UĞUR CANBOLAT
GÜÇLÜ ve kararlı bir adamdı.
Temelini bilmediği, aslına ulaşmadığı, kaynağına erişmediği ve bunları vahiyle doğrulamadığı bilgileri kesin veri olarak asla kullanmaz ve bunlardan şiddetle kaçınırdı. Eğer buralardan zorunlu bir örnekleme yapmak durumunda kalmışsa muhakkak şerh koyardı.
“Bu bir efsanedir, içinde hakikatten bir kıymık barındırabilir belki ancak tümüyle gerçekmiş gibi yaklaşmayın” açıklamasını hem başında hem de gözden kaçmış olabilir kaygısıyla sonunda yapardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse gereğinden fazla bir hassasiyet olarak değerlendiriyordum.
Herkes bilir efsanenin efsane olduğunu, mitolojinin de mitoloji olduğunu diye düşünüyordum.
Kim aklını istifa ettirmemişse görevinden bunların tümünü hakikatin yerine koyar ki diye inanıyordum.
Dolayısıyla uyarı cümlesinin her anlatımda bir değil iki kez yapılmasını abartılı karşılıyordum.
Kanaatimi saklayamazdım, ilk fırsatta söyledim.
…
“HİPNOTİK hikâyelerin mağduruyum erenler” diye başladı sonraki sohbetine.
Dedesinin ve diğer aile büyüklerinin içinde bulunduğu atmosfer sebebiyle buradan beslendiklerini, anlatılanları benimsediklerini ve kendilerine de aktarımlarda bulunduklarını anlattı.
“Mistik anlatımların beşiğinde sallanarak büyütüldüm çocuklar” demişti bir yerinde.
Çocukluğunda aldığı bu aşı onu böylesi menkıbelere yatkın hale getirmiş ve yıllarca bu konularda ne bulduysa hepsini benimseyerek okumuş. Mest olmuş.
Yıllarca hakikat sandığı bu hayal denizinde keyifle kulaçlar atmış, yüzmüş.
Kelama yeteneği çok üst seviyede olduğundan büyük bir coşku ve zevkle bunları anlatıp durmuş aile bireylerine, komşularına, arkadaşlarına.
Bu anlatımların etkisi kısa sürede etkisini gösterdiğinden çevresinde bir topluluk meydana gelmiş.
Mevcut etkiyi arttırmak maksadıyla anlattığı hipnotik öyküleri desteklemesi ve uyanan ilginin biraz daha çoğalması için araya uygun gördüğü şiirler serpiştirip ezberinden okumaya başlamış.
Tesirinin muhteşem olduğunu kısa zaman içinde fark ettiğinden işi büyüterek yine akışa uygun deyişleri musiki eşliğinde sunmaya başlamış ve sürdürmüş.
Bir defasında aktardığı bir şiirde “Bin kez gelip gittim” şeklindeki bir vurguyu “Bu ne demek, tekrar tekrar gidiş geliş mi var, dünya sınavı bir kere değil mi? sorusuna muhatap olunca “İlahî buyruktan araştırayım” diyerek ciddi olarak ilk kez Kur’an-ı Kerime yönelmiş.
İşte ne olduysa bundan sonra olmuş.
…
“NE oldu peki?” dediğimde “Tufanım oldu imanım, tufanım” demişti.
Uzunca bir süre sessizliğe gömülmüş. Kimselerle konuşamamış. Sürekli daha önce anlattığı konuları kutsal kitabımıza arz etmiş.
Ve ne yazık ki, canlarla paylaştığı söylencelerin yüzde doksanını vahyin onaylamadığını acı içinde görüp kahrolmuş.
Hipnotik hikâyelerin iman çalan bu yanını anladığında nasıl mağdur edildiğinin ayrımına varmış.
Buradaki diğer önemli husus ise kendi mağduriyetinin yanı sıra kendisinin mağdur ettikleriydi.
Onlarda zihni devre dışı bırakan bu hipnotik ve mistik anlatımların mağduru olmuşlardı.
Sorumluluk alarak kesin bilgi olan Kur’an’dan öğrendiklerini birer birer anlatarak telafi etmeye çalışmış.
“İşe yaradı mı peki?” dedim, üzülerek “Maalesef hayır” diyerek cevapladı.
Çevresinde Rabbimizin buyruklarına uygun düşünüp inanan çok az kişi çıkmış. Diğerleri de kendisini terkmişler, etrafı boşalmış.
…
ÇOĞU insan ne yazık ki, gerçek değişikliklere engel olan kurmaca mistik öykülerin kucağına atıyor kendisini. Olumsuz ve temelsiz inançları girdiği uyuşturan etkiden kurtulamayarak kesin inanç hâline getiriyor. Yakalandığı zihne atılan çapaları söküp atamıyor. Yanlış alışkanlıkları doğruymuş hissiyle pekiştiriyor. Yeteneklerini dondurduğundan beceriden yoksun kalıyor. Bu ise cesaretsizlik sebebi olduğundan aldatıcı anlatıcıların kölesi hâline geliyor. Devamında uyduruk bir hikâyenin sahte kahramanı oluyor ve başkalarının kurduğu kısır döngü değirmeninin dişlileri arasında öğütülüp gidiyor.
Bu hipnotik anlatımlar hakiki duyguları felce uğrattığından kişi kendisini sahte bir mutluluk ve huzurun içindeymiş hissine kaptırıyor. Gerçek olmayan pâyelerle taltif edildiğinden motivasyonu zirve yapıyor ve maruz kaldığı telkinlerle aklını arama ihtiyacı duymuyor. Kendi hayat hikâyesini Rabbimizin istediği şekilde yazmak yerine başkalarının heyula öykülerinin figüranı oluyor.
Vahye uymayan, doğuş, yaratılış, uyanış ve ölüm senaryolarının, söylencelerinin, gerçeklerden kopuk doğa üstü olayların etkileyici anaforunda kaybolup gidiyor.
Merhamet taklidi yaparak iyiymiş gibi görünen şeytanın hünerli elemanlarının keskin dişlerinin arasında çiğnendiğini bile anlayamıyor.
Sonlu bir dünyada hipnotik hikâyelerin oluşturduğu sonsuzmuş gibi sunulan gaflet yorganını üstüne çektikçe çekiyor ve mışıl mışıl uyuyor.
Yansız bir yaklaşımla meseleye eğildiğimizde kendimizi bundan vareste tutamayız.
Pek çoğumuz mistik öğeler içeren hipnotik hikâyelerin mağduruyuz.
Ya da ben öyleyim.
Ya Selâm!