UĞUR CANBOLAT
“NEYE el atsam taş oluyor” diye yakındığım bir dönemdi.
Attığım hiçbir ok hedefine isabet etmiyordu.
Sözlerim kendime bile etki etmiyordu.
Hayatın tadı iyiden iyiye kaçtığından çevreme de yük olmaya başlamıştım.
Ki, insan yükü ağırdır, başka ağırlıklara benzemez ve asla onlarla kıyas edilemez.
Bu kelime dilimin olumsuz zikri olmuştu.
Biri bir şey anlattığında “İsabetli” veya “isabetsiz” diye hemen bir değerlendirme yapıyor kimi zaman ise isabet derecesini oranlıyordum.
Bir talepte bulunulduğunda “Olur” demek yerine “İsabetli”, canım istemiyorsa “İsabetsiz” demeyi alışkanlık hâline getirmiştim.
İşin hakikatini söylemek gerekirse her ne kadar eğlenceli olsa bile bu durum beni mutsuz ediyordu.
Bu, keyifsizliğimi kapatmak için başvurduğum anlamsız ve bir yoldu.
…
İŞİ o kadar ilerletmiştim ki, hayatımda isabet ettiklerimin listesini çıkarmaya koyulmuştum.
Ancak bu beni huzursuz etti.
Neşemi daha da kaçırdı, zira hayatımda isabet oranım oldukça düşüktü.
Yanlış hülyalara çokça kapıldığımı gördüm.
Olmayacak arzuların peşinde kendimi yorduğumu fark ettim.
Bana hedef olarak gösterilenleri sorgulamadan kabul edip ilerlediğim için başkaları için isabetli olan benim için tam bir isabetsizlik örneğiydi.
Sorgulamalarım en azından bir yüzleşmeydi.
Kendi gerçeğimle geç bile olsa esaslı bir tanışmaydı.
Yani gecikmiş bir isabet etme durumuydu.
Yine de şükürler etmeliyim, ya hiç olmasaydı?
…
“İSABET HASSASİYETİ” kavramı içimde belirip kökleşmeye başladı.
Hedefi bulmalıydım ve vurmalıydım. Aksi takdirde vurulan yine ben olacaktım ki, artık bunu hiç istemiyordum.
Gözüm gerçeği seçmeliydi…
Kalbim hakikate ermeliydi…
Dilim şifa sözcükleri söylemeliydi…
Ruhum merhametle ışımalıydı…
Ayaklarım iyiliklere seyirtmeliydi…
Rastladıklarım sarmaş dolaş olmak istediklerim olmalıydı…
Doğru düşünmeyi artık başarabilmeliydim.
Matluba uygunluk arz etmeliydi eylemlerim.
Yanılma yüzdelerim düşmeliydi.
Tekerim artık çamurlara saplanmamalıydı.
Yani “İsabet hassasiyeti”ni geliştirmeliydim.
…
“YA İSABET YA MUSİBET” cümlesi döküldü dilimden bu duruma yoğunlaştığımda.
Aynı kökten geliyorlar ama ayrı durumlara dönüşüyorlar.
İsabet yoksa musibet var.
Bedel ödüyorsun yani.
Ağır bedeller bunlar.
Kötülüklere bulanıyorsun.
Sıkıntı veren hallerin içine yuvarlanıyorsun.
Uğursuzluklarla cebelleşiyorsun.
Zarar görüyorsun.
Ziyana uğruyorsun.
Âfetler geliyor başına, baş etmekle zorlandığın.
Belalar sökün ediyor birbiri ardınca.
Azap içre azap…
Kısacası kendini hayatın kıyısında bulacak kadar uç durumlar yaşıyorsun.
“Alıp da başımı gitsem” diyorsun ama gidemiyorsun.
Ayrıca nereye gitsen başın seninle birlikte gelmiyor mu?
…
KUR’AN-I KERİM ile isabet edebiliriz ancak.
Mü’min değil miyiz?
Müslim değil miyiz?
Başka kaynak aramak gafletinden sıyrılmadığımız müddetçe isabet edemeyeceğimiz için daima musibete dûçar olacağız.
Acılar içinde kıvranacağız, şimdi olduğu gibi.
Bunun çaresi ise isabet ile musibet arasındaki ilişkiyi doğru çözümlemekten geçiyor.
Yüce kitabımızda on yerde musibet kelimesinin geçtiğini dikkate aldığımızda başka çaremiz de görünmüyor zaten.
Ya Selâm!
22.12.2022