SICAK bir ülkenin çocuğu olarak açmıştı gözlerini.
Kader gergefini farklı işlemişti. Küçük yaşlarda üşümeye başlamıştı.
Anne sıcaklığını, dost merhametini kaybeden herkes üşürdü.
Çok üşürdü…
Çocuklarsa daha da çok üşürlerdi.
Titreten bu acıyı annesinin sinesine yapışan ve oradan kopmak istemeyen küçükleri gördüğünde daha derinden hissederdi.
Çadırlara atılan bombalarla alevlere gark olan masum çocukları gözünün önüne getirdiğinde ciğerleri yanardı. Cayır cayır…
Bunları aratmayan sevgisizlik, ehline düşemeyiş aynı şekilde kalbinin kanayan yarasıydı.
Bu sebeple uzaktan bile olsa merhameti tanırdı.
Güneşten farklı görmediği merhametin yokluğunun insanı nasıl bir deri bir kemik hâline getirdiğini deneyimleriyle bilirdi.
Tanığıydı.
Sevgiyle ışıyan bir gözü kilometrelerce uzaktan sezerdi, hissederdi.
Bir sabah selamı bile olsa kısacık iki cümle onun için düğün bayram sayılırdı.
Aydınlanırdı günü ve gönlü.
İçten içe sorardı kendisine; nasıl olabiliyordu bu.
Bu etki nasıl meydana geliyordu.
Beni nasıl bu kadar iyi tanıyor ve beni nasıl bu kadar karanlıklardan aydınlıklara çıkarabiliyordu.
Uzun konuşabilse, şartlar elverse, mecburiyetlerle bağlanmamış olsa acaba nasıl olurdu diye düşünmekten kendini alamazdı.
Saçlarını rüzgârın dalgalandırması değişir miydi mesela…
Gözündeki fer, dizindeki derman şaha kalkar mıydı?
Sözleri anlamlı karşılıklar bulur muydu bunca hırgür arasında…
Gülüşü güllere denk olur muydu?
Dişleri inci taneleri gibi ışıldar mıydı âlemi aydınlatmak istercesine…
Eli eline değse örneğin kalbinin kalbine değmesi gibi renklenir miydi dünya?
Şiirler mânâsını bulur muydu?
Türküler daha bir coşkuyla havalanır mıydı gönlünün göğünde…
Evet, bunları hatırında tutar ve akan gözyaşlarını herkesten gizlerdi.
Kimse üşümesin benim için derdi.
Sorularım bunaltmasın, sorunlarım yormasın…
Ama hep üşürdü kendisi. Hep üşüdü.
Çok geçmeden ikinci bir üşüme sardı hayatını. Annesinden sonra babası da uzun yolun yolcusu olup göçmüştü.
Onu büyütmek için yakınları sahip çıkmış ona çok iyi davranmışlardı. Yıllar geçti üzerinden, büyümüştü. İş güç sahibi olmuştu. Çalışıyordu. Kazanıyordu da. Ama üşümesi hiç geçmemişti.
O hep üşüyordu. Merhametin ne de iyi geldi dedikleri olmasa tahammül etmesi imkansızdı.
Bir dostu onu akşam bir ehli kalbin sohbetine götürmüştü. Girdiklerinde sözü araladı konuşmacı ve onu yanına davet etti. Oturttu ve ellerini tutarak gözlerine baktı ve “Sen üşümüşsün” dedi, “Çok üşümüşsün.”
Birlikte sustular.
Usta ellerini bırakmadığı için akan gözyaşını kendisi silemese de bir müşfik el siliyordu işte. Şöyle dediği duyuldu kalbinden konuşanın dilinden. “Hayalin güneşi ısıtsın seni.”
Uzun bir sessizlikten sonra hatip devam etti: “O güneş de üşümüştü hem annesinden hem babasından ırak düştüğü için. O ise tüm kâinatı ısıttı muhabbetiyle ve hakikate dâvetiyle. O güneşe tut ruhunu, ısıt. Hepimiz O’ndan ısınıyoruz evlat.”
Usta onu kalbinden tutmuş güneşe çevirmişti ısınması için.
Öyle bir ısındı ki, artık hiç üşümedi.
06.06.2024