UĞUR CANBOLAT
AHLÂK-I HASENE erleri “Küberâ” takıntısından kurtulmuşlardır.
Bu önemli bir ayak bağıdır.
Yol kesicidir.
Yoksa bu güzel ahlak yolunda yürüyemezler.
Mesafe alamazlar.
Bu sebeple ne kendilerini büyütüp ululaştırırlar ne de başkalarına bu kötülüğü yaparlar.
Kulluğun ortak elbisesini giyinerek tevazu ile hayatlarını hakikat üzere yaşayıp giderler.
Saygı hususunda nasipten yoksun mu olurlar peki? Hayır.
Evvela kendilerine saygılıdırlar.
Öz saygılarını kaybettiklerinde yakalandıkları değersizlik illetinin onlara başkalarını büyütüp yüceltme tuzağına düşüreceklerini çok iyi bilirler.
Bu ise Rabbimizin onlara bahşettiği izzet ve vakarı anlamadıkları anlamına gelir.
Evrenin aziz ve kutlu misafiri oldukları bilincinden aşağıya çekip düşürür.
Kulluğu bırakıp köleliğe rıza göstermek demektir.
Bu ise insan olarak yaratılma lütfuna karşı şükrü kaybetmiş olmaktır.
Nimete nankörlüktür.
Kendisine karşı bu şuura ulaşan bilinçli ve kalbi uyanık bir güzel ahlak yolcusu diğerine karşı gereğinden fazla yüceltmeyi aynı şekilde saygı sınırlarını aşmak olarak değerlendirir.
Zira onu kulluğun dışına itmiş olur, yanlışa daha fazla girmesinin kapısını aralar.
Tüm bu gerekçelerle daima dengede olma hassasiyetini geliştirip sürdürür.
Allah’ın emirlerini, Kur’an-ı Kerim’in buyruklarını, bunları en kâmil şekilde uygulamaya koyup bizlere örnek olan Sevgili Peygamberimizin yaşayışını zamanı geçmiş prensipler olarak görüp küçümseyenler bunu hangi cümle cambazlıklarıyla yaparlarsa yapsınlar büyüklenme hastalığının pençesine düşmüşlerdir.
Bu vartaya müşrikler atalarını, babalarını misal vererek düşmüşlerdi.
Kabile büyüklerinin, reislerinin, yaşlılarının ve ulularının yani “Küberâ”sının ne dediğini Allah’ın sözünden yukarıda tutmuşlar onlara uyacaklarını deklere etmişlerdi.
Kulluk etmeyi kendilerine yedirememişlerdi.
Böylece kibri sebebiyle büyüklük taslayarak ilk kâfir olan İblis’in dostu olmuşlardı.
Şimdiki zamanın kendini hakikate uyanmış sanan bazı kişileri ise geldikleri güya bazı mânevî makamlar sebebiyle zahir saydıkları ibadet sorumluluklarının üzerlerinden alınmış olduğunu söyleyerek aynı kibir postuna bürünüyorlar.
Yüce kitabımızdan Sevgili Nebi’mizin kulluk çizgisi ve bilinci üzere yaşadığını gösteren âyetler kendilerine sunulduğunda ise onlar da “Küberâ”ya yani kendilerince ulu saydıkları ve isimlerinin önüne onlarca sıfat yüklemeleri yaptıkları kişilerin söylemlerini öne sürüyorlar.
Yani vahyin karşısına kendi mânevî atalarının, babalarının, büyüklerinin sözlerini, yorumlarını, tevillerini getiriyorlar.
Ey hakikat yolunun büyüklenmeyen ve Sevgili Peygamberimizin izinden giden izzetli yolcusu!
Bu kuyuya düşmemelisin.
Kur’an’da neden kbr kökünden gelen “Küberâ” kelimesinin “İstekbera”, Mütekebbirin”, “Müstekberun”, “Tekebbür”, “Kibir”, “Kübera” şeklinde değişik biçimlerde yetmiş iki yerde kullanıldığına kafa yormalısın.
Bilmelisin ki; büyük olan, azametli olan, yücelik sahibi olan Allah’tır. O, El-Kebir’dir.
Yüksek erdemliler gibi güzel ahlak yolunda mesafe alıp idrakini arttırmak istiyorsan ne kendini ne de başkalarını olduğundan yukarıya doğru yüceltmemelisin.
Kulluğun zirvesi olan Sevgili Peygamberimizin muhteşem örnekliği ile önümüzde duran hayatı neyine yetmiyor ki, başka makamlar, yücelikler arıyorsun!
Küberâ değil udebâ yani edeplilerden olmalısın.
02.06.2023