UĞUR CANBOLAT
GİDEREK daha fazla moda olmuş olsa bile eski zamanlarda yok diyemeyiz.
Vardı. Hem de fırkalar halinde.
Konu hakkında ciddi bir okuma yapıldığı zaman temellerinin nerelere ve nasıl bir algıya dayandığını net olarak görmek mümkün.
Modern hayatın sağladığı konforun bozulmasının istenmemesi bunun bir sebebi ise diğer nedeni de hevesine uymanın özgürlük zannedilmesinden kaynaklanıyor.
Hiçbir kurala tâbi olmak istememek… Hiçbir prensibe kendini bağlı görmemek…
Emirleri görmezlikten gelmek… Kanunlara karşı kayıtsız olmak… Ahlak kurallarını gereksiz saymak…
Erdemli olmayı anlamsız olarak değerlendirmek…
Liste uzayıp gidiyor.
…
BENİ hiçbir şey bağlamaz.
Aile beni enterese etmez.
Mahalle de neymiş, toplum da kim oluyormuş ki bana karışsın şeklinde başlayıp büyüyen bu anlayış sınır konulmadığında tam bir sosyal zehirlenme şeklinde yaygınlaşıp salgın hâline gelebiliyor.
Bu durum din anlayışı açısından da farklı değil.
Kalbim temiz olduktan sonra yaptığım kötülüklerin hiçbirinin önemi yok noktasına götürüyor kişiyi.
İlahî emirleri sevgili peygamberimizin anlatıp uyguladığı gibi değil de kendince yorumlarla, tevillerle bambaşka bir yere evriltmek konusunda hiç beis görmez hâle gelebiliyor.
Âyetler anlam tahrifatına uğratılıyor.
İkncil, üçüncül mânâlarının olduğu dile getirilerek birinci anlamın önüne geçiriliyor ve bunun mutlaklaştırılması sağlanıyor.
Ne oluyor bu defa?
Namaz kılmıyor ama kendisinin sürekli salat-ı dâimi de olduğunu söylemeye başlıyor.
Zekât vermiyor ama kendisinin kutsal saydığı kişilerin söylediklerini yaparak tezkiye olduğunu, arındığını iddia etmeye yelteniyor.
Cihat kavramının içini boşaltarak her türlü iyi olma gayretini onun yerine koyabilmeyi düşünebiliyor.
Allah’ın bizim itaat etmemize ve ibadetimize ihtiyacı yoktur diyerek kulluktan kendisini azat edebiliyor.
Rabbimizin sonsuz lütfunu öne sürerek ikabını inkâr etme yoluna giderek azabını yok sayma bühtanını ileri sürebiliyor. Buradan hareketle hayatın öte yakasındaki varlığını bulutlandırıp flu bir noktaya taşıyarak “Cennette cehennemde burada” gibi herzeler yumurtlayabiliyor.
Haram ve helal gibi dini kavramları aşındırarak konuyu sadece kâmil insan olarak gördüğü mürşidinin emir ve yasaklarıyla sınırlandırmaya kalkışabiliyor.
Ezelde her şeyin takdir edildiği anlayışını bozarak içinde bulunduğu ve çıkmak istemediği durumu makul gösterme gayretine girebiliyor.
Günahı olumsuz düşünce olarak tarif edip hafifleterek kaçınılması gereken bir vebal olmaktan çıkarabiliyor.
Yani her şeyi mübâh görmek için bir argüman üretebiliyor.
…
FARKINDA olsun veya olmasın bu anlayışa sürüklenenler tarihte var olan “İbahiler” arasında yerini alıyor.
Konuyu kendileriyle müzakere ettiğin vakit seni katı olmakla suçlayabiliyor ve kendisinin itikadının doğru, kalbinin temiz olduğu tezini ileri sürerek kuralsız tevillere yöneliyor.
Âyetler okuyarak bâtınî yorumlar getiriyor hadislerin gerçek anlamları konusunda ahkâm kesebiliyor.
Nerede bunlar demeyin lütfen, her yerdeler.
Televizyonlarda, radyolarda, sosyal mecralarda, her yerde çokça kendilerine rastlamak mümkün.
…
BAĞLAYICILIĞI reddedenler “Biz marifet ehliyiz” diyorlar.
“Biz hakikat mertebesinden konuşuyoruz” diyerek bastırmaya çalışıyorlar.
Biraz daha konuşmayı sürdürdüğünüzde ise “Siz şeriat ehlisiniz, bunlar sizi bağlar” diyerek bir üst konumda olduklarını ve kendilerinin bu emirlerle mukayyet olmadıklarını söyleyebiliyorlar.
Allah’ın kitabını ve hükmünü iç tutarlıklarını yani Kur’an’daki bütünlüğünü hiç hesaba katmadan seçmeci ve parçacı bir yaklaşımı tercih edip onu kendi arzularına göre yorumlayabilmek, tevil edip çekiştirmek, haşa bir nevi anlamsızlaştırmak bir yaratılmışın harcı olabilir mi hiç?
Bu tutarsızlığı ve sınır aşmayı içsel anlamlara yöneldiklerini ve kendilik bilincine eriştiklerini ifade ederek bizleri bir hoş görme, merhamet gösterme ve yanı sıra istek uyandırma gibi sahte bir insancıl tavra bürünerek yapıyorlar.
Oysa şanlı peygamberimizin ve sahabenin pratiğine yansıyan Kur’an’ın ilk anlamını “Kabuk”, kendi nefsine ve hevasına göre getirdiği yorumu da “Enfüs” yani “İç anlam” olarak kabul etmek hadsizlik ötesi hadsizlik değil mi?
Her şeyi mübah görme ilkesizliğine yani ibahiliğe götürmüyor mu?
Haşa “Allah tam anlatamadı ben anlatıyorum” cüretkârlığı değil mi?
Değerli dostlar, biz insanız. Mü’miniz. Kuluz. Sınırımızı ve edebimizi bilmeliyiz.
Hakkın emirlerine ve sevgili Nebi’mizin çağrısına karşı bağlayıcılığı reddedemeyiz.
Bizler kabul ehliyiz. Yorumlamakla değil uymakla mükellefiz.
Ya Selâm!
09.03.2023