Deniz Yargılamadan Dinler Kiraz da…

UĞUR CANBOLAT

KALABALIĞA karıştığı pek görülmezdi.

Kendi hâlinde garip bir âdemoğluydu. Sabah erken vakitte evden çıkar, işine gücüne bakar ikindi sonrasında ise dönerdi. Evinin bahçesinde pek çok meyve ağacı vardı. O ise en çok kirazı severdi.

Altından hiç kaldırmadığı mindere çöker, sırtını yaslar ve gözlerini uzunca bir süre yumardı.

Bazan kendi duyacağı kadar sesli kimi vakitteyse içten içe “Kirazım” diye seslenirdi ona. “Kirazım, ah Kirazım…” Bu seslenişin içinde bîzar olmak var mıydı ya da umut kırıntıları barınıyor muydu kimseler bilmezdi.

KİRAZ ağacı onun bir nevi altında dinlendiği sağlık merkezi gibiydi. Ona yaslanıp gözünü kapattığında kalbinin hızlı atışları sükûnet buluyor, mülayim yapısı sebebiyle gün içinde dışarıya vuramayıp içinde top top biriken kederler, hüzünler, stresler hatta öfkeler o ağacın altına oturduğunda topraklanıyordu. Uykusu kaçtığında gecenin en tenha vaktinde altına gelmeyegörsün. On dakika sonra dünyanın en keyifle uyuyan ve bununla dinlenen adamı oluyordu. Sadece bunlarla mı sınırlıydı, hayır.

Kanı bile bu ağacın altına oturduğunda regüle oluyor, dengeyi sağlıyordu. Yaşa bağlı olarak bir süredir kolesterolü yükseliyordu. Zaman zaman kas ağrıları da kendisine yer bildirmeye ve ben buradayım diyerek dikkat çekmeye başlamıştı. Uzaktan akrabası olan bir hekime durumu anlattığında “Yarın gel bakalım Emmi” diyerek ısrar ettiği için gitmiş ama muayene ve tetkiklerden dişe dokunur ve tanı koyduracak seviyede bir bulguya rastlanmamıştı. Bunun üzerine hekim olan yeğen tereddüde düşmüş ve kendisine önceki gün anlatılanların doğruluğundan şüpheye düşmüştü. Bunun üzerine büyüyen gözlerle kendisine baktığında “Ne bir fazla ne bir eksik yeğenim” demişti ama kendisi de durumu henüz çözememişti.

BU hadiseden sonra daha çok dikkat etmeye ve meseleyi tahkik etmeye niyet etti. Gözlemler yaptı. Notlar aldı zihnine. Sonra birkaç defa daha bunları test etti, doğrulamaya çalıştı. Yoğun ve ataklar halinde gelen baş ağrılarının bile hafiflediğini fark ettiğinde kendisi de yıllardır yaşadığı bu duruma hayret etti. Bir süre sonra kendisini ziyarete gelen doktor yeğenine atlamadan her şeyi anlattı ama o buna ihtimal vermediğinden pek inanmadı. Kırmamak için inanmış göründü sadece.

Hastanede psikiyatri bölümünden uzman arkadaşına olanları anlattığında bunun altında başka bir bağlantı olabileceğini düşündü ve birlikte uygun bir vakitte ziyaret etmeyi teklif etti.

GELDİLER.

Onlara yemek ikram etti hazırlayabildiği kadarıyla. Sonrasında ise “Haydi çayımızı kirazın altında içelim” diyerek minderleri koymaya başladı. Psikiyatri uzmanının “Kiraz ağacının altında demek yerine kirazın altında demesi” dikkat çekici olmuştu. Rahatsızlık vermeden ve mahremiyetini de ihlal etmeden muhabbeti harlayarak gözlem yapmaya çalışıyordu.

“Yeğenin hiç evlenmediğini söyledi ama hiç mi sevmedin emmi” diye sordu.

“Sevmemek olur mu, insana sevmemek reva mı doktor bey oğlum” diyerek cevap verdi.

HAYRETLER içinde kalmışlardı. Dinledikleri onlar için bambaşkaydı.

Yeğen olan hekim de ilk kez duyuyordu bunları. Gençlik yıllarında meğer amcamız şiddetli bir aşk fırtınasına tutulmuş. Sevmiş ve sevilmiş. Sarmaşık gibi duyguları birbirini sarmış ve kavramış. Duygu bütünlüğüne erişmişler. Ama gel gör ki tam ilan edip duyuracaklardı ki, denize kapılarak kız vefat etmiş cesediyse yoğun aramalara rağmen bulunamamış. Günler sonra sahile vurmuş ve büyük bir acıyla bedenini toprakla buluşturmuşlar.

“ADINI bağışlar mısın?” diye sorduklarında o ismi yerine sıfatlarını söylemeye koyuldu.

Ne kadar doğal olduğunu, her gün nasıl bir tazelik içinde kendisine gönlünün tüm güzelliği ile gülümsediğini, bunun kendisini nasıl canlandırıp enerji bahşettiğini aktardı. Etkileyici bir nezakete sahip olduğunu, her şeyi inceden inceye düşündüğünü, herkese ve her şeye pozitif bakıp olumlu yönde yaklaştığını ve bu sebeple de çevre tarafından çokça sevilip değer verildiğini aktardı. Yardımseverliğinin dillere destan oluşunu dile getirdi. Sezgi gücüyle içinde gizlediği hüzünleri bile dağıttığını, işlerini belirli bir disiplin içinde sırasıyla yaptığını ve hiçbir şeyi ihmal etmediğini, azim ve kararlığına hayran olduğunu büyük bir mutlulukla paylaşmış ama adını hâlâ söylememişti.

Doktorlar bu anlatımın büyüsüne kapılmış olduğundan ağızları açık dinlemişler sonunda vakit hayli ilerlediği için teşekkür ederek ayrılmak niyetiyle müsaade isteyip kucaklaşmışlardı. Tam dış kapının demir sürgüsünü çekmişlerdi ki dönüp “İsmini deyivermedin emmi” dediklerinde belli belirsiz “Kiraz” demişti.

MESELE anlaşılmıştı.

Kiraz ağacı, ağaçtan ibaret değildi onun için. İç içe başka anlamlar barındırıyordu. Sırtını değil aslında gönlünü yaslıyordu. Kederleri, stresleri, baş ağrıları ve diğer şikâyet ettiği ne varsa ağaç üzerinden sevdiğinin ismi çekip alıyordu aslında.

Sırrını faş ettiği için utancından bir süre kiraz ağacının altına oturamamış gecenin en sessiz ve tenha vakitlerinde sahile inip denizle söyleşmeye başlamıştı. “Deniz” sevdiği kızın ikinci adıydı. “İyi ki onu ağzımdan kaçırmadım” diye seviniyordu. Yoksa zaten tenha olan hayatı tamamen ıssız olurdu.

Bir süredir evsiz bir yaşlı kendisini izliyor ve onu merak ediyordu. Bir defasında topallayarak sessizce yanaşmış ve “Birader sen ne diye kendi kendine konuşup duruyorsun?” diye hafiften azarlar gibi bir soru sormuştu. Bir daha aynı hayata düşemezdi. Yüzünü bile arkaya çevirmeden “Deniz yargılamadan dinliyor, ondan” diyerek geçiştirmişti.

Sadece deniz değil kiraz ağacı da onu hiç yargılamamıştı. Daha doğrusu olan biten şuydu; kavuşamadığı yavuklusu “Kiraz Deniz” kendisini dinlerken ne anlatırsa anlatsın onu hiç yargılamadan dinliyordu. O da bu sıfatları kiraz ağacına ve denize yüklüyordu.

Hem “Kiraz” hem “Deniz” olan sevdiğinin yanında huzur buluyor, derin düşüncelere dalıyor, sakinliğine sakinlik katıyor, kalbini bu sakin limanda dinlendiriyordu.

Şimdi de yaptığı bundan farklı değildi.

Ya Selam.

17.04.2025

https://www.istiklal.com.tr/deniz-yargilamadan-dinler-kiraz-da

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir