Üniversite Ayağa Kalkarsa Millet Ayağa Kalkar

Eğitim meselelerine alışılmışın dışında, derinlikli ve bütüncül yaklaşımlar gerekiyor. Sadece eleştirmekle kalıp formüller geliştirerek makul çözüm önerileri üretememek önemli bir handikap ve kısır döngü sebebi. Zorunlu eğitim meselesi bu açıdan düşünülmeli. Üniversite sınavlarının nitelik ve işlevleri yine bu anlayışla ele alınmalı. Eğitimin sınavdan ibaretmiş gibi algılanması da bir başka ukde. Şükür ki, bu fasit daireyi kırmak için uğraşan kafa patlatan topluma duyarlı bilim insanları da var ve Maarif Platformu bilimsel yaklaşımları ve ortak aklın sesi olması ile dikkat çekiyor. Artık tekil mücadele yerine meydana getirilen oluşumlarla kronik mevzuları masaya yatırıyorlar. Kongreler düzenliyor ve raporlar yayınlıyorlar.  Maarif Platformu Başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak ile yine eğitim, üniversite ve sınavla ilgili ezber bozan bir söyleşi gerçekleştirdik.

UĞUR CANBOLAT

 Konuya geçen ay sonunda gerçekleştirilen Yükseköğretim Kongresiyle geleceğim ama öncesinde bu yılki YKS sınavı ve yeni Ölçme-Değerlendirme Vizyonu Çalıştayıyla giriş yapmak istiyorum.  Düzenlediğiniz basın toplantısı ile sonuçları duyurdunuz. Daha önce gerçekleştirdiğiniz zorunlu eğitim çalıştayı, kamuoyunda geniş yankı buldu. Hemen her kesimden medya kuruluşlarında tartışıldı ve toplumun dikkatini çekmeyi başardı. Hazırladığınız raporların etkisi büyük; örneğin zorunlu eğitimle ilgili rapor, olağanüstü bir etki hasıl etti. Bu etkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

-Bu konu başlı başına anlatılması lazım gelen bir konu.  Konumuz farklı olduğu iççin ayrıntılara giremem ama ilgili raporlara şuradan ulaşabilirler:

Bu konuda sizinle daha önce de söyleşmiştik. Ayrıntılara yine aşağıdaki linkten ulaşabilirler ancak kısa bir özet istersem neler söylersiniz?

-Orada da söylediğimiz gibi; şahıslara bağlı yapılar olunca akvaryum darlığında kalıyorsunuz. Halbuki ortak akıl sizi okyanusla buluşturuyor, sorunlara kolayca çözüm bulabiliyorsunuz. Dikkatleri soru ve sorun çözmeye yöneltmek istiyoruz.  Çocuklarımız okullarda kurslarda harıl harıl cevap çözüyorlar. Baştan sona tüm Türkiye ve eğitimin tek bir amacı var gibi görünüyor: Ferdi bilgiyle yüklenen nesne konumuna indirgeyen bu yapı başkalarına muhtaç insan yetiştirmenin aracı oluyor. Halbuki öğrenciyi bilgiyi üreten özne konumuna çıkmamız lazım.  Bunu yolu da soru sormayı ve sorgulamayı bilen insan yetiştirmekle mümkün.

https://www.istiklal.com.tr/dogru-soru-sormanin-ozellikleri-ve-egitim

Doğru soruların önemi nereden geliyor hocam?

-Doğru soruların önemi hazineleri açan anahtar görevi yapmasıdır. Doğru sorular buldozer gibi önünüzü açıyor. Bizim eğitimle soru sormayı, sorgulamayı değil cevap vermeyi öğretiyoruz. Bilgiyi üreten ve kullanan özne haline getiremiyoruz. Doğru soruları tasarlamak o denli güçlü bir araçtır ki, en güvenilir görünen doğru, iyi ve güzel görünen sonuçlar bir anda şüpheli ve yanlış duruma düşebilir.

Konuya şu şekilde giriş yapmak istiyorum. Milyonlarca genç, umutla ama aynı zamanda belirsizlikle ter döktü. Sınav bitti ama asıl soru hâlâ ortada duruyor, üstelik herkesin dilinde: Gençler, mezun olduklarında iş bulamayacaklarını bile bile neden hâlâ üniversite kapısında sıra bekliyor? Kendilerine doğru soru sormak öğretilmediğinden mi? 

-Bu soruya doğru cevabı bulmak için Türkiye’nin dört bir yanından düşünen, dertlenen ve çözüm üreten yürekler, Bursa’da aynı bu soruya cevap bulmak için bir araya geldik.  Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve İnsan Vakfı olarak; kadim irfanı referans alan ama bugünün çocuklarına seslenen bir vizyonla, “Yeni Bir Ölçme ve Değerlendirme Vizyonu Çalıştayı” ile ilk harcı koyduk. Atölye masalarında sadece fikirler değil, dertler ve umutlar yoğruldu. Sözler süzüldü, teklifler tartıldı, bakış açıları yeniden şekillendi. Sizin bu sorunuza da veren rapor çıktı. Bu rapor, bir sonucun ilanı değil; bir yolculuğun ilk işareti olduğunu söyleyebilirim.    https://www.maarifplatformu.com/yeni-bir-olcme-degerlendirme-vizyonu-sonuc-raporu/

Burada bir teşhis mi söz konusu?

-Evet, Mengene Sistemin MR’ı Çekildi. Bu raporla, mevcut eğitim sisteminin kapsamlı bir MR’ını çektik. Ve ne yazık ki teşhis ağır: Öğretmenin ışığı, ölçme kılavuzları arasında solmuş. Öğrencinin merakı, test kutularına hapsedilmiş. Müfredat, yerini merkezi sınavlara ayarlı “gölge müfredata” bırakmış. Çocuklara bilgi yığıyoruz ama hikmetten mahrum bırakıyoruz. Onları hayata hazırlamıyoruz; onları sadece sınava hazırlıyoruz. Bilgi obezliği içinde karakter açlığı çeken nesiller yetişiyor.

Peki bu raporda çağrınız ne oldu tam olarak?

-Bu rapor yalnızca teşhis koymuyor. Aynı zamanda “nasıl olur?”, “ne yapılmalı?”, “kim nerede durmalı?” sorularına somut, uygulanabilir ve sahici cevaplar veriyor. Eğitim gemimizin pusulası artık yanlış rotayı değil, sahil-i selameti göstermelidir.

Çağrınız nedir?

Başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere, tüm kamu otoritelerini, yerel yöneticileri, okul müdürlerini, öğretmenleri, akademisyenleri, velileri ve öğrencileri… ortaya konulan vizyona sahip çıkmaya, bu sesi duymaya, bu çağrının parçası olmaya davet ediyoruz.  Eğitimde önce “insanı” yeniden hatırlamak zorundayız. Ölçülen değil, inşa edilen birey hedefimiz olmalıdır. Ruhsuz tekrar döngüsünden çıkıp, öğrencinin zihnine değil, aynı zamanda yüreğine dokunan bir anlayışa geçmeliyiz.

Bu rapor bir uyanışın haritası diyebilir miyiz?
-Evet. Bu rapor, sadece bir teşhis belgesi değil; bir uyanışın haritasıdır. Çünkü biz “ölçen ama inşa etmeyen”, “sıralayan ama yön göstermeyen”, “değerlendiren ama değer vermeyenbir anlayışa itiraz ediyoruz. Bugün eğitim sistemimiz, iki katmanlı bir eve dönmüş durumda. Bugüneğitim sistemimizde aynı çatı altında iki farklı evren yaşamıyor mu?  Bir yanda resmî müfredat var ama kimse onu ciddiye almıyor.  Öte yanda hükmeden gayri resmî bir “gölge müfredat”, merkezi sınavlara hazırlanmak üzere tüm enerjiyi emiyor. Resmî sistem sınıfta dururken, gayri resmî sistem özel öğretim kursları halinde koşuyor. Bu yüzden de devletin her yıl bastığı milyonlarca ders kitabı ya dolapta bekliyor ya da raftan hiç inmeden çöpe gidiyor. Öğretmenlerin büyük bir kısmı, sınıf içi eğitimi terk edip öğrencileri test bataryalarıyla donatıyor. Yani devletin eliyle yazılmış kitaplar var, ama piyasadaki kopya kitaplar daha çok okunuyor. Bu tablo aslında bize şunu gösteriyor: Eğitim sistemimizde görünür olanla işleyen arasında derin bir yarık var. Bir yüzü vitrinlik, diğer yüzü karaborsa.

Bu çelişki nasıl çözülecek? Raporda bu hususta nasıl bir reçete sunuldu?

-Eğitime kimlik kazandırmadıkça, eğitim kendi ruhunu bulmadıkça çözemezsiniz. Bu problem çözülmedikçe ne öğretmen motive olur ne öğrenci anlam peşine düşer. Eğitime yapılan yatırımlar da çöpe gider. Kimliğini yitirmiş bir eğitim sistemiyle, millet kendi aklını yeniden inşa edemeyeceği ortada. Günümüz eğitim sistemindeki “modernleşme” kılığı altında kendine yabancılaşma geldi.  “Modernleşme” kimliksizliğin adı oldu. Türkiye’nin çürüyen kesimini ortaya çıkardı.    Bu durum, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Siz Mevlana’yı, Şeyh Galib’i, İbni Arabi’yi, Farabi’yi, Harezmi’yi, , Biruni’yi, İbn-i Sina’yı, Heysem’i, Ak Şemsettin’i, Gazali’yi, Bediüzzaman’ı tanıtmadan başka medeniyetlerin Buda, Eflatun, Descartes, Konfüçyüs, Kant, Hegel, Heidegger gibi zirvelerini tanıtabilir misiniz?

Peki, bu uyku daha uzun yıllar sürer mi?

-Kimliğini yitiren sistem sadece öğrenciyi değil, öğretmeni de susturur. Eğitim öyle bir şeydir ki; önce kendini tanımazsa, başkasını hiç tanıtamaz. Bu yüzden asıl uyanması gereken şey sadece öğrenci değil; maarifin bizzat kendisidir. Üniversite ve eğitim kimliğini bulursa   o zaman bilgi değil, bilgelik; not değil, fikir derinliği; unvan değil, liyakat konuşur. Yani mesele diploma üretmek değil, düşünce mayalamaktır.

Üniversite toplumun beyni ise, bu meseleleri gündeme taşıması ve çözüm araması gerekmez mi hocam?  Problemlerin sorunlar karşısında üniversitelerin sessizliğini ve suskunluğunu nasıl açıklamalıyız?

-Elbette gerekir! Zira bir milletin beyni üniversitedir, bilimdir. Ancak bu zihin bulanıksa vücut da yönünü şaşırır. Bugün üniversite, adeta uzun bir tatile çıkmış gibi… Sahada yok, fikirde silik, vicdanda sessiz. Üniversite, sadece bilgi aktaran değil, milletin aklını yoğuran, zihnini inşa eden kurumdur. Zihin ayakta değilse, el üretmez, dil söylemez, göz görmez.

Hocam, tüm bu mesele dönüp dolaşıp üniversiteye dayanıyor gibi. Yani bu beyin meselesi değil mi? Bir ülkenin aklı yoksa vücudu ne yapsın? Türkiye kendi sorunlarını çözemiyorsa, bunda sadece yöneticiler mi sorumlu, yoksa esas fatura aydınlara ve üniversiteye mi kesilmeli?

-Fatura önce aydınlara ve akademiye kesilmeli. Hani derler ya, “akıl başta olur,” işte o baş, milletin üniversitesidir. Nurettin Topçu’ya göre eğitim sistemi, kökleri göğe uzanan Tuba ağacı gibi olmalıdır. Yani: Kökü yukarıda, yani ilahi değerlerde, metafizikte, hakikatte yer alır. Gövdesi sağlam bir fikir ve irfan sistemidir. Dalları ise eğitimin tüm kademelerine (ilkokuldan üniversiteye kadar) doğru yayılır. Nurettin Topçu’nun yaklaşımına göre üniversite eğitim sisteminin zihinsel ve ahlaki kalbidir. Eğer bu kalp sağlamsa, sistemin damarlarına temiz kan pompalanır. Üniversite, bir ülkenin beyin lobudur; ama biz yıllardır bu beyni ya uyuttuk ya da başka diyarlardan kiraladık. Şimdi soruyorum: Beyinsiz bir vücut yaşar mı? Yaşasa bile refleks verir mi? Verse bile hangi yöne? Bugün Türkiye, savunmada yerli ve kimlikli bir yol bulduğumuz için göklere füze fırlatıyor ama eğitime gelince takma akılda ve taklitte kaldığı için yerin dibine not düşüyor. Savunma sanayiinde Dünyada ilk 10’dayız diye göğsümüz kabarıyor; peki ya üniversiteler? İlk 100’e giremiyoruz bile. Başkalarının kavramları ile hareket ederseniz ve taklitte kalırsanız yenilik üretemezsiniz, büyük düşünemezsiniz. 

Konuyu geçen ay gerçekleştirilen Yüksek Öğretim Türkiye Kongresine getirmek istiyorum.  Bildiğim kadarı ile Maarif Platformu olarak bu kongreye destek oldunuz.  Bu bahsedilen konuların gündeme gelmesi açısından bu kongrenin önemi neydi?

-26–27 Mayıs 2025 tarihlerinde Ankara’da, İbn Haldun Üniversitesi ve Eğitim-Bir-Sen iş birliğinde anlamlı bir buluşma gerçekleşti: Uluslararası Yükseköğretim Kongresi – “Türkiye’de Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması: Yenilikler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlığıyla düzenlenen kongre hem içerik derinliği hem de katılımcı çeşitliliği ile yükseköğretim alanında uzun süredir beklenen yerli, samimi ve sahici bir yüzleşmeye imkân tanımıştır. Uzun zaman sonra ilk kez bu düzeyde kapsamlı ve eleştirel bir perspektifle yapılan bu kongre, birçok açıdan önemli gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Bu kongre, katılımcı akademisyenler açısından, üniversite sistemine dair uzun süredir ertelenen bir açık kalp ameliyatı öncesinde yapılan kapsamlı bir check-up niteliğinde oldu. Ancak sistemin mevcut idarecilerine bakarsanız, ortada ameliyatı gerektirecek bir sorun yokmuş gibi bir tablo çiziliyordu.

YÖK, konfor alanından çıkmak istemiyor mu? Yetkilerini mahallî aktörlerle paylaşma konusunda gönülsüz mü? Bunu mu kastediyorsunuz?

-Evet, orada Maarif Platformu olarak çok net bir fotoğraf çektik. Eğer bu ülkede yükseköğretim sahici bir dönüşüm geçirecekse, YÖK bu dönüşümün ya tamamen dışında kalmalı ya da sadece taraflardan biri olarak konumlanmalıdır. Çünkü mevcut yapı, alıştığı merkeziyetin konforunu, karar tekelini ve statüsünü kaybetmek istemiyor.  O yüzden diyoruz ki: Çözümün merkezine YÖK’ü değil, halkın ihtiyaçlarını ve yerelden yükselen eğitim taleplerini koymalıyız. Merkeziyetçi yapı artık sorunları çözen değil, sorunları saklayan bir kabuğa dönüşmüş durumda ne yazık ki.

Siz bu kongrenin kurullarında görev aldınız: Oturum başkanlığı da yaptınız: Ayrıca sunumunuz vardı. Siz sunumunuzda ne söylediniz?

– “Artık makyajı bırakın, mayalanın!” dedik. Çünkü yıllardır sistemin üstüne kremler sürüldü ama alttan gelen çürüme sesleri bastırılamadı.   Maarif Platformunun destek verdiği bu kongrede bir çok arkadaş   bu kongrede    üniversitenin ne olduğu ne işe yaradığı ve kimliğini nereden aldığı gibi temel ama yıllardır ıskalanan sorular ilk defa yüksek sesle gündeme getirdiler.  Ve katılımcılar, üniversitenin sadece diploma bastığı bir matbaa değil; düşünce üreten, anlam inşa eden, toplumu mayalayan bir merkez olması gerektiğini haykırdı.

Bu cesur yüzleşme önemli, peki somut olarak ne önerdi?

-Bakın, kongrede en çok yankı bulan seslerden biri şuydu: Bu YÖK düzeni hâlâ 1980 model. Motoru çalışıyor ama direksiyon 12 Eylül’den kalma. Merkeziyetçilik o kadar katı ki, örneğini başka ülkelerde görmek mümkün değil. Bu sistemin, yerel ihtiyaçları bastırdığı, üniversiteleri aynı kalıba soktuğunu dile getirdik. Kısacası, bu kongre sadece eleştirilerin savrulduğu bir alan değil, aynı zamanda bir “çözüm haritası” çizildiği bir mekândı.

Kongrenin katılımcıları kimlerdi?

-Tam bir “entelektüel panayır” gibiydi!  YÖK ve ÖSYM başkanları, yaklaşık 70 üniversitenin rektörü ve/veya rektör yardımcısı; onlarca akademisyen, STK temsilcisi ve kamu yöneticisiyle dopdolu bir katılım oldu. Uluslararası katılım da oldu.  Öne çıkan başlıklar da oldukça hayatiydi tabi.

 Kongrede bu tek tipçi ve merkeziyetçi yapıdan çıkış yolları üzerinde de konuşuldu mu?

-Üniversite, sadece akademik değil; medeniyet kurucu bir kurumdur. Eğer siz kendi kavramlarınızla düşünemezseniz, başkasının hikâyesinde figüran olursunuz. Tek tip üniversite halini alırsınız. Kongrede en çok alkış alan çağrılardan biri de buydu: “Kavram sömürgeciliğinden kurtulmalıyız!” Bu sadece dil meselesi değil, zihniyet meselesidir. Bir milletin kavramları tutsaksa, aklı da esirdir. Biz de platform olarak bu çağrıların arkasındayız. Diyoruz ki: “Kendi kavramlarımızla düşünmezsek, kendi bilimimizi de kuramayız.” Üniversite toplumun beyni olacaksa, önce kendi sesini bulmalı; kendi kelimesini, kendi iklimini, kendi yüklemini… Bu doğrultuda, yükseköğretim sisteminin kimlik sorunlarına ilişkin olarak kongrede sunulan bildiriler ile sonuç bildirgesini esas alarak kapsamlı bir değerlendirme ve öneri metni hazırladık. Söz konusu analiz, hem mevcut yapısal sorunlara dair tespitleri hem de çözüm odaklı perspektifleri içermektedir.

İlgili rapor-analize ulaşmak için lütfen tıklayınız:

Yani diyorsunuz ki, üniversite ayağa kalkarsa milletin beyni uyanır. Doğru mu anlıyorum?

-Evet, doğru. Uyanır. Hem de öyle bir uyanır ki, sadece gözler değil, zihinler açılır. Sınavlar artık bir kâbus değil, birer araç olur; diplomalar rafta değil, hayatın içinde yer bulur. Çünkü üniversite yerinden doğrulursa, millet de yönünü bulur. Üniversite düşünmezse toplum ezber yapar, sanayi ve üretim taklitte kalır; taklit yapan millet ne ilerler ne geri gider — sadece yerinde döner durur.

Düşünmeyen üniversite, milleti ileriye değil fasit daireye sürükler. Oysa üniversite uyanırsa, millet kendini yeniden keşfeder.Çünkü üniversite sadece bilgi üretmez; milletin hafızasını günceller, aklını işler, ruhunu hatırlatır.

16.07.2025

https://www.istiklal.com.tr/universite-ayaga-kalkarsa-millet-ayaga-kalkar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir