Deprem pek çok psikolojik belirtiye yol açabilen kitlesel bir travmadır

Yaşadığımız asrın felaketi üzerinden günler geçti. Peki, acılarımız hafifliyor mu? Bu nasıl mümkün olur? Yaşanılan travma sonrasında ne gibi duygu durumlar gelişiyor? İnsanda açığa çıkan acizlik hissi nerelere evrilebilir? Zamanla kaygı ve korkuyla birleşerek güçlenen suçluluk duygusu hayata ne şekilde yansıyor? Psikolojik sağlamlık bu süreçten sonra nasıl kazanılabilir?

Psikoloji profesyonelleri bu hususta neler öngörüyorlar, sizler için bu soruların peşine düştük. Klinik Psikolog Uluğ Çağrı BEYAZ önemli açılımlar sağladı.

UĞUR CANBOLAT

___

Travmanın tarifi nedir hocam?

-Travma denildiğinde, günlük hayat akışında strese sebebiyet verebilen daha genelleştirilmiş ve birçok manada kullanılabilen bir kavram. Gündelik hayatta yaşanan olumsuz olaylar-durumlarda bile dilimize yerleşmiş olan bir kelime. “-Travma yaşadım, -travmatize oldum” gibi. Bu vesileyle bakıldığında, yaşanan tartışmalar veya şaşkınlık oluşturulabilecek durumlarda dahi travma kelimesi bu durumların karşılığı olarak ifade edilebilmektedir. Fakat psikolojik bir rahatsızlık olarak bakıldığında travmayı tanımlayacak olursak: Kişiyi dehşete düşürebilen, çaresiz bırakan, beden bütünlüğünün tehdit altına girdiği, ölümle burun buruna getiren olayları içermektedir.

Travmadan herkes aynı oranda mı etkilenir?

-Travmadan herkesin aynı oranda etkilenmeyeceğini ifade edebiliriz. Burada belirleyici olan önemli bir husus, yaşanan travmanın algılanış şiddeti ve biçimi. Yaşadığımız bu deprem özelinde incelediğimizde; göçük altında kalanlar kalmayanlara göre, yakınlarını kaybedenler kaybetmeyenlere göre, evi ve malları hasar görenler görmeyenlere göre bu manada daha fazla etkilenebilir. İstatistiklere baktığımızda ise, kadınların en az 2 kat daha fazla hastalanma riski taşıdığı sonucuna ulaşmaktayız. Erkekler yaşam süreçleri boyunca daha fazla stres etkenine maruz kalmalarına rağmen bu manada etkilenme oranlarına bakıldığında kadınların daha riskli grupta olabileceğini sonucuna ulaşmaktayız. Ayrıca, daha önce herhangi bir travma yaşayanlar, kişinin yaşamını önemli ölçüde zorlaştıran kronik bir hastalığı olanlar veyahut fiziksel bir engeli bulunanlar, psikolojik bir rahatsızlığı olanlar, duygularını ifade etmekte güçlük çeken veya yansıtamayanlar, yoğun suçluluk duygusu hissedenler ya da psikolojik veya sosyal destek göremeyenler, travmadan daha fazla etkilenebilmektedir.

Daha önce benzer travmalara maruz kalanlarda etki daha mı fazla oluyor?

-Yaşanan travmalara herkes aynı tepkiyi vermeyebilir ya da aynı şekilde de belirlenmiş bir sürede iyileşme göstermeyebilir de. Bu konuda araştırmalar, bir insanın başa çıkma biçimlerinin, travmatik olaylarla\durumlarla nasıl başa çıktığının, yeni travmatik durumlarla karşılaştığında bunu nasıl ve ne şekilde algılayacağı, deneyimleyeceği üzerinde değişkenlik gösteren bir etkinin olabileceği yönündeki bir yorumun önemine vurgu yapmaktadır. Başa çıkma davranışları rasyonel veya işlevsel olduğu müddetçe, yeni travmanın deneyimlenmesinde baş etme becerisi de gelişebilmekte ve nispeten daha az etkilenme söz konusu olabilmektedir.

Genel travmalar içinde deprem travmasının yeri ve ağırlığı nedir?

-Travmaları; insan eliyle istemli olarak oluşturulan örneğin, taciz tecavüz, işkence savaş fiziksel şiddet gibi, insan eliyle istemsiz olarak oluşturulan örneğin, trafik kazaları, iş kazaları gibi ayrıca doğal afetler yoluyla oluşan deprem, sel gibi olarak üçe ayırabiliriz. Bu bağlamda deprem travmasının yerini, doğal afetler yoluyla oluşabilen büyük travma olarak ifade edebiliriz. Geniş bir coğrafi bölgeyi kapsayan bu deprem kitlesel bir travmadır. Şöyle ya da böyle kitlesel travmaların etkilerinin daha derinden hissedilebileceğini belirtebiliriz.  Bu gibi kitlesel travmalar bireysel çaresizlik halini toplumsal bir çaresizliğe sevk edebilmektedir.

Travmaya karşı ilk verilen tepkiler nelerdir? Yani bunun bir süreci var mıdır?

-Travmalar sonrası sıklıkla şok, aşırı korku veya kaygı, çaresizlik, dehşete düşme, geleceğe dair endişe ve ümitsizlik, karamsarlık-suçluluk duyguları olabilir veyaduyguları hissedememe, tepkisizlik, ağlayamama, kısacası duygusal küntlük, travmayı yeniden ve tekrar yaşıyormuş gibi hissetme, travmayla ilgili rüyalar ya da gündüz düşleri görme, olay sanki yeniden yaşıyormuş gibi hissetme, travmayı hatırlatan mekânlardan ya da durumlardan kaçınma da gözlenebilmektedir. Bunların dışında aşırı uyarılmışlık belirtileri olan, aşırı gerginlik, uykusuzluk, sinirlilik, kolayca öfkelenebilme, aşırı irkilme, nefes darlığı, çarpıntı, titreme de görülebilir. Ayrıca yakınlarını kaybeden bireylerdeyoğun bir suçluluk duygusu da hissedilebilir. Yaşananlardolayısıyla çaresizlik, isteksizlik ve hiçbir şey yapamayacakmış gibi hissedilebilir. Bu belirtiler 4 ile 6 hafta arasında görülebilir. Ve bu durumu sıra dışı olan bir şeye karşı bedenimizin ve ruhumuzun verdiği normal tepkiler olarak değerlendirebiliriz.

Ekranlarda seyredilen görüntülerin olumlu veya olumsuz ne gibi etkilerinden söz edebiliriz?

-Tüm doğal afetlerde olduğu gibi depremin de insan psikolojisi üzerinde oldukça yıkıcı bir etkisi bulunmaktadır. Yaşanan bu travmaya bağlı olarak gelişen çaresizlik duygusu bireylerde bir şeyler yapma güdüsünü harekete geçirecek önemli bir etkendir. Bireyler bu güdüyle ekranlarda ve sosyal medyada daha takipçi bir tutum içinde olabilir ve bu vesileyle de daha fazla deprem görüntüsüne maruz kalabilir. Fakat bu görüntüleri ve bu yöndeki haberleri sürekli takip etme hali, bireylerde sahte bir “bir şeyler yapıyorum” yönündeki bir inanca\duyguya sevk edebilir. Bu tutum, depremi doğrudan yaşayan veya yaşamayan bireylerin belirli ölçüde olumsuz olarak etkilenmesine yol açabilir ve ikincil travmanın oluşmasına sebebiyet verebilir.

Arama kurtarma faaliyetine katılanların psikolojileri konusunda ne söylenebilir?

-Depreme doğrudan yakalananlar kadar bu duruma tanık olanlarda ve özellikle de arama kurtarma çalışmalarına katılan bireylerde de travmanın belirtileri belirli ölçüde görülebilir. Bu kişiler bireysel çaresizlik dışında, diğer insanların da çaresizliğini derinden yaşayabilirler. Bu yoğun duygu, yardıma katılan bireylerin düşünme, dünyayı algılama ve deneyimlerini anlamlandırması üzerinde derin bir etkinin oluşmasına neden olabilir. Ayrıca hayatta kalma sendromu veya sağ kalmanın suçluluğu denilen klinik tablo da bu kişilerde görülebilir. Bu konuda bilgilendirmenin yapılması, eğitim ve koruyucu çalışmaların organize edilmesi, eğer gerekli ise de tedavi sürecine de dahil edilmeleri önemli ve gereklidir diyebiliriz.

Acizlik kişide nasıl bir duyguyu açığa çıkarıyor?

-Acziyet; beceriksizlik, iktidarsızlık, kuvvetsizlik, güçsüzlük, yapamamak anlamları doğrultusunda belli bir kuvvet karşısında güçsüz veya yetersiz kalmak anlamını taşır. Acizlik aslında çaresizlik ve güvensizlik duyguları ile bağdaştırabileceğimiz önemli kavramlardır. Amerikalı psikolog Maslow’a göre ise, güvenlik ihtiyacı temel gereksinimlerimizin en başındadır. Çünkü bir canlı hayatta kalmayı başardıktan sonra, güvenli ve huzurlu bir hayat sürebilir. Acziyet kişiye güvensizlik hissettireceği için kendisini kaygılı, çaresiz ve huzursuz hissetmesine neden olur.

Zamanla suçluluk duygusu doğar mı?

-Travma deneyimi sonucunda insanlarda, kaygı, korku, öfkenin dışında utanç ve suçluluk gibi duygular da olabilmektedir. Çoğunlukla sevgi, mutluluk gibi olumlu duyguların hissedilmesi olabildiğince azalabilmektedir. Bireyler yaşanan travma ile ilgili kendilerini ya da başkalarını rasyonel olmayan bir şekilde suçlayabilirler. Kendileriyle, insanlarla veya genel olarak dünyanın nasıl bir yer olduğu ile ilgili düşünceleri-varsayımları aşırı olumsuz bir hal alabilir. Örneğin; yaşamayı hak etmiyorum, kimseye güven olmaz, dünyada güvenli bir yer yok, hayatımın üzerinde kontrolüm yok gibi. Suçluluk duygusu bireylerin kendilerini çevrelerinden kopuk hissetmelerine neden olarak sosyal izolasyona sebebiyet verebilir.

Uyku sorunları ve kabuslar açısından bir artış oluyor mu?

-Deprem sonrası görülen ana semptomlardan olan aşırı uyarılmışlık belirtileri içinde uyku ile ilgili çeşitli bozukluklar görülebilir. Her an kötü bir şey olabilir endişesinin neden olduğu tetikte olma hali uykuya dalmada güçlüğe sevk edebilir. Uyku süresince de sürekli uyanma veya kabuslar görme, erken uyanma, dingin uyumama çok sık rastlanan belirtilerdendir. Görülen rahatsızlık verici rüyalar, hızlılaşan göz hareketleri dönemi uykusu yoğunlaşmış irkilme tepkisi, görülen rüyaların hatırlanmasında azalma ve artmış uyanıklık eşiği travmalar sonrası uyku örüntüsü için karakterize belirtilerdendir.

Beyin kendini korumaya alır mı böyle durumlarda? Bu bağlamda akut stres reaksiyonu nedir?

-Deprem pek çok psikolojik belirtiye yol açabilen bir kitlesel bir travmadır. Bu psikolojik belirtiler, işlevsellikte bozulmaya neden olur. Ve belirli bir süre devam edebilir. Bu belirtiler travmadan sonraki bir aylık süre zarfı içinde görülmesi durumunda “Akut Stres Bozukluğu” veya “Akut Stres Tepkisi” olarak tanımlanmaktadır. Bu rahatsızlıkta, kişide depremle ilgili istemsiz bir biçimde sıkıntı veren anılarının akla tekrar tekrar gelmesi, tekrarlayıcı düşler-hayaller, her an deprem oluyormuş gibi hissedilmesi, çoğunlukla olumsuz duyguların hissedilmesi, süreğen depresif duygusal durum, kişinin kendisi, çevresi ve dünyaya karşı olumsuz düşünceler içinde olması, yabancılaşma hisleri, zaman algısının farklılaşması, deprem anını hatırlatabilecek olan öznel anı, duygu ve düşüncelerden ve dışsal olarak durum ve faaliyetlerden kaçınılması, uyku bozuklukları, sinir ve ani öfkelenmeler, her an tetikte olma, irkilme tepkisi ve odaklanma güçlüğü gibi durumlar görülmektedir. Travma sonrası bu gibi belirtilerin ruhsal bir rahatsızlık olsun olmasın görülmesini normal olarak karşılarız ve ruhsal olarak bireyi korumaya, kurtarmaya yönelik tepkiler olduğunu ifade edebiliriz.

Travmanın ağır etkisi tam olarak ne zaman ortaya çıkıyor?

-Yukarıda saydığımız belirtilerin ortalama olarak 4 ile 6 hafta arasında görülmesini normal olarak karşılayabiliriz. Bu süre zarfı içinde belirtiler, bireylerin kendilerini güvende hissedebilecekleri ortama kavuşmalarıyla hızla kendiliğinden sönümlenebilmektedir. Ancak bu belirtilerle işlevsel olmayan baş etme biçimleri, geçici olan bu durumun süreğen bir hal almasına ve daha ağır bir şekilde hissedilmesine sebebiyet vermektedir.

Yaşanan bu içsel yıkım nasıl onarılabilir?

-Kişinin öncelikle kendisine biraz zaman tanıması, imkânlar nispetinde gerçekleştirilebilecek günlük rutinleri sürdürmesi, yalnız kalmaması ve çevresiyle sosyal bağlarını koparmaması, yakınları ve arkadaşları ile bir araya gelmesi, sadece güvenilir kaynaklardan gelen bilgilere inanması, sosyal ve görsel medyada paylaşılan görüntülerden olabildiğince uzak durması, yaşanılan sıra dışı bu durumun ve buna verilen tepkilerin normal reaksiyonlar olduğunu bilmesi ve kendisine bunu hatırlatması, uyku, yemek ve temizlik gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya gayret göstermesi, fiziksel sağlığına dikkat etmesi bu sürecin kısıtlı bir zaman içinde bitip gitmesini sağlayabilmektedir.

Bu travmaların tetiklediği başka bedensel sorunlar ortaya çıkar mı zamanla?

-Baş, göğüs ağrısı, mide yanması ve/veya bulanması, kalp sıkışması, gürültüye karşı duyarlılık, iştahlılık ve sürekli yorgunluk hali, nefes darlığı ve kolay hastalanma gibi bedensel sorunlar zaman içinde ortaya çıkabilmektedir.

Toplumsal dayanışmanın travmayı atlatma konusunda olumlu etkisi var mı, varsa ne oranda?

-Travmanın kişiyi yalnızlaştırma ve sosyal izole etme özelliği bulunmaktadır. Halbuki bu dönem yalnız kalmak, kişilerin kendilerini diğerlerinden izole etmesi travmanın etkisini daha da çok yaşamalarına neden olur. Deprem gibi büyük ve kitlesel afetlerin ardından yaşanan travmalarda iyileşme toplumsal dayanışma ile başlar. Güçlü toplumsal bağların; travmaların olumsuz etkilerini azalttığı ayrıca afetlere hazırlıklı olmayı, afet sırasındaki dayanışmayı ve afet sonrası toparlanma hızını da artırdığı bilinmektedir.

Kişinin kendisiyle ve yaşadığı acı ile yüzleşmeden kaçması tedavi sürecini nasıl etkiler?

-Kişi depremle ilgili konuşmaktan, herhangi bir haber duymaktan, izlemekten ve görmekten kaçınabilir. Deprem yokmuş ve olmamış gibi de davranabilir ve bu yönde bir tutum sergileyebilir. Esasen bu halin depremi veya deprem mağdurlarını düşünmemekle, onlara ve olanlara üzülmemekle bir ilgisi bulunmamaktadır. Kişilerin depremi düşünüp konuştukça hissettiği derin acı ve depremi bir daha yaşayabileceği korkusu kaçınmaya yönlendirebilir. Fakat bu içsel rahatlatmaya yönelik davranışın uzun vadede kalıcı ve yıkıcı etkilere sebebiyet verdiğini ve bu sürecin uzamasına neden olduğunu söyleyebiliriz.

Başka yerlerde de depremin olacağı bilgisinin sık söylenmesi kişileri motive mi eder morallerini mi sarsar?

-Travmaya maruz kalmanın en temel etkenlerinden biri de sosyal ve görsel medyadaki bu gibi haberlere maruz kalmaktır. Bu gibi bilgiler kişileri demotive ederek bireylerin morallerinin bozulmasına, güvensizlik duygusunun ve yoğun bir kaygının olmasına sebebiyet vermektedir.

Evlerin yıkılması mülkiyet ve yuva kaygısı açısından nasıl bir etki meydana getiriyor?

-Yaşanan bu travma, aslında çok boyutlu bir kavram ve bir kayıp süreci. Bu kayıplar, davranışsal ve manevi boyutlara ek olarak bilişsel, duygusal, kültürel ve sosyal değişimin olabildiği ayrıca da fiziksel kaybın olduğu bir süreç. Fiziksel kayıplarla birlikte mülkiyet kaygısı yaşanabilmektedir. Bireyler belirsizlik duygusu ve ümitsizlikle beraber gelecek kaygısı taşıyabilirler.

Kutu içinde

DEPREM VE ÇOCUKLAR

-Evvela korku ve kaygı yaşayan çocuğu anlamak oldukça önemlidir. Çocukların korkularının ve kaygılarının anlamsız veya aşırı bulunması, kendilerinin anlaşılmadıkları hissini yaşamalarına, utanç duymalarına, reddedilmiş ve sevilmiyor olduklarını hissetmelerine neden olabilir.  Bu da kaygılarını ve korkularını daha da arttırabilir. Bu nedenle çocuğun dinlenilmesi ve konuşup kendisini ifade edebilmesi için cesaretlendirilmesi oldukça kıymetlidir. Çocukların daha fazla etkilenebilmesi düşüncesiyle yetişkinler bazen çocukların konuşmasından veya onların yanında konuşmaktan imtina edebilirler. Ama bu çocuklar için faydalı olmayabilir. Aile bireylerinin konuşmalarını-iletişimlerini dinlemek, duygu ve düşüncelerinin kabul gördüğünü duymak bile çocukları rahatlatır. Çocuğun duygularını saklamaya çalışması yerine bunu paylaşmaya teşvik edilmesi, çocuğun da kendi hislerini rahatça paylaşması için bir olanak sunar. Çocukların rahatlamasını sağlayacak sözcükler bulunamadığında, duyguların yansıtmaya yönelik söylemler oldukça faydalı olacaktır. Bu duyguların “normal” olduğunu duymak bile çocuklar için oldukça rahatlatıcıdır. Ailenin bir arada kalması son derece önem arz etmektedir. Bu gibi durumlarda çocukların terk edilme korkuları devreye girebileceği için mümkün olduğunca yanlarında durmakta ve bunu onlara göstermekte fayda vardır.

___

Bu psikolojik enkazı kaldırmak için neler önerebilirsiniz?

-Öncelikle, bireylerin hayatta kontrolünü yapıp, kontrolünü yapamayacağı şeylerin ayrımının farkına varıp, kontrolünü yapabildiği durumlarda ellerinden gelenin en iyisini yapmaya niyet edip-gayret göstermesinin; kontrolünü yapamayacağı şeylerde ise telaşlanmanın, aşırı ve yoğun düşünmenin zarar verebileceği gerçeğini hatırlamasının önemini vurgulamak isterim. Olabildiğince ve imkanlar nispetinde günlük hayat rutinlerinin sürdürülmesi, fiziksel sağlığa dikkat edilmesi, yakınlarla-sevenlerle bir araya gelinmesi oldukça kıymetli ve önemlidir.

Toplumun ayrışması değil birliği için psikolojik sağlamlık nasıl kazanılabilir?

-Mevcut koşullar içinde gerçekçi bir iyimserliğin korunması, olumsuz olana odaklanılmaması, fiziksel ve mental enerjinin olabildiğince rasyonel yönetilmesi, hayata karşı anlamlı bir amacın belirlenmesi, anda kalabilme ve farkındalığın arttırılması, olabildiğince sosyalleşmenin sağlanması psikolojik sağlamlığın kazanılıp arttırılmasında fayda sağlayabilecek önemli etkenlerdir.

KUTU İÇİNDE

KLİNİK PSİKOLOG ULUĞ ÇAĞRI BEYAZ KİMDİR?

2013 yılında İstanbul Bilim Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Eğitimine Üsküdar Üniversitesinde devam etmiş ve 2019 yılında eğitimini “-Toplumsal Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Risk Toplumu Bağlamında İncelenmesi” konusu üzerine yaptığı çalışmayla tamamlamıştır.

Lisans eğitimi boyunca birçok devlet kurumu ve özel kurumlarda Stajyer Psikolog olarak görev almıştır. Lisans mezuniyeti sonrası ise Atölye Kanguru kurumunda Psikolog olarak mesleğe başlamış, üstün zekâlı çocuklar ve aileleriyle çalışmıştır. Fransız Lape Hastanesinde staj ve çalışmalara katılmıştır. Yüksek lisans eğitimi süresince de NP İstanbul Hastanesi Feneryolu Polikliniğinde tam zamanlı ve gönüllü psikolog olarak çalışmıştır. Halen NP İstanbul Hastanesi Etiler Polikliniğinde hizmet vermektedir.

Bilişsel Davranışçı Terapi- Teori, Uygulama/Beceri Eğitimlerine, Süpervizyonuna ve bu ekolde çeşitli workshoplara katılarak uluslararası akreditasyon sürecine devam etmektedir. Ayırca Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşlemleme (EMDR), Şema Terapi ve birçok alanda aldığı eğitimlerle alanında uzmanlaşmıştır. Profesyonel kariyerinde; Depresyon, Obsesif-Kompulsif Bozukluklar, Anksiyete Bozuklukları, (Yaygın Anksiyete, Sosyal Anksiyete, Sağlık Anksiyetesi), Vücut Dismorfik Bozukluk, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Panik Bozukluk, Özgül Fobiler, Uyum Bozuklukları, Yaygın İşlevselliği Olan Depresyon-Yaygın İşlevselliği Olan Anksiyete gibi başlıklar ağırlıklı olmak üzere; yetişkinlerle bireysel psikoterapi, çeşitli psikolojik, nöropsikolojik, ve kişilik testleri uygulamaları üzerine çalışmalarını devam ettirmektedir.

08.03.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/deprem-pek-cok-psikolojik-belirtiye-yol-acabilen-kitlesel-bir-travmadir/742617

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir