaman ise ezberlerimizi çoğaltıp onlara tutunmaya başlıyoruz.
Tabiat ihmal edildiğinde tababet meselesi yani doğanın Rabbimizin şifa eczanesi olması meselesi nereye düşer?
O tabiatta beslenip yaşayan diğer canlıların hayatımızın kolaylaşması için korunması konusu nasıl telafi edilir?
Bozulacak ekolojik dengenin insan ve diğer canlı türleri için acı maliyeti nelerdir gibi içinden çıkamayacağımız nice çetrefilli başka sorular ve sorunlar önümüzde dağ gibi yığılı duruyor.
Kevn; var olmak demektir. Vuku bulmak anlamına gelmektedir. Meydana çıkmak olarak tanımlanır. Kevne zarar verildiğinde yani var olan, yaratılan tabiat kitabı tahrip edildiğinde esasen yapılan şey, kendi varlığımızı, yaşamımızı, sağlığımızı ve geleceğimizi yok etmekle eş değer değil mi?
Kainattaki çeşitliliği giderek daha fazla yok ettiğimiz meselesini de önümüze koyduğumuzda nasıl bir çıkmazın içine kendimizi hapsettiğimiz hemen ortaya çıkacaktır.
…
ORMANLAR o kâinat kitabının bizler için yaratılmış çok mühim bir âyetidir.
Asla dikkatten uzak tutulamaz.
Neredeyse yaz aylarında canımızı yakan ve giderek son yıllarda artış gösteren ormanlarımıza sahip çıkamayıp yangınlara teslim etmemiz gerçekten çok büyük bir kayıptır. Anarşist yapılanma ile kendi zihin ve beden dünyalarını zehirleyen hainler; ormanlarımıza, nefes aldığımız ciğerlerimize acımasızca kıymaktadırlar. Bundan marazi bir zevk aldıkları aşikâr. Kötülükten beslenen bu hayat parazitlerinin bulunup gerekenin yapılması elbette kaçınılmaz. Yapılmaktadır da…
Aynı şekilde ahmakça ihmalkarlıklarımız bu orman yangınlarının diğer bir sebebi.
Kâinatın, Rabbimiz tarafından bizlere sunulmuş bir âyet olduğu şuuruna gerçekten erişebilmiş olsaydık onlara karşı bu denli hoyrat davranabilir miydik?
Bu derece duyarsız nobranlara dönüşür müydük?
İhmalkarlıklara sorumsuzca yol verebilir miydik?
…
ORMAN zengini olan ülkemizin bu konuda fakirleşmesi azımsanamayacak kadar büyük bir kayıptır.
Kayıplar ise yas nedenidir.
Oysa ne yazık ki bizlerin bu konuda tuttuğu bir yastan söz edemiyoruz. Bu meselede milli şuur kaybımız var. Acıma eşiğimiz çok geriledi. Tabiatla merhamet ilişkisi kurmamız gerektiği meselesi hiç konuşulmuyor. Allah’ın bizler için yarattığı âyetleri tahrip ettiğimiz konusu hiç mevzu edilmiyor. Haberlerde seyredip küçük bir acıma hissi ve vah vah ile geçiştiriyoruz konuyu.
…
ORMANLARIMIZ için “Topyekûn bir yas” gündemimize girmelidir.
Bu husus önemsenmelidir. Tırnağı kırıldığında, saçının dip boyası çıktığında, çorabı kaçtığında, bir arkadaşıyla aynı kıyafeti giydiği için pişti olduğunda yaşanan üzüntü kadar bile buna üzülmüyoruz.
Derinlemesine bir hüznün ve acının içine gark olmuyoruz.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kaz Dağlarından yola çıkan bir sincabın hiç yere inmeden ağaçtan ağaca atlayarak Mezopotamya’ ya kadar gidebileceğinden bahsedişini hatırlayalım.
Belki bu bilgi üzerinde düşündüğümüzde titreyip kendimize gelmemize vesile olur.
…
ESKİDEN evlerimizin neredeyse tamamı ahşaptan yapılıyordu. En kaliteli ağaçlar tercih ediliyordu üstelik. Bu üzerinde düşünülmesi gereken ve geri dönülmesi lazım gelen bir husustu ama yapılan başkaydı. Betondan yüksek binalar yapmak için ormanlar yine talan edildi. Yakıldı. Hiç acınmadı. Elinde balta ile ormana dalanların hikayeleri yazıldı. Onların da bir canı olduğu hiç hatırlanmadı.
İnsan kendine yakışanı yapma konusunda hep nefsinin, konforunun altında eziliyor.
Tabiatı ana olarak görüyor söylemlerinde ama o anaya hep kıyıyor.
Tabiatı kendisinin nefes alıp huzur bulduğu bir kucak olarak tanımlıyor şiirlerinde ama o ana kucağını yine tüm acımasızlığıyla tahrip ediyor.
Söylemler güzel, eylemler feci.
…
ORMAN BAKANLIĞI’NIN yaptıklarıyla yetinemeyiz elbette.
Orman köylülerine ormana nasıl muamele edeceğini öğretseler bile bu kâfi değil.
Bizler Rabbimizin hizmetimize sunduğu, üzerinden O’nun kudretini ve pek çok başka esmasını okuduğumuz o kâinat kitabının dekorlarına daha fazla duyarlılık geliştirmeliyiz.
Ormana artık Allah’ın yarattığı bir âyet olduğu şuuruyla yaklaşmalıyız.
Kendi ciğerini delen, kendinin katili durumuna bundan böyle daha fazla düşmemeliyiz.
Fatih Sultan Mehmed’in “Yaş kesen baş keser” prensibini hatırlamalı ve buna yangını, kundaklamaları da ilave etmeliyiz.
Nereden mi başlamalıyız?
Ormanlarımız için yas tutarak başlamaya ne dersiniz?
Ya Selam!
05.07.2025