UĞUR CANBOLAT
HAFIZ-I KUR’AN idi.
Zorlu köy şartlarından kopup gelerek kasabanın camisine sığınmış ve bir daha da geri dönmemişti.
Günlerce caminin kuytu yerlerinde yatıp kalkarak ısrarını hocalara gösterdiğinden ilgilenmeye değer gördükleri için diğer öğrenciler epeyce mesafe aldıkları halde onu da kabul ettiler.
Heves değildi ondaki, istekti. Hem de öyle böyle değil ısrarlı ve kararlı bir istek.
İlk başlarda hocaları çok şans vermemişler bir sezon sonra bırakıp gider diye düşünmüşlerdi ama öyle olmamıştı. Kısa sürede önce gelen talebelerle arasındaki açığı kapatmış artık onlardan birkaç sayfa bile önden gidiyordu.
Önceden hocalarına verdiği dersleri pişiriyor ham olarak aldığı sayfaları da onlara eşitliyordu neredeyse. Dolayısıyla neredeyse tüm ezberleri pişmiş gibiydi.
Zamanla hocalarının fikri değişti. Tutumları da tabi.
Artık ona daha fazla ihtimam gösteriyorlar, üzerine düşüyorlar ve koşulları rahatlatmaya çalışıyorlardı.
Giderek kendisiyle gururlanacakları, diğer kurslardaki öğrencilerden daha fazla başarı elde etmesini sağlayarak önde olmak istiyorlardı. İstedikleri de olmuştu gerçekten.
Genellikle iki yıl kadar süren hafızlık sürecini o bir yılda tamam etmeyi başarmıştı.
Üstelik sanki bir “Kurra Hafız” gibi nereden sorarlarsa sorsunlar, ne şekilde imtihan ederlerse etsinler hiç teklemeden cevap veriyordu.
Yanılmadılar. Sınavda üstün başarı göstermişti.
Ardından durmamış kurra olmak yolunda ilerlemiş buna da muvaffak olmuş hatta sonrasında da kıraat konusunda eğitim alarak bu alanda uzmanlaşmıştı.
…
EĞİTMENLİK yaptı, yıllarca. Hem hafızlar yetiştirdi hem de kıraat dersleri verdi. Bu alanda tanınan, bilinen hocalar arasına girdi. Ama kendisi, kendisinden memnun değildi.
Sürekli kendisini eksik görüyor zaman zaman sistemi sorguluyor farklı bir arayışa giriyordu.
…
EZBERLEDİKLERİNİ yeterince bilmemenin altında eziliyordu.
Nereden sorulursa cevap veriyor olmak, öğrencilerini de bu şekilde yetiştiriyor olmayı kafi görmüyordu. Bir eksiklik vardı.
…
KELİMELERE yöneldi.
Onlara aşina olabilmek için daha evvel hiç aklına gelmeyen düşünceler geliştirdi.
Arapça lügatler edindi. Türkçeye çevrilmiş olanları da temin etti.
Gece sabahlara varıncaya kadar kelime ve kavram çalışmaya başladı.
Öğrendikleri üzerinden Kur’an-ı Kerim’i incelemeye, âyetleri tek tek ele almaya başladı.
Dil ve gramerin inceliklerine vakıf olmaya gayret gösterdi. Bu dışarıdan bakıldığı zaman elbette sevinilecek, kutlanacak bir gayretti ancak kendisi tam tersini hissediyordu. Hatta üzüntüsünden günlerce ağzını bıçak açmıyordu. Eşi ve evlatları bir ara acaba hastamı düşüncesine bile kapılmışlardı.
…
KURALLARI uygulayarak âyetleri anlamaya çalıştığında daha evvel oluşturduğu müktesebatla hiç alakası olmayan anlamlara ulaşıyordu. Acaba yanlış mı hatırladım diyerek kütüphanesinin mühim bir bölümünü işgal eden onlarca meal ve tefsirlere müracaat ediyordu ama bu acısını dindirmek yerine daha da arttırıyordu.
Kendisinden binlerce kez kuralları daha iyi bilen bu meşhur uzmanların verdikleri manalar karşısında neredeyse küçük dilini yutacak gibi oluyor ve halsiz kalıyordu kendisiyle yaptığı mücadeleden.
Kurallar ortadaydı. Koca koca külliyatlar oluşturulmuştu. Ve bunlar okutuluyordu.
Peki, ama neden bu kurallara uyulmuyor, ilkesiz davranılarak geçmiş zamana şimdiki veya gelecek zaman anlamı veriliyordu. İsimler fiile, fiiller isme dönüştürüyordu. Kelimelerin farklılığı mananın farklılığına delalet eder ilkesi bilindiği halde yüce kitabımızda geçen nüanslar içeren farklı kelimeler tek anlama hapsediliyordu.
Bunları paylaşabileceği, kendisini yanlış anlamayacak insanların az oluşu da onu yalnızlaştırıyordu.
…
UZUN bir aradan sonra karşılaştığımızda sanki ihtiyarlayıp kamburlaşmıştı.
Keder içinde yüzüyordu. Alın çizgileri kalınlaşmış gözleri yuvasına kaçmış gibiydi.
Bir süre sonra yanımıza gelip oturanlarla tanıştırmak için “Hafız Mustafa Efendi” diyerek takdim ettim. Hemen itiraz etti ve “Ben artık kelimelerin hafızı olmaya çalışan bir müptediyim” dedi.
“Bu ne demek şimdi?” diye itiraz ettiğimdeyse “Artık kelimelerin muhafızıyım. Onların hafızı olmaya çalışıyorum. Muhafaza etmek yani hıfzetmek bir şeyin aslını bozmadan, ekleme çıkarma yapmadan, eksiltmeden, süslemeden, ilgili ilmin kurallarına, prensiplerine göre sabitlenmiş anlamları keyfince değiştirmeden korumaktır. Ben artık bu kelimelerin anlamlarının hafızı olmaya çalışıyorum” dedi.
…
MESELE basit değildir Erenler.
Aksine çok mühimdir zira bilgimizi temellendirmektedir. Hatta inanç ve ibadet hayatımızı derinden ilgilendirmektedir. Ben dinleyince hak verdim zira benzer anlam farklılaşmasıyla yüz yüze kaldığım durumlar olmuştu. Şu an bende hayıflanıyor ve geç kaldığımı düşünüyorum.
İnşallah siz böyle değilsinizdir.
Ya Selâm!
25.09.2024