Eymen Uğurlu

UĞUR CANBOLAT

ERZURUMLUYDU Ekrem Hoca.

Abidin’den onun bir resmini çizmesini isteyebilseydik eğer muhakkak koltuğunun altındaki kitaplarla yürürken çizerdi. Hiç durmazdı, mütemadiyen yürürdü.

Ben kendisini amcamın bir ahbabı olarak Sefaköy Söğütlüçeşme mahallesindeki Yeşil Camide tanıdım.

Muhteşem bir insan ilişkisine sahipti. Konuşup ilişki kuramayacağı hiçbir insan tipolojisi yoktu. Muhakkak sevgi ve saygıya dayalı bir iletişim tarzı geliştirir, muhatabın ilgi alanına göre konular açardı.  Şaşılacak yan şu ki, en az muhatabı kadar ilgili mevzuda bilgi sahibiydi.

ELİYLE ağzını kapatarak gülerdi. Bunun sebebinin dişlerinin bir kısmının olmayışı olduğunu hiç sanmıyorum. Muhtemelen aldığı terbiyenin bir sonucuydu.

Nüktedandı. Çokça gülerdi. Bu hâlinin iletişiminin bir parçası olduğunu sonradan öğrendim tabi.

En onulmaz yaralara böyle dokunurdu. En netameli meseleleri böyle çözerdi. En girift mevzuların içinden bu şekilde salimen çıkardı.

Espri aslında bir tılsım gibiydi onda. Kalkıp itiraz edilebilecek hatta şiddetli karşı koyulabilecek netameli konuları bu şekilde tatlıya bağlardı. Esasen bu muhatabı için bir nimet, bir lütuftu. Zira bu yaklaşımla bağımlılık hâline getirdiği bağlarından çözülürdü. Özgürleşirdi.

ÜSKÜDAR’A gelişim onun vesilesiyledir. Beni üniversite öğrencilerine ait kendisinin de kaldığı Valide-i Atik yurduna gizlice yerleştirmişti.  Avukat Yunus Can’ın yöneticiliğini yaptığı bu yurtta gece yarısı aniden yapılan bir denetlemede üç ay sonra yakalanmıştım. Ardından ise yine Üsküdar’da Ahmediye yurduna yerleştirmişti. Bir sene sonra oradan da çıkartılınca artık kendisinin de yeni ikamet etmeye başladığı Ümraniye’deki öğrenci evine aldı.

ODASI tamamen kitaptı. Bir sandalye ve yere serili bir sünger yatak vardı gayrısı kitaptı.

Anadolu’ya belirli periyotlarla gider kitabevi ve kırtasiyelerde satılmayıp ellerinde kalmış önemli kitapları alış fiyatına alıp İstanbul’a getirir ve burada o işe yatırım yapamayacak olanların evlerine çocukların yaş ve ilgi alanlarını dikkate alarak makul bir bedelle kütüphaneler kurardı. Taşıma işi de bana düşerdi tabi.

Kaldığı evin odası yetmez olunca Çarşı Camisinin sokağındaki bir iş hanının tüm katını bunun için kullanmaya başlamıştı. “Mutfaksız evden ziyade kütüphanesiz evlere acımak lazım” sloganıyla hareket ettiği bu mühim faaliyetinin öğrencilerden evvel ilk hedefi öğretmenler ve imamlardı. 1970’lerin son yıllarında hangi öğretmen ve imam evine ya da camiye kütüphane kurabilirdi diye düşünebiliriz elbette ama bir yerden başlamak gerektiği de aşikâr.

SEKSEN ihtilali olmuştu. Caddelerde askerler silahlı nöbet tutuyordu. Kitaptan da korkuyorlardı. Gün geçmiyor ki, kitaplarla birlikte yakalananların haberleri duyulmasın. Böylesine bir ortamda seçtiği kitapları Sefaköy’ün bir camisine götürüp imama teslim etmemi istemişti. Yeniydim. Yol, iz bilmezdim ama görevdi. Kitapları iki deste hâline getirip dört tarafından güzelce bağlayıp tutacağım yere karton parçası yerleştirip Çarşı durağından Üsküdar minibüsüne bindim. Son durakta son yolcu inerken yanlışlıkla sert biçimde elime çarpınca tuttuğum kitap destesi minibüste yerlere saçılmıştı. Şoförün korkusundan ne yapacağını bilemez bir halde bana bağırması sırasında gözlerinin saçtığı dehşeti hâlen unutamam.

AKŞAM geç vakitte güç bela sora sora geri dönebildim. Beni gördüğünde yine eliyle ağzını kapatıp gülerek “Ooo Uğur, uğursuzluk yapmıyorsun değil mi?” hitabıyla tüm gerginliğimi almak istemişti. Bu hitabı bir süre devam etti. Sonraları “Eymen Uğurlu” demeye başlamıştı ama bununla ne kastettiğini hiç anlamamıştım. Yine de Cağaloğlu’nda Zafer Dergisinde çalışırken gizlice bir ulusal gazeteye arada bir bu imzayla yazı gönderiyordum. Pek çoğu yayınlanmıştı.

SAKARYA’DA karşılaştık yıllar sonra. Mahalle mahalle camileri gezdik, imamların kütüphanelerini kontrol ettik, eksiklerini tespit ettik. Ayaklarıma karasular indi. Sürekli yürütüyordu. En son tam acımızdan öleceğiz herhalde düşüncesine kapılıyordum ki, bakkaldan Pötibör bisküvi, manavdan bir kilo üzüm aldı. Bir kıraathaneye oturup yedik. Ardından tekrar yollara düştük.  Gün akşama kavuşurken “Haydi bakalım Eymen Uğurlu, uğursuzluk yapma emi” diyerek amcama da selam iletmemi tembihleyip bırakmıştı. Aramıza yıllar girdiğinde ortak dostlara beni sorarken yine “Uğur, uğursuzluk yapmıyor, değil mi?” diyormuş. Bu bir nevi selam söyleme şekliydi bu.

EYMEN sağ tarafta olan, uğurlu, hayırlı olan demekmiş sonradan öğrendiğime göre.

Talihli, nasip sahibi ve şanslı gibi anlamları da barındırıyor içerisinde ama uğur kelimesine göre daha güçlü, şeddeli. En uğurlu, en kutlu, en talihli, en bahtlı, en mübarek gibi daha veya pek ekleri alarak önüne söylenebilecek sıfatlar yükleniyor. Arapça kökenli.

Aslında Ekrem Hoca kendi engin gönlünden ikram niyazlarında bulunuyor ve beni gelecek adına motive ediyormuş. Güç yüklemesi yapıyormuş. Sevgi ve umut ile hayata besliyormuş. Diğer anlattıklarıyla da düşünme sistematiği öğretiyor ve sebep sonuç ilişkisi kurmayı belletiyormuş.

Pandemi döneminde rahmete kavuşan hoca tanıdığım en özgür ruhlu kişiydi. Herkesle iletişim kurabilmesi, saygı görmesi belki de bu özgüven ve iradeye bağlıydı.

Aramızda yaşayan nice buna benzer hayırlılar, uğurlular, eymenler vardır kim bilir…

Azıcık kalp gözümüzü aralasak göreceğiz.

Ya Selam!

20.05.2025

https://www.istiklal.com.tr/eymen-ugurlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir