CELLADINA ÂŞIK OLMAK

UĞUR CANBOLAT

MÜMKÜN MÜDÜR bu derseniz evet, mümkün.

Çok mümkün üstelik.

Aslına bakarsanız uzun süre farkında olmadığımız ama aklımız işlemeye, kalbimiz fıtratına uygun titreşime geri döndüğünde önümüze inkârı mümkün olmayan bir gerçeklik olarak çıkacaktır.

Çıkmaktadır da…

Çok acı bir durum olduğunu elbette itiraf ediyorum.

Canımız çok yanıyor.

Bu nasıl olabildi sızlanmaları her yanımızı sarıyor.

İnsanız işte.

Hata sarmalları içinde yaşayıp gidiyoruz.

Çıkmak mümkün mü, evet.

Yeter ki, içine düştüğümüz bu çukuru kabul edelim ve ardından ciddi bir yüzleşme ile meseleye samimiyetle yaklaşalım.

STOCKHOLM SENDROMU deniyor buna.

Âşina olduğumuz bir konu.

Yine de biraz açacak olursak, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle yaşanan diyalog sürecinde meydana gelen, duygusal anlamda sempati ve empatidir.

Psikolojik bir hâli ifade eder.

Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırıldı bu sendrom.

1973 yılında İsveç‘in başkenti Stokholm‘de yaşanan bir olaydan sonra literatüre girdi.

Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanıyor. Serbest kaldığında ise soyguncuyu savunmakla kalmıyor, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan bu banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekliyor.

Kurbanın, ezilenin kendisini ezip istismar edene yakınlık duyması meselesi yani.

Seni esaret altında tutanların fikrini benimseme, düşüncelerini kabul etme durumu…

Bu sürecin sonunda artık kurban kendi kurban oluşunu kabul etmekten çıkıyor, özgür sayıyor.

Celladına âşık oluyor.

Meşru görüyor, doğru buluyor kendisine reva görülenleri.

O kadar ki, kendisini bu muameleye tabi tutanları kahramanlaştırıyor.

Onlara adanmışlık hissiyle hizmet ediyor.

Gönüllü köleliği benimsiyor. Hiçbir konuda itiraz etmiyor.

Hatta onlar için savaşmaya başlıyor.

KABUL edilebilir bir husus değil ama ediyoruz.

Akla ve mantığa zerrece uygunluk arz etmiyor ancak rasyonelleştiriyoruz.

Kalbimizin hazmetmesi, içselleştirmesi asla mümkün değil iken tüm kalbimizin bununla dolmasına izin veriyoruz.

Neden böyle oluyor peki?

Çünkü vahiyden uzak düştük.

Rabbimizin bizler için istediği iman ve huzur iklimlerine yönelmedik.

Bir defa bile baştan sona anlayarak okumadığımız bir kitaba yalandan sahip çıkıp hürmet ettiğimize kendimizi inandırdık.

O’na anlaşılmaz bir metin muamelesi çektik.

“Sev, ama uzaktan” ilkesini benimsedik.

Ve…

Bu hallere düştük.

CELLADINA âşık olma bahtsızlığı tüm benliğimizi kapladı.

Ruhumuza nefes alacak menfezler bırakmadık.

Kalbimiz görevini yapamaz oldu.

Suni gündemlerle kendimizi doldurduk.

İyinin iyisi olmak bize öneriliyordu oysa Allah’ın Nebi’si tarafından.

Biz ise kötünün kötüsü olmayı seçtik.

Ve maalesef bunların mücahidi olmayı yeğledik.

CİDDİYETLE soralım kendimize…

İmanımızı öldürüp yok etmek için çalışanlara ölümüne iman etmedik mi?

İhlasımızı tarumar edenlere ihlas ile bağlanmadık mı?

Köleleştirenlerimizi hayatımızın özgürlük kahramanları saymadık mı?

Tevhitten bizi koparıp şirke bulayanları muvahhid addetmedik mi?

Fahr-i Kâinat Efendimizi Kur’an bağlamı dışında kendisine göre kurguladığı hikâyelerle anlatanları başımıza taç etmedik mi?

Onları dinleyip gösterdikleri istikâmette hiç sorgulamadan nefessiz koşmadık mı?

Şeytanın dostu olan nice cambaza Allah dostu muamelesi yapmadık mı?

Yani, celladımıza âşık olmadık mı?

Madem henüz ölüm kapımızı çalmadı, gerçeğe yönelmek için daha fazla zaman kaybetmeyelim.

Ya Selâm!

24.10.2022

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/celladina-asik-olmak/718190

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir