UĞUR CANBOLAT
REFİK ağabey tanıdığım en dost canlısı insanlardandı. Sevdiğini dibine kadar sever uğrunda gözünü hiçbir budaktan esirgemezdi. Ona göre dostluğun tarifi “Gözünü karartabilmek” şeklindeydi. Gerisi lafügüzaftı. Havaya girmenin, toz kaldırmanın anlamı yoktu. Refik ağabey arkadaşlarına da sıkı sıkıya bağlaydı. Her hallerine agahtı. Kime nasıl yardım edilir, hangi durumda nasıl yaklaşılması gerekir bunları çok iyi belirlerdi. Dolayısıyla yardımseverliği muhataplarını incitmezdi. Örselemezdi. Tabi mecrasında akıp giderdi. Kısacası Refik ağabey su gibiydi. İhtiyaca göre hizmet görürdü. İçilebilmesi gibi hayatın lazım gelen diğer tüm alanlarında da kullanılırdı.
…
DOSTLUK ve sıkı arkadaşlık ne yazık ki kaybedilen yüksek değerler arasında. Artık tüm ilişki ve iletişim yarar durumuna göre şekilleniyor. İstifade bittiğinde bunlar da sona eriyor. Bu ise içerisinden samimiyetin çekilmiş olmasının kanıtı. Dolayısıyla güvenilirlik meselesinin yok oluşu demek…
…
DÖRT yaş benden büyük olan Refik ağabeyi ergenlik dönemimde köhne bir İşhanı’nın çay ocağında tanımıştım. Ürkekliğimi fark etmiş ve muzip bir tatlılıkla “Bah hele” diyerek seslenmişti. “Bak” diyemiyor “Bah” diyordu. Gülmemek için kendimiz zor tutmuştum. Diğer yandan hoşuma da gitmişti. Çok samimi bir tonlamaydı. Kendisine baktığımda kara gözlerini hafif kısarak “Oralet sever misin?” demişti. “Severim, sevmem mi hiç” diye cevaplamıştım.
“Ne duruyon o zaman ocağa geç ve iki oralet çek” dediğinde kendimi mekânın yabancısı değil sahibi gibi hissetmiştim. Ne olduysa işte o iki oraletin içilmesiyle oldu. Aramızda sıkı bir “Yol arkadaşlığı” başladı. Artık her gün uğruyordum.
Ara bir not: Çocukluğumun en ana damarlarından biriydi oralet. Hatta sonradan kendimi “Oralet nesli” olarak tanımladığım bile olmuştu.
…
KONUŞMASI ilk anda bana komik gelen Refik ağabey için rahatlıkla tanıdığım ilk filozoftur diyebilirim. Azim ve kararlılık özellikleri belirli bir düşünce sistemi vardı. Analitik düşünürdü. Popüler söylemlere itibar etmezdi. Her meselenin önünü ardını deşer o noktaya hangi süreçlerden gelindiğini incelerdi. Dış bakışı hırpani de olsa aklı cevvaldi, parlaktı. Sonraki yıllarımda “Harabat ehlini hor görme, defineye malik viraneler var” cümlesini her işittiğimde aklıma hep o gelmiştir.
Mekâna prezantabl denilen kişiler gelirdi. Elleri yüzleri ve kıyafetleri düzgündü. Kollarının altında kitaplar bulunurdu. Yalnız bunlar tornadan çıkmış gibi aynı tipler değillerdi. Farklı dünya görüşlerine ve inanca sahip kişilerdi. Kavga edilmeden fikirlerin pazara sürüldüğü ve saygının hiç elden bırakılmadığı müzakereler bugünün tabiriyle tartışmalar olurdu. Kırmazlardı birbirilerini. Gelişmek için herkes diğerine muhtaç olduğunu bilirdi.
Refik ağabey her iki görüşü de dinleyerek onlara yoldaşlık ederdi. Başka fikirlere açıktı. Ters gelse bile ilk elden itiraz etmez “Düşünce havuzuna” alır üzerinde zihni bir mesai yapardı. En sonunda her iki tarafa da gerekçeleriyle düşüncelerini net cümlelerle açıklardı. En çok hayret ettiğimse o yaşlarımda bu ağzı çok laf yapan, fikir yarıştıran, bir kısmının sonradan öğretmen ve üniversite hocası olduğunu öğrendiğim kişilerin itibar etmesiydi.
Yıllar sonra fark ettiğim husus Refik ağabeyin empati gücünün yüksek oluşuydu. Tarafgirlikten uzak bir samimiyet ve kişisel düşünce derinliği ile duygusal zenginlik de işin içine girince ortam gerilmiyordu.
…
YILLAR var ki görüşememiştik.
Geçen gün yeni taşındığım Ümraniye’de eksik bir malzeme için sere serpe bir sergerdan gibi elektrikçi ararken ön kısmında taksici esnafının oturduğu arka bahçesinin de olduğu ve çayın on liraya satıldığı salaş bir mekânın önünden geçerken arkamdan “Bah hele” diye ünleyen bir ses işittim.
Eski dolaştığım yerler olması münasebetiyle evvela halüsinasyon gördüğümü var saydım ama bu kadar içime işleyen ve tanıdık bir ses nasıl olabilir tereddüdüyle geriye döndüğümde iki kolunu sarılmak için açmış kocamış ama kocaman bir yürek gördüm.
Elim ayağım boşaldı tabi. Ne diyeceğimi bilemeyip şaşaladım. “Oralet sever misin?” dediğinde hem dilimin hem de dizimin bağı çözüldü. “Severim, sevmem mi hiç” diyerek kendisine koştum.
…
REFİK ağabeyin feleğinin çemberi darmış. Epeyce imtihanlar geçirdiği her halinden belliydi. O anlattı, ben dinledim. Beyazlamış saç ve sakallarını uzatmış olması kendisine farklı bir eda vermiş. Alnında ve yüzünde siyah benekler açığa çıkmış. Zayıflamış. Parmaklarının uzunluğu daha bir göze gelmeye başlamış. Dişlerinin aralığı da fark edilir olmuş.
İlkine bir şey dememişti ama ikinci kez “Refik ağabey” dediğimde itiraz etti ve “Artık bana herkes Tecerrüt Refik diyor. Senin de böyle hitap etmeni istiyorum” dedi. İtiraz edecek olduğumdaysa “Bah senin de sakalların beyaza durdu. Artık ağabey sözcüğünü emekli edelim” ısrarında bulundu.
“Peki, Tecerrüt Refik nasıl?” şeklinde üçüncü şahıs gibi sordum. Alışmamın zaman alacağının farkında olduğu için eskiden olduğu gibi hafiften gözünü kısarak “Ya bulamazsam korkusuyla yaşıyor” dedi.
…
“HERKES kötü istikamette değişti Sarıoğlan” dediğinde ciğerime ok saplandı sandım.
“Yâdımdakileri yâdımda olduğu gibi bulamama korkusu yaşıyorum. Korkuyorum bundan. Hatırımda oldukları gibi kalmalarını istiyorum. O dar ama aynı zamanda çok geniş mekânda görüp tanıdıklarının çoğu farklı makamlara geldiler. Akademide yükseldiler. İdari görevler aldılar. Yoksulken varsıl oldular. İyi evlerde oturuyor ve pahalı arabalara biniyorlar. Konfor alanları oluşturdular. En sevdiklerimden birini ziyaret ettiğimde ‘O eski hâlimden eser yok şimdi’ şarkısı acıyla içimde raks etti. Bu acı bana ziyadesiyle yettiğinden kendimi tecrit edim. Adımı da “Tecerrüt” olarak değiştirdim.”
Aman vermeyen bir azap odasına düştüğünü yakından hissettim ve canım yandı. Üzüldüğümü fark edince “Üstüne alınma Sarıoğlan seni yazılarından takip ediyorum o sınıfa girmiyorsun” dedi.
…
TECERRÜT soyutlanmak demek. Kendini çekmek… Tecrit edilmişlik hâli. Bir nevi seçilmiş yalnızlık. Ebu Zer hazretleri gibi.
Cirit de buradan geliyor aslında. İkişerli gruplar halinde, at üzerinde oynanan, geleneksel bu Türk oyununda kabuğundan bıçakla soyulmuş ağaç dalını kendinden uzaklaştırıp diğerine fırlatmak söz konusu… Hem kabuğundan soyulma, soyutlanma var hem de kendinden uzaklaştırma.
Diyorum ki, hatırımızda olanları olduğu gibi bulamama meselesi sadece Tecerrüt Refik’in meselesi mi? Kendinden tecerrüt eden uzaklaşmış dostlarımız yok mu?
Ve biz acaba sıkı sıkıya sarılmamız gereken hangi değerlerden tecerrüt ettik, uzaklaştık acaba?
Can yakabilir evet ama bunu düşünmekten kaçmamalıyız.
Ya Selam!
17.09.2025