UĞUR CANBOLAT
GÜN içinde nice duygu durumlara giriyoruz. Her birinde kalbimizin kulağına neler üfleniyor neler. Bunların iyicil olanı, hayrı işaret edeni olduğu gibi kötücül olup şerri hedeflememizi isteyenleri de var. Bu iki duygunun mahşeri durumunda ruhumuz. Bir bu taraf mesajını iletiyor bir diğer taraf. Burada söz konusu olan bizim hangisine itibar ettiğimizdir. Hangisini önemsiyor, ciddiye alıyor ve uygulanabilir bulduğumuzdur.
Bu üflemelerin hayır, güzel ve iyi olanı genellikle saf bir sadelikle geliyor. Katışıksız. Düz.
Kötü ve şer olanı ise cazip libaslara bürünüyor. Alımlı. Çeldirici. Cerbezeli. İkna etmek için kişiliğimizin neye yatkın olduğu dikkate alınıyor ve buna göre süslü anlatımlarla kalbimizin kayması sağlanıyor.
İşte tam burada bizim imanın nuruyla aldığımız duruş önem kazanıyor.
Yüce kitabımızdan aldığımız kanıta dayalı bilgiye mi itibar ediyoruz yoksa kulaktan duyma, öteden beri söylenegeldiği için kanıksadığımız ama sahih olup olmadığını hiç sorgulamadığımız peşin kabullerimize dayanan söylemlere mi değer verip itibar ediyoruz? İşte bütün mesele burada düğümleniyor.
…
YANLIŞA itibar etmeme esasen doğruya alan açıyor. Ona değer verilmesi lazım geldiğini işaret ediyor. Öncelik reddedilmesi gerekenlerde. İtibar edilmemesi lazım gelenlere değer atfetmemekte. Çünkü bu hem zihnimizin hem de kalbimizin “Mıntıka temizliği” anlamına geliyor. Alan temizliği Rabbimizin buyruklarına ve Efendimizin örnek uygulamalarına göre yapıldığında ise sıra artık onların tekrar içeriye girememesi için tüm karadelikleri tıkamaya geliyor tabi. Ama öncelik ıskalanmamalı “La Kılıcı” muhakkak çekilmelidir.
…
BU hususta diğer Nebilerimizin de tutumları önemli. Kur’an-ı Kerim’de yer alan peygamber kıssaları bize bunları veriyor. Sağlıklı bir psikolojik okuma yapabildiğimizde buradan hayatımıza kurtarıcı prensipler taşıyabileceğiz. İstenen de budur.
Nuh Nebimizden denizin olmadığı bir coğrafyada gemi yapılması istenince Allah’ın emrine itimat yerine ahalinin söylediklerine itibar edilseydi beklenen netice elde edilebilir miydi?
Buradan da anlıyoruz ki, kişisel duygu durumumuza göre iyicil ve kötücül yanımızın bize ilettiği mesajların yanı sıra şeytanın gönüllü elçilerinden de psikolojik baskılara maruz kalabiliyoruz. Yoğun çeldirici telkinlerine muhatap olmak zorunda olabiliyoruz. Aynı şekilde itibar etmememiz gereken söylemler renklendirilmiş başka kişiler tarafından mütemadiyen tekrar edildiğinde gücümüzü vahiyden ve Fahr-i Kâinat Efendimizin mübarek örnekliğinden almıyorsak altında kalmamız mukadder.
…
FARUK olma zorunluluğu burada devreye giriyor. Ayrıştırmayı doğru yapmamız gerekiyor. Çöplerin bile ayrıştırıldığı modern dünyamızda çöp olması gereken bilgi, duygu ve malumatlar açısından teyakkuz halinde bulunmamız imanımızın mühim bir gereği olarak karşımıza çıkıyor.
Neye itibar edip etmeyeceğimiz yeni tabir ile neleri kafaya takıp takmayacağımız mühim.
Ve bu bir kulluk hüneri. Pirî de Nebilerimiz.
…
İMAN dirayeti hepimiz için önemli. Bunun sosyal ve psikolojik alt yapısı gerekiyor ve burada da hiç şüphesiz bıkıp usanmadan kendimize söyleyeceğimiz şey, müminin evvela vahiyle olan sağlam bağları olmalıdır. İncelikli ve sadakate dayalı bir yol izlendiğinde sağlam ahlaka bize ulaştıracağı muhakkak.
İnanmış bir kalbi tüm şer güçler elbette etkilemek isteyecekler. Üzmeyi planlayacaklar. Türlü desiseler tertip edecekler. Netice alana kadar da asla vazgeçmeyecekler. O halde kafaya takmama sanatı diyebileceğimiz itibar etmeme hüneri konusunda kendi iç motivasyonumuzu takviye etmeliyiz.
Bu ise sağlam kanıt ile yani vahiy bilgisiyle olur.
…
KAFAYA takmama sanatı esasen duyarsızlık demek değildir. Tersine hakikate duyarlılık demektir.
Allah’ın emrine güvenme, O’na sığınma, çareyi ilahi emirlerde bulma duyarlılığıdır. Ki, Efendimizin Kur’an’a eksiksiz uyması ve onun âmili olması ile bizlere gösterdiği yol da bu değil midir?
İtibar etmeme sanatı diğer söyleyişle kafaya takmama özgürlüğü hımbıllık değildir. Görmezden gelmek anlamına gelmez. Tam tersine büyük bir mümin asaletiyle “Allah kuluna yetmez mi?” âyetine yaslanmaktır. Sevgili peygamberimiz üzüldüğünde, insanların söylediklerinden etkilenip kederlendiğinde Rabbimiz “… Biz biliyoruz ki onların söyledikleri seni üzüyor. Ama onlar seni değil, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar” buyurarak itibar etmemeyi talim ettirmedi mi?
…
AĞIZ dalaşına girmeye hiç gerek yok. Fikr-i sabit olanları ikna çabaları beyhude. Beşeriyet gereği üzülmekten kendimizi alamayıp itibar etmemeyi henüz başaramıyor olabiliriz. Kafaya takmama hususunda henüz istediğimiz mesafeyi alamamış bulunabiliriz. Tamam, zaten akış bu değil mi, hayat öyle ilerlemiyor mu? Öğrenme süreçleri biraz da düşe kalka değil mi? O zaman buna da gereğinden fazla itibar edip kafaya takmayacağız ve ayağa kalkıp istikrarla yürüyeceğiz. İşimiz kavga değildir. Cedel değil ceht ehli olmalıyız. Tüm gayretlerimize rağmen yine de sonuç alamamış olabiliriz. Böyle bir durumda yine Efendimiz üzerinde şu âyet imdadımıza yetişir: “Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzel bir ayrılışla ayrıl.” Kötülüğü en güzel şekilde savmak anlaşılıyor ki ona itibar etmemekten geçiyor. Yani marifetimiz vazifemizi yaptıktan sonra kafaya takmamak olmalıdır.
…
MESELE, işi bizim kalbimizde ve zihnimizde çözümlememizdir. Üzerinde veriye dayalı sahih bir düşünce geliştirerek ayrıntılandırmamızdır. Kaynağımızın ve örneğimizin yeniden farkına ciddiyetle varmamızdır. Kısa vadeli düşünmekten vazgeçip sebep ve sonuçlarıyla her konuyu enine boyuna muhasebe edebilecek bir enginliğe ve dirayete ulaşmaktır. Güzelliği, iyiliği, hayrı yani vahyi odak noktası yaparak olumsuz senaryoları bertaraf etmemizdir. Geçmişten ibret alarak sağlıklı analizlerle elde ettiğimiz verileri geleceğin anahtarı olarak kullanabilmemizdir.
Ezcümle, bu ve benzeri prensipleri kullanarak itibar etmeme yani kafaya takmama hüneri kazanabilmemizdir. Kolay mı, değil ama mümkün. Çünkü vahyin talebesiyiz.
Ya Selam!
14.05.2025