UĞUR CANBOLAT
BAŞINA bir iş gelmiş ve yeni doğmuş olan bebeğinden ayrı düşmek zorunda kalmıştı.
Seksen yaşının yarısından fazlasını uğradığı iftira sonucu kodeste geçirmişti. Çetin geçen bu yıllar kendisinden sağlıklı düşünme yetisini de almıştı. Muhabereden yasaklandığı ve insanlarla temasına müsaade edilmediği için neredeyse konuşmayı da unutmuştu.
Bir minik radyosu ah bir minik radyosu olaydı her şey farklı olabilirdi.
Olan bitenden haberdar olmak için ajansları dinler, dünyanın hangi yöne gittiğini kestirebilirdi.
Ülkeden haberdar olurdu. Arkası yarınları dinler oynanan piyeslerden kendine uygun bulduğu rollere bürünebilirdi. Olmadı seslendirme yapan sanatçıların insanı mest eden tınılarına ruhen konar o kaldığı hücreden hayalen olsa bile bir lahza çıkıp kurtulabilirdi.
Âşık Veysel’i dinler kaybettiği kendisini şu sözlerde “Bulamadım” diyerek bulabilirdi.
“Yıllarca aradım kendi kendimi /Heç bi türlü bulamadım ben beni
Hayal mıyım ürüya mı bilinmez /Heç bi türlü bulamadım ben beni ben beni
İnsan mıyım mahluk muyum ot muyum / Ekilir biçilir bir nebat mıyım
Yohsa görünüşte bir sıfat mıyım / Heç bi türlü bulamadım ben beni ben beni
Leyla mıyım Mecnun muyum çöl müyüm /Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım
Köle miyim bir güzele kul muyum / Heç bi türlü bulamadım ben beni be beni
Varlığım yokluğum bir Veysel adım / Galacahdı gök kubbede ses kadim
Elli üç yıl kendi kendim aradım / Heç bi türlü bulamadım ben beni ben beni”
…
YÜREĞİ ferahlamadıysa Neşet Ertaş’a yönelirdi. Kendine olan hasretini yine de dindiremezse Abdurrahim Karakoç’un dizelerine, Âşık Mahsuni’nin avazına asılırdı. Ercişli Emrah nesine yetmezdi ki hem. Karacoğlan’dan vazgeçmezdi ama. Nesimi’den, Pir Sultan Abdal’dan, Yunus Emre’den, Mısri Niyazi’den ve daha nicelerinden feyz alırdı.
Ama kör olası eski ve cızırtılı bir radyosu bile yoktu işte.
…
MAHPUS damından çıktı sonunda ama onda yaşayacak mecal kalmamıştı.
Üzüm karası olan saçları artık bembeyazdı. Beli bükülmüş, gözleri içeriye çökmüş, feri de azalmıştı.
Dışarıda nasıl yaşayacağını bilmiyordu ya da unutmuştu.
Selam verip bir şey soracak olsa hırpaniliğinden korkanlar aniden kendisini bir adım geriye atıyor ve hızla uzaklaşıyorlardı. Yine de yılmadı, arayışını sürdürdü ama adını “Cihangir” koyduğu evladından en küçük bir haber alamadı.
Bir imkân bulup köyüne gitti. Kimse onu tanımadı. Adını hatırlayan bile çıkmadı dolayısıyla evladına dair bir ipucu elde edemedi.
Kasabaya indi, kenar mahallede kendisi gibi yaşlanmış bir ayakkabıcının simasından etkilenerek yaklaşıp durumunu anlattı. Usta müsamaha ile yaklaşınca yanına sığındı. Atölyede kalıyor, tamir edilen kunduraları sahiplerine ağır aksak götürüyor ve karın tokluğuna yaşayıp gidiyordu.
En sevindiği husus ise radyonun burada ezan vakti hariç her an açık olmasıydı.
…
TAHLİYE olduğu ilk gün oturduğu çay ocağında Diyarbakır yöresinden Celal Güzelses tarafından derlenen “Hamaylı Boynundayım” türküsünü Bedri Ayseli’den dinlemiş ve yüreği delinmişti.
O günden beri;
“Hamaylı boynundayım / Orda değil burdayım
Düşünme yanındayım gülüm / Aç gözün karşındayım” türküsü dilinde dua olmuş, olur olmaz her yerde konuşmasının arasına sızıyordu. Ayakkabıcı ihtiyar usta da buna takılmış ve sormuştu. Bunun üzerine hikayesini tekmil anlatınca himayesine girmişti.
…
İKİ günlüğüne misafir olduğum kasabada ikindi namazı sonrası musallanın önüne dizildiğimizde benimle hepi topu beş kişiydik, imamla altı olmuştuk.
Sandukasına baktığımda isim göremediğimden yanımdaki nur yüzlü dedeye sormuştum kimdir diye.
“Hamaylı Boynunda” cevabını almıştım.
Okuduğunuz kısa hayat öyküsü işte ona ait. Soruma cevap veren ise ayakkabıcıydı.
…
MEĞER “Ben arayıp bulamadım seni, sen beni arasan boynundaki hamaylı kadar yakınım belki” demek istiyormuş meçhul evladına.
Mezar taşına “Hamaylı Boynundayım” yazıldığını duydum sonradan ancak oğlunun bulduğuna dair bir havadis işitmedim.
…
HAMAYIL nedir?
Duyan var, duymayan var. Bilen var, bilmeyen var. Anne ve babalarımızla onların büyükleri hatırlarlar zira hem duymuşlukları vardır hem de boyunlarına takmışlıkları.
İnsanı kötü güçlerin etkisinden koruduğuna veya kısmet sağladığına inanılan, farklı biçimlerde ama genellikle omuzdan bele doğru çapraz takılan muskaya deniliyor hamaylı.
Hamaylı gibi boynumuza taktıklarımız gönlümüze mukaddes bir yazıyla yazdıklarımız değil mi?
Biri görünüyor diğeri saklı.
Ya Selam!
02.12.2024