Seven Sevdiğini Söylesin

Sevgi hayatın mayası. Yaratılış harcımız. Dünyayı güzelleştirmek için elimizde bulunan en mühim enstrüman. Ancak ya gelişi güzel savurarak israf ediyoruz ya da bir nevi duygusal şiddet aracı hâline dönüştürerek sevgi cimrisi olmayı yeğliyoruz. Elimizde patlıyor genellikle.

Sevginin tanımı nedir, nasıl oluşur ve gelişir, dengesi her yaş birey için nasıl olmalıdır sorusu ne yazık ki tam cevaplandırabilmiş değildir.

Bugün sizler için bu konuda roman kaleme almış olan yazar Meliha Çiftçi ile konuyu irdeledik. Yararlanacağınızı umuyoruz.

UĞUR CANBOLAT

——-

Sevgi hakkında bir kitabınız var. Sevgi sizce nedir?

-Sevgi, insan ruhunun en saf ve en güçlü enerjisidir. Bizi bir arada tutan, acılarımızı hafifleten, sevinçlerimizi çoğaltan görünmez bir bağdır. İnsanın kalbine yerleştiğinde hem kendisini hem de çevresindekileri dönüştüren bir iyilik hâlidir.

Sevgi ile insan arasındaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?

-İnsan sevgisiz yaşayamaz; tıpkı susuz bir toprağın çatlaması gibi, sevgisiz bir kalp de kurur. Sevgi, insanın hem kendisiyle hem de Rabbiyle hem de diğer insanlarla kurduğu en sahici köprüdür. Dolayısıyla insan ve sevgi ilişkisi köprüsünü sağlam tutmalı. Tahrip etmemeli. Eğer insani zaaflarına yenik düşerek hasar vermişse muhakkak en doğru biçimde onarmalıdır.

O zaman insanın sevgiyi evvela tanımlaması gerekir?

-Evet, sevgi ile olan ilişkisini tanımlaması gerekir. Ne kadar sahih olup olmadığı konusunda bir netliğe ulaşmalıdır. Kendi manevi bütünlüğü açısından bu çok kıymetlidir. Zira teşhis eksik yapılırsa arızalar devam eder ve tedavi istenen yüz güldürücü sonuçlara ulaşamaz.

Sevginin hissedilip yaşanmasında anne ile temasının nasıl bir önemi var?

-Anne, sevgiyi insana ilk öğreten kişidir. Onun dokunuşu, sesi, şefkati, çocuğun tüm hayatına yön verir. Anne sevgisinden mahrum büyüyen çocukların, ileride hayatlarında sevgi alışverişinde zorlanması tesadüf değildir.

O zaman annelerin sevgilerini sunma biçimi çok kritik…

-Kesinlikle. Az önce ifade ettiğim gibi evvela kendisi sağlam bir sevgi tanımına sahip olmalı. Gerçekçi olmalı. Kapattığı karadelikler varsa onlarla cesaretle yüzleşerek durumu netleştirmeli ve bunu kabul ettikten sonra yeniden kendisini inşa etmeli. Bunlar yapıldıktan sonra kendisinin anne olarak sevgisini sağlıklı biçimde sunabilmesi için “Annelik yeterliliği” konusunda düşünmeli. Kişiliği hakkında netliğe ulaşmalı. Risk ve imkanlarını tarafsız biçimde analiz etmeli. Bunlar sağlanabilirse annenin evladına sunacağı sevgi hem kendisine hem de bebeğine şifa olacaktır.

Anlattığınızdan anladığım anne sadece bebeğini sütüyle değil sevgisiyle de beslemeli, doğru mu?

-Aynen öyle, doğru. Anne rabbimizin bir bağış olarak kendisine ihsan ettiği sütüyle besleyip beden sağlığını temin ederken sevgisi ve bunu sunuş biçimiyle de ruhunu beslemeli. Bedenen gürbüz ama ruhen marazlı çocuklar yetiştirmemek için bu konu ciddiye alınmalıdır.

Sevgi ile bağlanma arasında size göre nasıl bir ilişki var?

-Sevgi, bağlanmayı doğurur. Fakat sağlıklı bağlanma sevginin bereketini artırır, sağlıksız bağlanma ise sevgiyi zehirler. Dengeli bağlanma, gerçek sevgiyi besleyen en önemli unsurdur.

Zehirlenen sevgi de zehirleyici oluyor tabi…

-Aynen öyle.

Çocukken başlayan masum sevgi yeteneği zamanla nasıl dünyevi ilgilere evriliyor?

-Çocukken sevgi daha çıkarsız ve masumdur. Zamanla hayatın yükleri, toplumun beklentileri ve kişisel hırslar devreye girer. O masumiyet yerini çoğu zaman menfaat ilişkilerine bırakır. O yüzden çocuk kalbinin berraklığını korumak çok değerlidir.

Ebeveynlerin sevginin izharı nasıl olmalı o zaman? Sevgi zehirlenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

-Ebeveynler sevgiyi hem sözleriyle hem davranışlarıyla göstermeli. Ancak sevgiyi dozunda vermek çok önemlidir. Aşırı sevgi, çocuğun kişisel sınırlarını zayıflatabilir; sevgisizlik ise derin yaralar açar. Sevgi, dengeli verildiğinde şifadır.

Çocukluğunda yeterince sevgi doyumuna ulaşamayan kimi bireylerin anne olduklarında fazlaca verici olmalarını nasıl yorumlarsınız?

-Çok güzel bir soru bu, teşekkür ederim. Sevgi vermek aslında verilen kadar verene de şifadır. Onu sağaltır. Travmalarını onarıcı etkisi vardır. Ancak unutulmamalıdır ki dünyanın bir denge üzere döndüğü gibi insanın duygu ve düşünceleriyle bunları ortaya koyuş biçimi de itidal üzere olmalıdır. Bu Rabbimizin kanunudur. Sistem böyle işlemektedir. Sünnetullah şeklinde ifade edilen bu işleyişe uyulmadığında trafik karışır ve tıkanır. Aynı şey burada da geçerlidir. Anneler kendi sevgi açıklarını çocuklarına fazla vererek kapatamazlar. Bu yanılgı çocukların ileri yaşlarında farklı sorunlarla karşılaşmalarını doğurur. Özsever bir yapılanmaya sebebiyet verebilir. Dikkat gereklidir.

Sevginin aşırı verilmesi hangi kişilerde şifa olmaktan çıkıp narsist oluşuma sebep olur peki?

-Özellikle çocuklukta sınırları çizilmeden, sürekli merkeze alınan ve her isteği karşılanan bireylerde bu risk yüksektir. Böyle büyüyen kişiler başkalarının ihtiyaçlarını görmezden gelmeye meyilli olabilirler. Aslında bu konu psikiyatri uzmanlarının, psikologların, pedagogların alanı. Onları dinlemek gerek. Madem sordunuz bilebildiğim kadarıyla izah etmeye çalışayım. Aşırı sevgi verilen çocuklar dünyanın kendi etraflarında dönmesini isterler. Daima talepkâr olurlar. Bunu hak ettiklerini düşünürler. Layık oldukları konusunda kesin inanç oluştururlar. İstekleri karşılanamadığı durumlarda da engellendiklerini düşünmeye başlarlar. Bunun sonucu olarak ise narsistik öfke oluştururlar. Kavgacı olurlar. Emek vermeden konfor alanı oluşturmak isterler tıpkı ebeveynin daha önce kendisine sağlamış olduğu gibi düzenin devam etmesini isterler. Sosyal hayat gerçekleri bu istekle kesişmediğinden büyük psikolojik yıkımlara maruz kalabilirler. Bunu kapatmak için ise haşin olurlar. Ergen zorbalığı gibi konulara biraz da buradan bakılmalıdır.

Anne babanın ve eşlerin çıkara dayalı sevgi vermesinin altındaki sebep nedir?

-Çoğunlukla sevgiyi yanlış öğrenmiş olmalarından kaynaklanır. Menfaat üzerine kurulu sevgiler, aslında sevgiden çok alışveriştir. Gerçek sevgi, karşılık beklemeden vermektir.

Bu gerçekten mümkün müdür peki?

-Kolay değildir elbette ama mümkün olduğunu düşünüyorum. İnsan karşılık beklemeye yatkındır. Muhatabından karşılık bulduğunda kalbi coşar, tatmin olur. Ama bunları alma beklentisi üzerinden vermemesi onun olgunluk yolunda olduğunu gösterir. Ayrıca etki tepki kuralı bakımından zaten yapılan her şey yüzde yüz olmasa bile belirli oranlarda karşılık bulur. Ancak kâmil olmak bunu bunun için yapmamaktır.

Kitabınızın adı “Seven Sevdiğini Söylesin.” Seven sevdiğini neden söylemeli?

-Çünkü sevgi, içte kalırsa zamanla değerini yitirir. İfade edilen sevgi hem söyleyenin hem de duyanın kalbinde canlı kalır. İnsanlar en çok duyulmaya, görülmeye ihtiyaç duyar.

Bu bir zaaf değil mi peki?

-Olabilir. Ama zaten zaaflarımızla insan değil miyiz? Yıkık yanlarımızda bize aittir. Eksiklerimiz de bizimdir. Zaten aşk ilişkisi birbirinden zaaflarını, eksikliklerini saklamak değil açık etmektir. Kişi sevdiğinden yaralarını gizlememeli ki muhatabı tarafından doldurulsun. Yaraları sarılsın. Eksikleri telafi edilsin. Aşkın kişileri güçlü kılması eksiklerini karşılıklı giderebilmesiyle orantılıdır. Anadolu insanının “Hâlden anlamak” şeklinde bir tabiri vardır. Çok önemlidir. Söylenmeden de anlaşılabilinir elbette ama bu zaman alır ve bazı riskler barındırır. O sebeple ben sevginin izhar edilmesinden yanayım. Bu hem davranışla hem de sözle olmalıdır.

Yarasını gizlediği kişiyi insan sevemez mi diyorsunuz bir nevi?

– Sizce sevebilir mi? Sevdiğini sanır en fazla. Eğer yaralarını sevdiğinden gizliyorsan burada iki husus söz konusu olabilir. Biri sevdiğine tam güvenememek, anlaşılmayacağım kaygısı yaşamak diğeri ise kendisine yeterince güvenememektir. Buna da aşk olgunluğunda eksiklik diyelim isterseniz.

Yaranı gizlediğin kişiye “Seni seviyorum” demek biraz problemli o zaman?

-Ne kadar gerçek olabilir ki. Seviyorsun ama güvenemiyorsun demektir bu. Güvenin tam olmadığı yerde sevginin kolu kanadı kırıktır. Gökte mutlulukla uçan kırık kanatlı kuş görülür mü?

İfade problemi olarak da görülemez mi söyleyememek?

-Bu da mümkün. Belki de böylesi artık daha çok olabilir. Kavgalarda her türlü cümleyi kurabilenler, başka taleplerini döke saça isteyenler sevgi cümleleri kurmaya gelindiğinde neden ketum oluyorlar meselesini düşünmeliyiz. Kendimizi ifade edebilme, haklarımızı talep edebilme konusunda öğrenilmiş durumlar var. Özgüven noksanlıkları mevcut. Aslında tüm bunlarla beraber düşünülmeli.

Kültür kodlarımız açısından sevginin söylenememesine getirdiniz konuyu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Toplumumuzda sevgi çoğu zaman eylemle gösterilmiş, sözle pek ifade edilmemiştir. Fakat günümüzde bireylerin en büyük yaralarından biri, sevginin söylenmemesinden doğuyor. Sevgi hem sözle hem davranışla beslenmeli. Beslenme eksikliği yaşanmamalı.

Peki, biraz daha irdeleyecek olursak sevgi sadece söyleyerek mi ortaya konulur?

-Hayır. Sevgi, davranışlarda, fedakârlıklarda, küçük ayrıntılarda da kendini gösterir. Söylemek önemlidir ama tek başına yeterli değildir. Minik jestler, mimikler, tatlı dokunuşlar, maddi değere boğulmayan küçük ama anlamlı hediyeler, muhatabının kişilik yapısını çözerek buna uygun yalan ve riya içermeyen gerçekçi ama abartısız iltifatlar, küçük şaşırtmalar, nükteler işe yarar.

Sevgide söylem ve eylem farklılığının yaşattığı bedeller var mı?

-Evet, çok büyük bedelleri var. Sözle “Seviyorum” deyip davranışla bunu desteklemeyenler, karşı tarafın güvenini ve sevgisini kaybedebilir. Önemle tekrar etmeliyim. Sevgi, tutarlılık ister.

Rabbimizin sevgiyi içeren esması nedir ve bu herkeste aynı şekilde mi açığa çıkar?

-“Vedûd” ismi, Allah’ın sevgiyle kuşatan yönünü gösterir. Ancak bu isim herkeste farklı yansır. Kiminde şefkatle, kiminde merhametle, kiminde fedakârlıkla ortaya çıkar.

Oluşan sevginin beslenmesi bakımından tarafların kişisel dikkatleri, beden bakımı ve davranışların etki değeri nedir?

-Sevgi, sadece kalpte değil; gözde, sözde, davranışta da beslenir. Kişisel bakıma özen göstermek, saygılı davranmak, ilişkiyi taze tutar. Bu bakımdan kişi hem kendisini hem de muhatabını duygu ve düşünceleriyle iyice tanıyarak ilerlemelidir. Farkındalık derinleşmelidir. Sevgi tek başına var olmaz, emek ister. Hem kendine hem sevdiğine…

Dedelerimiz ve ebeveynlerimizin sevgisini ortaya koyması ile yeni neslin ortaya koyuş biçimindeki temel farklar neler?

-Eskiler sevgiyi daha çok davranışla gösterirdi; yeni nesil ise söze dökmekte daha cesur. Fakat bazen söz çok, eylem az olabiliyor. Asıl olan, ikisini dengelemektir.

Şiir yazıyorsunuz. Sizin için şiir nasıl bir sevgi nesnesi?

-Şiir, sevginin en zarif dili. Söyleyemediklerimizi, bazen birkaç mısra ile anlatabiliyoruz. Benim için şiir, sevginin hem saklandığı hem de açığa çıktığı bir alan. Hem sırlandığım hem aşikâr olduğum yer.

Şiir için o zaman aşikâr olarak sırlanmak, saklanmak da diyebilir miyiz?

-Evet, diyebiliriz. Şiir aşina gönüllerin aynasıdır. Kendini kendinden gizlerden sevdiğinin gönül aynasında dizelerle gizini ve aşkını giyinmektir.

O halde “Seven sevdiğini söylesin” demenin bir nevi dışa vurumu…

-Evet ama tam da dışa vurum denilmeyebilir. Çünkü dışta görmediğin, dışarda saymadığın, içinin içinde hissettiğin, yakîn gördüğünün gönlünde doğmak demektir. Senin açından bir nevi dışa vurum diyebilsek bile aslında muhatabın bakımından içe vurumdur.

Son olarak insan, sevginin değerini de yitirince mi anlıyor?

-Maalesef çoğu zaman öyle oluyor. Elimizdekilerin kıymetini kaybettikten sonra fark ediyoruz. Oysa sevgi, yaşarken değer bulmalı. Bereketlenmeli, çoğalmalı. Gökyüzünü aşka boyamalı.

“Seven Sevdiğini Söylesin” adlı eserinizde bu söyleşinin izlerini bulabiliyor muyuz?

-Evet, bu söyleşide dile getirdiğim tüm duygu ve düşünceleri romanlaştırılmış bir şekilde kitabımda okura sundum. Satırlarında sevginin yolculuğunu, insan kalbinin en derin köşelerinde yankılanan izlerini bulabilirler.

17.09.2025

https://www.istiklal.com.tr/genel/seven-sevdigini-soylesin-1062673h

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir