Kitap ve Kalem Benim için Su ve Ekmek Gibi

Yıllar önce alanında ilk olan Dr. Haluk Nurbaki Hocanın “İslâm Anneleri” Konferanslarını İstanbul’da düzenlemiştim. Alaka çok şaşırtıcı boyutlardaydı. Nurbaki Hoca önemli bir açığa işaret etmişti. O tarihten sonra bu alanda kalem oynatan yazarları takibe aldım. Nurdan Damla bu alanda yazan güçlü ve dikkatli bir kalemdi. Yazdıklarını ilgiyle takip ettim.

Bugün sizler için yazı alanının pek çok sahasında önemli ürünler veren yazar Nurdan Damla ile gerçekleştirdiğim yazım süreçlerini irdeleyen röportajı sunuyorum.

UĞUR CANBOLAT

———————–

Yazmaya erken dönemlerde mi başladınız?

-Çok çok erken bir dönemde başladım efendim. Benim kalemle tanışıklığım, dostluğum, sırdaşlığım on üç yaşında başladı. İnancı uğruna pek çok haktan mahrum bırakılmış bir talebe olarak zor dönemlerden geçtik. Eğitim haklarımızın elimizden alındığı karanlık ve kronik bir dönemdi.  Siz eğer böyle bir dönemde okuma öğrenme aşkıyla dolu bir insansanız hayatınızın en kritik günlerini yaşarsınız. Öylesine çaresizlik ve eylemsizlik dönemi içinde beni hayata sıkı sıkıya rapteden muhteşem bir eylemdi yazmak. O yasak ve engellenmeye karşı verilen bir hak arayışı ya da eksilmeme tutkusu denebilir belki de. İrfan ocağı bir yuvada büyüdüm çok şükür. Evimizde hemen her yazarın kitabı vardı ve özellikle İslam klasikleriyle başladım. Bunun yanı sıra Türk edebiyatı, Batı Klasikleri ve Rus edebiyatı hakkında bir hayli kitap okudum. Okumak hayatımın olmazsa olmazıydı. Kalem ve kitap ekmek su gibi en büyük ihtiyaçtı benim için. Sahip olduğunuz değerlere sadakatle ve gönül bağıyla tutkuluysanız üstelik gayrete ve çabaya da tutunduysanız eğer başarı mutlaka size kapılarını açıyor. Tam da öyle bir süreçten geçtim.

İlk ürün neydi ve nerede yayınlandı?

-İlk romanımı on altı yaşında yazmıştım. ‘Dava Çilesi’ isimli üç yüz sayfalık bir roman çalışmasıydı. Adından da anlaşılacağı üzere oldukça idealist bir fikir romanıydı. Çok emek ve büyük çabalarla yazmıştım. Eğitim hakları elinden alınmış terütaze bir genç kızın yürek sancılarıydı. Ancak çalışmam basılmak üzere gönderdiğim yayınevinde kayboldu. Bu çok büyük yıkımdı benim için. Ancak yılmadım. İçimdeki yazmak tutkusu yılgınlığa izin vermiyordu. Yazmak yazmak daha çok daha derin daha etkili yazmak tutkusuyla gece gündüz kalem işçiliği yapıyordum. Bazı gazete ve dergilere köşe yazıları şiirler hikâyeler yazdım. Zaman zaman ödüller ve teşvikler kalemime güç verdi ve beni köklerimden besledi. Ve bir ömür boyu süregelen yazma eyleminin içine girdim. Gerçekten de marifet iltifata tabi imiş. Bu minvalde yol aldım. Dergilere gazetelere yayınevlerine sürekli olarak hikâyeler şiirler köşe yazıları yazıp gönderdim. İlk şiirim bir gazete köşesinde çıktığında sevinçten ağlamıştım. Zor zahmetli ama bir o kadar heyecanlı ve coşkulu bir gençlik dönemiydi benimki. Sürekli yazma mücadelesiyle hemhal bir genç kız ve etrafında oluşan devasa engelleri kalemiyle aşmaya çalışan masum bir çabaydı. Hasbelkader bugün o çabanın ve çilenin çiçeklerini deriyorum. Zaman zaman ödüller ve teşvikler kalemime güç verdi ve beni köklerimden besledi. Ve bir ömür boyu süregelen yazma eyleminin içine girdim.

Bir fikrin veya duygunun kendisini şiir, deneme, makale veya hikâye olarak yazdırması nasıl oluyor? Bu sizin kesin bir tercihiniz mi yoksa başka saikler de var mı?

-Yazma eyleminin merkezinde iyi bir bilgi birikimi kadar gözlem yeteneği de çok önemlidir. Söz gelimi karşısındaki size bir şey anlatıyordur siz o olayın geri planını, geçmişini, geleceğini, o anki halini tahayyül edip hissedebiliyorsunuz. Sizi çok etkileyen bir olay karşınızdakine sıradan geliyorsa orada ayrılıyorsunuz. Güneşin doğuşu kâinatın faaliyet anından izdüşümleri verirken size sizi heyecanlandırırken kimisi için çok olağan ve sıran bir olay olabiliyor. Bir çiçeğin çanak kökünden tutun yaprakları, renkleri, tohumları tek tek özenli seçilip sizin için dürülüp gönderilmişse bu her yüreği heyecanlandırmalı. Hiç unutmam on sekiz yaşındayken bir çiçeği inceleyerek ağlamıştım da kardeşim bana gülmüştü. Böyle bir şey yazarlık. His, hayal, fikir, düşünce armonisinde renkli dünyalarda seyahat etmek. Ama bu seyahatte ayaklarınız da yere değecek. Sorumluluklarınızı aksatmadan, hayatın akışını bozmadan, o güzel dünyayı da zedeletmeden yürümek zorundasınız. Bu bazen bir şiir mısraı olur bazen bir roman tasviri bazen de nesir tarzında gelir. Ama o hisler ve renkler dünyasında dolaşmadan incelikleri yakalamadan hissettiremiyorsunuz.  Hayatımın bütün kareleri bu farklı çarşılarda tefekkür yolculukları yapmakla geçti çok şükür. Hayatın tam içinden, merkezinden ve özünden buketler derdim hep. Farklı bir hal oluşuyor o anda.  Koca Akif’in dediği gibi:

 Ağlarım, ağlatamam; hissederim söyleyemem / Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

Halen tiyatro yazmayı sürdürüyor musunuz?

-Tiyatro hayatın etkili bir penceresiydi bana göre. Görsel, duysal ve fikirsel olarak insanı kendi fikir ve ruh kuşağınızda tutabilmeniz harika bir eylem. Bu sebeple tiyatroyu çok sevdim ben. Pek çok oyun yazdım, sahneledim. Ama zaman fukarasıyız. Farklı alanlardaki özellikle de biyografik çalışmaların yoğunluğu buna imkân tanımadı ne yazık ki. Ama zihnimin bir köşesinde hep o tempolu eylem duruyor. 

Hareketli gençlik yılları demek ki…

-Evet. Bizim gençliğimiz dava gençliğiydi. En sıradan insanın bile kendine has bir fikri, bir mefkûresi vardı. İnsanlar davası, fikri, ideali için hayatını feda edebilip en değerli özellerinden vazgeçebiliyorlardı. Söz gelimi basit, sıradan bir vatandaş bile evleneceği adayın fikrine göre karar verirdi. Sizin anlayacağınız hayat memat meselesiydi dava. Davası uğruna hayatı hiçe sayan, göz kırpmadan her şeyi feda eden bir gençlik furyasıydı bizimki.

Bugünler pek öyle değil ama…

-Maalesef. Bu günlerde o eski gençliği ve o gençleri çok özlüyorum. Kişisel ve nefsi değildi hiçbir şey.  İnandığınız savunduğunuz yaşadığınız fikri yaşamak, yazmak ve yaymak hayatın bir parçasıydı. Hal böyle olunca da yazmak sizin için etkili bir eylem oluyor.  Şimdilerde ideallerin yerini şahsilik aldığı için bu günkü gençliğe bunu anlatamazsınız. Biz o serdengeçtiler silsilesinin içinden geldik çok şükür. O günlerden gelen bir eylemdi bu. Ama sürdürebilirlik noktasında başarısız oldum ne yazık ki.

Kendinizde rol almış mıydınız oyunlarınızda?

– ‘Bir Katre Serap’ isimli çalışmasında yer aldığımı hatırlıyorum. Çok zevkli, renkli heyecanlı günlerdi. Gençlerle çalışmak çok harikaydı. Nasip olursa yeniden o eylemin içime girmek isterim ama şimdilik bu çok kolay görünmüyor.

Daha çok çocuk üzerine yazıyorsunuz diyebilir misiniz?

-Diyemeyiz çünkü hasbelkader Nurdan DAMLA yedi yetmiş her kesimden, seviyeden okuyucusu olan bir yazar.  İmza günlerinde okul öncesi çağından tutun yeni yetme gençler, erişkinler, yedisini yetmişini aşmış dedeler ninelerle de muhatap oluyorum. Biyografi romanlarımın okur kitlesi de bir hayli fazla. En az çocuk kadar diyebilirim. 

Çocuklar için yazmak daha zorlayıcı olsa gerek…

-Evet. Çocuk için yazmak büyük mesuliyet ve ihtimam gerektiriyor. Sosyal medyanın bombardımanı altında ruhen aklen ve kalben sürekli oklara hedef olan evlatlarımıza hizmet vermek en büyük hedefimiz olmalı. Gelecek nesiller geçmiş nesillerden çok daha ilerde olmalı.  Önümüzde Z kuşağı gibi kafası iyi çalışan, özgürlüğüne çok düşkün ve keyifçi bir nesil var. Hz. Ali r.a. dediği gibi “Evlatlarımızı bizim çağımıza göre değil onların çağına göre eğitmek” zorundayız. Çağın teknolojisini yakalamak ve o dille çocukların dünyasına girmek zorundayız. Bu çok keyifli ama bir o kadar zahmetli ve mesuliyetli bir iş. Fakat terütaze yavruların dünyasına güzel tohumlar ekmek gibi muhteşem bir duygu olduğu için çocuk yazarlığı çok önemli benim için.

Okuyucu buluşmaları yapıyor musunuz?

-Elbette. Zaman zaman okullara gidiyorum. O güzel yüreklerin heyecanını yüreğimde hissediyorum. O kadar temiz o kadar masum dünyaları var ki o müstesna dünyaların zedelenmesine ve kararmasına gönlüm razı olmuyor. O sebeple çocuk için yazmayı bırakmayı asla düşünmüyorum. Çok büyük bir mesuliyet ve keyif benim için. Çocuk için yazan arkadaşlarımı da tebrik ediyorum. Rabbim yolumuzu açsın ve kalemimize güç versin inşallah. 

Mübarek annelerimizin hayatlarını romanlaştırma fikri nasıl doğdu, nasıl gelişti zihninizde?

-Onlar müminlerin anneleri malumu âliniz. Yüce Kelamda Rabbimiz “Peygamber müminlere kendilerinden daha yakındır, eşleri de onların anneleridir” buyuruyor. Hal böyle olunca da annelerimizi yakinen tanıma arzusu belirdi içimde. Onlar kimlerdi? Nasıl şahsiyetlerdi? Nasıl yaşadılar ki Rabbimiz bizleri anne, Habibine eş ve evlat tayin etti. O merak duygusuyla araştırmalarım başladı. Kaynaklarda pek çok ayrıntı saklıydı. Efendimiz (sav) hakkında pek çok detay var orada. Onun yakınındaki kadınları tanımak ve modellemek durumundaydık. Onları yakaladıkça ilgim ve merakım arttı. Daha çok araştırıp bulma sevdasıyla yola çıktım, iyi ki de çıkmışım. Bu beni çok farklı dünyalara ve ufuklara taşıdı elhamdülillah. İslam’da kadına verilen değerin ve biçilen rolün farkına varmak bana çok iyi geldi. Ve kadın kimliğinin ne kadar önemli ve kıymetli olduğunu hissetmek beni mutlu etti. Hz. Hatice’nin şefkati, muhabbeti ve fedakarlığı beni cezbetti.

Merhum Necip Fazıl’ın şu mısraları geldi aklıma;

Hatice’nin evi Nura karargâh… / Bu evde en büyük çifti dünyanın, Bu evde gerçeği sadık rüyanın.

Hatice, Hatice, büyük ve temiz; / Öz anneden daha aziz annemiz…

Memleketimiz mümtaz ilim ve gönül insanlarından Dr. Haluk Nur Baki’nin “Nurdan Anneler” kitabını görmüş müydünüz Damla Yayınları arasında çıkan?

-Evet, büyük tevafuk var orada. Rahmetli Nurdaki annelerimize âşık bir yürekti. O aşk dem ve damarlarına öyle işlemiş ki güzel eserler koydu ortaya. Bu konuyla alakalı farklı bir olay yaşadım hiç unutmam. Hz. Hatice kitabım ilk basıldığında Konya’da Şems türbesine gitmiştim. Orada meslektaşım İngiliz asıllı Rabia Brodbeck ile karşılaştım. Benim elimde Hz. Hatice onun elinde Nurdan Anneler kitabıyla kucaklaştık. Bana o şirin Türkçesiyle dedi ki “Nurdan Hanım bir şey dikkatinizi çekti mi? Bak sen Nurdan bu Nurdan Anneler. Sen Damla bu Damla Kitabevi. İkinizde annelerimize âşıksınız. Demek siz Haluk Nurbaki’den devraldınız bu işi.  Çok etkilenmiştim. Ve hiç unutamıyorum o anı.

Yüce annelerimizin hayatlarını romanlaştırmaya başlamanız bir proje ve sıralama ile mi başladı?

-Hayır, kesinlikle değil. Akışı kendi belirledi her eser. Hiç aklımda olmayan isimler çıktı mesela. Kendi arzumla seçip yazdığım Hz. HATİCE annemizdi. Diğerleri okuyucu talebiyle gerçekleşti. Hz. Zeyneb’i hukuk öğrencisi Zeynep isimli bir kızımız ısrarla talep etti mesela. Belkıs romanı o dönemi ve ihtişamı merak eden bir arkadaş grubu belirledi. Diğerleri de öyle, okuyucunun yoğun talebi ve ihtiyacı üzerine kaleme aldım.

Ne kadar sürede çıkıyor bu eserler kaleminizden?

-Her bir çalışmam yıllarımı aldı. Hz. Hatice altı, Hz. Aişe sekiz, Hz. Fatıma üç, diğerleri de her bir en az üç yılımı aldılar. Okuma doküman toplama, derleme, düzenleme, yazma, ayıklama, kronolojik sıraya koyma bir hayli vakit alıyor. Ama ömrüm feda olsun.

Bir kalem ehli insan olarak yüce annelerimizi yazmak ile muhayyilenizde kurguladığınız başka bir 

roman yazmak arasında size göre ne gibi farklar var veya olmalı?

-Çok büyük farklar var tabi ki. Her şeyden önce bir kere ilikleri titreten mesuliyet duygusu var. Bilmediğimiz, görmediğimiz, yaşamadığınız bir dönemi sadece kaynaklar üzerinden ayrıntılarıyla resmetmeye çalışıyorsunuz ve elimize çok fazla veri yok. Âdeta bir dalgıç gibi yüzyılların isi, tozu, dumanı arasından elmas arıyorsunuz. Bir kelime, bir cümle, bir harfle büyük hatalara düşebilir. İndi İlahide sizi yükümlü kılabilir. Bir okuyucum o dönemin koku kültürünü anlatan paragrafı alarak koku üretmiş satıyor dedi mesela. Üstelik bu şu annemizin kokusu vs. diyor. Burada büyük mesuliyet var. Ama bu konuda önemli ilahiyat otoritelerinden fetva aldım. Kaynaklardan ayrılmamak şartıyla kurgu yapabilirsin, dediler. O minval üzere yol alıyorum. Öte yandan nazara vermek istediğim güzel kokuya olan düşkünlüğü resmetmekte ama insanlar birebir öyle sanarak işi netleştirmişler. Bunun gibi mesela. Zor, zahmetli ve çok mesuliyetli bir kalem işçiliğindeyim, neticede o dönemi sıkmadan okutabilmek için yazarın hayal ve his dünyası devreye giriyor. Hayalinizi sınırlamak, ölçülendirmek, gerçeği incitmemek adına büyük çile ve büyük mesuliyettir bu. Rabbim yardım etsin inşallah 

Kaleme almaya başlamadan nasıl bir malzeme toplama çalışması yapıyorsunuz?

-Tabii ki çok detaylı bir okuma süreci başlıyor. Konu hakkında yazılmış tüm verileri elde edip tek tek inceliyorum. Sonrasında konulara göre tasnif edip doğruluk araştırmasına giriyorum. Salih olup olmayan kaynakları tarayarak doğru bilgiye ulaşmaya çalışıyorum. Bu bir hayli vakit alıyor tabii ki. Yer ve mekân bilgisine de genellikle görsel olarak ulaşıyorum. Bu konuda olayın geçtiği yerleri gidip görmek gibi bir aşama gerekiyor. Sonrasında kolları sıvayarak yazma sürecine gidiyorum. Sancılı bir süreç tabi ki. Geceler, günler, anlar, dakikalar içime geçiyor. Başka bir dünya, başka bir boyut âdeta. Bununla birlikte hayatın normal akışını da aksatmamak durumundasınız. Çünkü benim hem eşlik hem annelik hem de toplumsal sahada görevlerim var. Her birini titizlikle yürütmeye çalışıyorum. Bu çok yorucu olsa da sonuç itibariyle eseri alıp bağrınıza bastıktan sonra çocuğuna kavuşmuş anne heyecanıyla her şeyi umuyorsunuz. Kısacası ben bir anaç yazarım. Eserim benim yavrum ve eser doğduktan sonra tüm sancıları unutuyor, muhteşem güzellikler yaşıyorum çok şükür.

Elde ettiğiniz bilgiler ve o dönem ilgili annemizle arkadaşlık yapmış olanların arasına romanın 

akışına göre hayali şahsiyetler de yer alıyor mu?

-Malumu âliniz bu biyografik bir çalışma. Ben ise bir romancı olarak akıcılığı sağlamak adına yer yer kurgu yapmak zorundayım. Ana dokuyu bozmadan o dönem hikayesi olan cariyeler, köleler ara ara devreye giriyor ve hakikati incitmeden, bozmadan rutin akışta aktif rol alıyorlar Bunu sağlamazsanız roman okunmaz. Düz bir yazı metni gibi heyecansız coşkunuz bir sürece girersiniz ki okuyucu sıkılır ve bırakır. 

Hz. Hatice ilkti. Hz. Aişe, Hz. Fatıma, Hz. Zeynep, Hz. Meryem ve Sebe Kraliçesi Belkıs’ın romanları yazıldı. Eserler okuyucuyla hangi sıralama ile buluşmuştu?

-İlk olarak ümmetin annesi, anneler annesi, annemiz Hz. Hatice’yi kaleme aldım. Sonrasında ise sırlama şöyle geldi.  Hz. Zeyneb, Hz. Fatıma, Hz. Belkıs, Hz. Meryem ve Hz. Aişe E geldi. Rabbim şefaatlerine eriştirsin hepimizi inşallah.

İlk romanın yayını öncesinde muhakkak heyecan vardır ama tedirginlik duygusu da yaşadınız mı?

-Tedirginlik hep var. Zaten yapı olarak tedirgin bir yapım vardır. Kaldı ki ümmetin annelerini yazıyorsunuz. Çağlar’ın isi, tozu, dumanı arasından o döneme gidiyorsunuz, çağlar ötesine mercek tutmaya çalışıyorsunuz. Bu çok mesuliyetli bir süreç. Bu kitaplarla binlerce kişi annelerimizi tanıdı, sevdi, modelleri çok şükür. Eşliğin, anneliğin, arkadaşlığın, dostluğun kısacası insanlığın rol modellerini anlamak, tanımak, sevmek okuyucunun çok hoşuna gidiyor.

Sosyal buluşmalarınızda etkisini ölçebildiniz mi?

-Evet. Annelerimizi tanıdıktan sonra evliliğini iyileştiren, hayata bakışını değiştiren pek çok insanla karşılaştım. Bu konuda çok örneklerini gördüm. Hatalarımız varsa Rabbimizin VEDUD ve Rahman ismine sığındık, çünkü o kullarını çok seven ve çok bağışlayandır. Biz de O’nun Habibini çok sevdik ve onun yakınındaki annelerimizi çok sevdik ve onları hatırlatmak istiyoruz. Onları bugüne taşımak her ne kadar vebali olsa da hatırlamak, modellemek durumundayız. İslam kadını profilini onlar üzerinden seyretmek, anlatmak ve resmetmek çivisi çıkmış şu ahir zamanda çok elzem ve gerekli diye düşünüyorum. Başka yolunuz yok çünkü.

Annelerimizin roman serisinin ilki Hz. Hatice kitabına okuyucunun teveccühü nasıl oldu?

-Okuyucunun çok merak ettiği isimler bunlar. Kolay kolay kimsenin yazmaya cesaret edemediği isimler. Mayınlı tarla adeta. Ama biz cahil cesaretimizle kolları sıvadık. İyi ki de sıvamışız.  Bugün Efendimizin (sav) hane-i saadetine özenen modelleyen, sorular soran, araştıran bir kitle var. İlk kitap kısa süre içinde on binler basıldı. Şu an son baskısı seksen bine ulaşıyor çok şükür. 

Uyarıcı ve yönlendirici oluyor mu okuyucu katkısı?

-Yönlendirici demeyim de uyarıcı ve irdeleyici nitelikte ara ara mailler ve mesajlar alıyorum. Okuyucu bu konuda çok dikkatlidir. Özellikle benim okur kitlem çok okuyan ve araştıran eğitimli bir kesim. Kılı kırk yaran ve en ufak hatayı affetmeyen bir kitle olduğu için kendimi bahtiyar addediyorum. Hep birlikte irdeleyip araştırıp öğreniyoruz. Bu benim için önemli bir kazanımdır. 

“Kalbim Sana Emanet” kitabının ana mesajı neydi okuyucuya?

-Kısa ce öz hikâyelerle doğrular silsilesini hatırlatmaya çalıştık. Uzun kitaplar okumayı sevmeyen ve zaman fukarası olan günümüz insanına uçakta, trende, vapurda elinden düşürmeyeceği ince bir kitap ‘Sev Dedi Mevla’. Hayatın keşmekeşi içinde Allah için sevmeyi unuttuğumuz şu sor zamanlarda okuyucuya bir nefes aldırmak. Dünyanın o kadar da kötü bir yer olmadığını, geliş gayemizin güzelliğini, doğruların zaferini ve şerefli öyküsünü anlattık. Umarım sevmeyi unutmuş mekanikleşmiş zihin dünyamıza sıcak bir katkı olmuştur. 

Cennete çocuklar kadar yetişkinler de meraklıdır diyebilir miyiz?

-Elbette. İlk çocuk kitabım olan Cennet temalı kitabın okuru çocuktan çok büyükler oldu. Geçenlerde bir telefon aldım. “Nurdan Hanım ben çocukken sizin cennet kitabınızı okudum. Şimdi evlendim, çocuğum oldu ve o kitabınızı okutmak işitiyorum, nerden bulabilirim” demişti bu çok hoşuma gitmişti. Yeni bir nesil büyüdü ikinci kuşak o kitapla cenneti tanımak istiyor. İnsanların çok merak ettiği bir konudur Cennet. ‘Cennet Nasıl Bir Yer’ kısa süre içinde çok daha genişletilmiş olarak okuyucuyla buluşacak inşallah. Bunu ilk kez sizin aracılığınızla duyuruyorum.

 Dünya dillerine çevrilen kitaplarınız var. Bu sizde sorumluluk kaygısına sebep oluyor mu?

-Evet, ‘365 Günde Sevgili Peygamberim’ isimli Timaş yayınlarından çıkan eserim otuz dile çevrildi. Serinin diğer kitaplarına da çeviriler yapılıyor şu an. Bu bana mutluluk veriyor. Bir arkadaşımız Moğolistan’a yardım gönüllüsü olarak gittiğinde bu kitabımı orada bir mescitte görmüş. Dünyanın en uzak yerlerine kadar ulaşmış bu eser. Bilmediğim, tanımadığım, görmediğim dünya çocuklarının elinde, gönlünde ve aklında. Bu bana büyük huzur veriyor. Romanlarımda da çeviriler başladı.  Zaman zaman kaygılanmıyor değilim. Bilmeden hatayla yapmış olabileceğiniz bir cümle bir kelime çok farklı yerlere gidebilir. Bu oldukça büyük bir mesuliyet.  Hem duygulanıyorsunuz hem seviniyorsunuz hem korkuyorsunuz. Bir hata olursa mesul olurum diye.  Ama niyetimiz halis olduğu için Rabbimizin rahmetinden umutluyuz inşallah. İndi ilahisinde bu hizmetimizi eksiğiyle kusuruyla kabul eder inşallah. Niyet hayır olunca akıbet de hayır olur diyoruz. Kusurlarımızı setretsin iyiliklerimizi neşreylesin inşallah.

Son çalışmanız nedir?

-Damla Yayınlarından ‘Sevgi Güneşim Peygamberim’ isimli eserimiz yeni çıktı. Bunun yanı sıra ‘Dünya Çocukları Peygamberimizi Tanıyor’ çalışmamız yeni baskısı ve yeni vizyonuyla Timaş yayınlarından piyasaya sürüldü. Umarım bahtları açık olur. Yazar için her kitap yeni doğmuş çocuğudur. Titizlikle üzerine eğiliyor insan. Ben de siz değerli basın mensubu arkadaşımdan ve kıymetli okurlarımdan yeni neslin ahlaki erozyondan daha az etkilenmesi adına bu eserlere desteğinizi rica ediyorum. Metin Özdamar isimli değerli meslektaşım Türkiye’nin en ücra yerlerine bu eserleri alıp gönderiyor. Bunu hepimiz yapabilsek keşke. İşte o zaman bu ülke gül gülistan olur. Bu konuda gerçekten hepimiz mesulüz. Hayra ve güzele meftun olan insanların biri birini desteklemesi ve arkasında durması çok kıymetli. Bu minvalde siz değerli meslektaşıma da teşekkürü borç biliyorum. Sesimizi duyurma adına güzel destekleriniz bizi memnun ve mütehassis etti. Nice güzel eserlerde buluşmak dilek ve duasıyla… 

25.09.2024

https://www.istiklal.com.tr/islam-anneleri-romancisi-nurdan-damla-kitap-ve-kalem-benim-icin-su-ve-ekmek-gibi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir