UĞUR CANBOLAT
LÜTFÜ Hoca bir güzellik harmanı gibiydi. İyilik ve hüsün adına ne aranırsa kendisinde bulunabilecek bir gönül dükkanına sahipti. Işıl ışıl bakardı. Çehresinde hakikatin gülleri açardı. Dışarıdan bakınca heybetli duruşu ilk göze çarpan özelliğiydi ama yakınlaştıkça kendince bir naz ve niyaza sahip olduğu hemen anlaşılabilirdi.
Gençlerle arası çok iyiydi ancak bu yetişkinlere mesafeli, ileri yaşta olanlara uzak anlamına gelmezdi. Hepsiyle incelikli bir iletişimi vardı ama gençlerle olanı daha bir başkaydı. Kendi yaşına göre kullandığı terminoloji gençlere yakındı. Onların lisanını kendi lisanı yapmıştı. Kültürümüze ve medeniyetimize ait kelime ve kavramlara müthiş bir vukufiyeti vardı ama bunu gençlerle konuşurken araya perde yapmaktan uzaktı. Mesele anlaşılmaktı onun için. Söylediğinin mâkes bulmasıydı. Kalplerde devinime geçmesiydi. Hâl böyle olunca mesele olabilecek her şeyi mesele olmaktan çıkarmak onun işiydi.
…
YUMUŞAK huylu olmak lütuf sahibi olabilmenin ilk basamağıydı.
Hareket ve sözlerinde zarif olmak, her konuya nezaket çerçevesinde yaklaşmak, esip gürlememek, suçlayıcı ve küçümseyici davranışlardan uzak durmak onun usul ve esaslarından biriydi. Hor görüden uzaktı. Hoşgörü elçisiydi. Nerede ne kadar esneyebileceğini bilirdi. İtikadını sağlam esaslarla perçinlediğinden zaten onlara halel gelecek bir alana asla yanaşmazdı.
…
SAKİN bir insandı. Bu onun gerçekleri kabul ettiğinin bir göstergesiydi. Kendi içinde çelişikliklerden kurtulan insan elbette sükûnet bulacaktı. O da bu sükûna ulaşanlardandı. Göbek adının Ömer oluşu inandığı umdelere olan bağlılığındaki kararlılığın bir işaretiydi. Sağlamlıktı. İnandıkları için gözü karaydı. Budaktan esirgediği de hiç görülmemişti. “Karaca Hoca” şeklinde ünlenip anılması da bunun nişanıydı zaten.
…
DENGELİ olmayı, tutarlılığı her işinde gözetirdi.
Bu niteliği dışarıya vurduğu hoşgörü, anlayış ve gerektiğinde esneme gibi davranışlarında okunurdu. İstanbul’un yüksek gelirli semtlerinde görev yapmıştı. Beyaz yakalılara hakikatleri anlatmak cilalanmış egoları sebebiyle hiç kolay değildi ama o bunu başarıyordu. Bu sebeple görev yaptığı camiler dolup taşardı. Cuma günleri kendi kaleme aldığı hutbeleri okurdu ve cemaat bunu fotokopi ile çoğaltarak elden ele dolaştırarak tahlil ederdi.
…
ÇOKÇA okuduğu belliydi. Besin kaynakları çeşitliydi. Tek besin kaynağı ile yetinmediği oluşturduğu metinlerden belliydi. Hüsnü kabul görmesi bunun en mühim işaretiydi zaten.
Karaca Hoca “Amigo etkisi” ile istese memleketin hatta dünyanın en ünlenmiş ve etrafına milyonlarca insanı toplayıp yönlendiren bir kişisi rahatlıkla olabilirdi. Bu potansiyele sahipti. O, bunu tercih etmek yerine bizlerin “Amigo etkisine” yakalanmamamız için çalıştı.
Ferdiyeti öne çıkarıyordu her sohbetinde. Bireysel sorumluluğa dikkat çekiyordu. Elbette toplumlar cemiyet halinde yaşardı, sosyalleşirdi ama “Amigo etkisine” yakalanmak bambaşka bir şeydi. Ferdi olarak nitelik kazanamayıp, sorumluluk üstlenemeyip gruplaşarak orada kendisini öne çıkarıp var olmak ona göre gerçekçi değildi. Her birimiz teker teker vahiyden sorumluyduk ve yine teker teker ondan sorgulanıp hesaba çekilecektik.
…
GÖZ ALICI olmak değildi esas mesele.
Göz ve gönül alıcı hususlara yönelerek vahiy ile buralarda yetkinleşmekti asıl mesele. Havalı olmak, çekici görünmek, gerçek dışı vaatlerle seçkinlik dâvâ etmek değildi mühim olan, tevazu ile gerçekten bir dâvâ sahibi olmaktı yapılması gereken. Bunun lazım gelenleri neyse onu yerine getirmekti.
…
HAYALİN değil hakikatin eri olabilmek… Zor olanı bu. Tüm bunlar bize yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mübarek Nebilerimiz örnek gösterilerek veriliyordu. Fahr-i Cihan Efendimizin mübarek dilinden “Deki” şeklinde emir buyurulan hususlardı. Efendimizin mütevazi yaşamında ortaya koyduklarıydı. Ehl-i Beytin ve Sahabeyi Güzin Efendilerimizin örneklemeleriydi.
İşte bunları fark etmek, ayrıntılara odaklanmak bizleri goygoy yapmaktan, yalanı köpürtmekten, kendimizi olmadığımız şekillerde pazarlamaktan alıkoyuyordu. Hocanın bize öğrettiği tam da buydu.
…
“AMİGOLARA değil hakikatin hakikatli erlerine ihtiyaç var” diyordu ve çok haklıydı. Esip üfüren değil gerçeğin peşinden sadakatle gidenlere ihtiyaç var. Bu sebeple ferdi yetkinlik ve erginlik meselesine daha çok eğilmemiz elzem. Vahiyle ve sünnet-i seniyye ile donanmamız kaçınılmaz. Şeklimizle, şemailimizle, kisvemizle değil kalbimizle onay almamız gerek. Sûrete değil sîrete yönelmemiz mecburi.
…
POPÜLER olmayı hedeflemekten vazgeçmeliyiz. Efendimizin bizlere modellediği kulluk çizgisinde olmayı esas almalıyız. Amigo olmak gerekmez. Fenomen edalarına ihtiyaç yok. Kalbine iman yazılmış muhlis kullardan olmak yeterli. Bizden istenen ve beklenen zaten bu.
…
LÜTFÜ Hoca işte bize bunu anlatmak istiyordu. Muhteşem bir zarafetle, içten bir güzellikle, kalbi bir tevazu ile yapıyordu. Duygusal zekâsının yüksekliği ile empatik iletişim geliştiriyor ve zihinlerimizde yer alan şüphe çengeline takılan zehirli soruları cevaplıyordu. Doğrularda haddi aşıp ezen bir tahakkümle değil sağlam bir kararlılık ve sabırla duruyor, sınırları özenle koruyordu.
Ve bize muhteşem bir örneklik sergiliyordu.
İyi ki böyle insanlar var ve iyi ki yatkın olduğumuz amigo tavır ve fenomen hallerden bizi koruyorlar.
Ya Selam!
17.05.2025