Maarif Platformu bu alanda yoğun çalışıyor. Çağrılar yapıyor. Merkezi sınavların oluşturduğu yapı ve zorunlu eğitim, mesleki eğitimin esas olduğu mesleki eğitime ve ahlâka dayalı yeni bir müfredat
yapılanmasının hayata geçirilmesi için sesini ve sözünü yükseltiyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın yeni
müfredat taslağını inceleyen Maarif Platformu, eğitimciler ve akademisyenlerin katkılarıyla bir öneri paketi sundu. Sahasında yetkin eğitim bilimci hocalarımızla kapsamlı bir çalışmanın sonucu 22
maddeden oluşan bu öneri paketi hazırlamışlar. Hem taslağı değerlendirdiler burada hem de asıl
reformların ne olması gerektiğini dile getirdiler.
Bizde sözcüsü Prof. Dr. Osman Çakmak ile bu öneriler etrafında konuştuk. Daha fazla ayrıntı
isteyenler aşağıdaki linki inceleyebilirler.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Müfredat Çalışmaları Hakkında Öneriler – Maarif Platformu
UĞUR CANBOLAT
——————-
Milli Eğitim bakanlığının sunduğu taslağı incelediniz, nasıl buldunuz diyerek başlayalım mı?
-Hemen şunu söyleyelim ki Millî Eğitim Bakanlığı ha geldi gelecek diyerek büyük bir beklenti
oluşturdu. Bir reform yerine mevcut müfredat üzerinde güncelleme ile karşılaşınca doğal olarak bizde hayal kırıklığı ortaya çıktı.
Tam olarak ne demek istiyorsunuz biraz daha açar mısınız?
-Elbette. Taslak önemli kazanımlara sahip ama asıl reformlar yok.Bir senedir yapılan güncellemelerle
beraber müfredat programlarının geldiği nokta; bizim değerlerimizi vurgulama, yetkin ve erdemli insan yetiştirme, materyalist felsefenin azaltılması gibi daha pek çok konuda önemli kazanımlara sahip görünüyor. ‘Yetkin ve Erdemli Birey’ sloganıyla kaleme alınan öğretim programları
perspektifinde, evrensel bilim kadar milli ve yerli içeriğe de yer verilmeye çalışılmaktadır.
Eksikler giderildiğinde daha iyi seviyede olacak mı?
-Müfredat taslağının önceki dönemlere göre daha iyi seviyede olduğunu söyleyebiliriz. Görüş ve
önerilerin dikkate alınmasıyla daha iyi bir duruma gelebilir. Ancak yine de bu şekliyle bir reform
durumu ortaya çıkmayacaktır. Evet, programlar bu şekilde geçse bile önceki programlardan daha iyi bir seviyede olacağı söylenebilir. Askı sonrası gelen tekliflerle bir kısım eksikliklerin giderilme fırsatı
var. Zaten askıya alınmasının da amacı eksiklikleri görmek ve gidermek olduğunu düşünüyorum. Bu
sebeple platform olarak gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Ancak müfredatın hayata geçmesinin önünde engeller var. Bir araba yapıyorsunuz ancak yol yapmıyorsunuz.
Yoldan kastınız nedir?
–Müfredatın önündeki engel: ÖSYM sınav yapısı. ÖSYM’nin oluşturduğu merkezi sınav yapısı, eğitimi, merkezi sınavların gölgesi altında bırakmaktadır. Becerileri ve meziyetleri, analitik düşünceyi,
yorumlama gücünü ve üretkenliği değerlendiren bitirme sınavlarını geri getirmedikçe, sınıf geçmeyi
zorlaştırmadıkça ve özellikle zorunlu lise eğitimini kaldırmadıkça yeni müfredatın hayata geçmesi
güçleşecektir. İşte milli eğitim camiasının öğretmenlerin öğrencinin beklediği asıl reformlar bunlar.
Liseler misyonsuzluktan kurtarılmalı, zorunlu olmaktan çıkarılmalı.
Liselerin zorunlu olması da bir engel değil mi? Merkezi sınavlar bir engel değil mi?
-Evet. Müfredat mesleki eğitime ve meslek kazanımına değil önemli ölçüde yine üniversiteye ve
diplomaya yönlendirme üzerine kurulmuş. Türkiye’nin ara eleman ve üretimde etkin sorumluluk
alacak yetişmiş insan gücüne ihtiyacı var. Bunun için öğrenci kariyer planlamasının 10. seneye
bırakılması bunun bir göstergesi. Mesleki eğitime yönlendirme daha ortaokulda başlamalı. Halbuki
müfredat onuncu yıla bırakıyor. İlköğretimden itibaren rehber uzmanlar ve sınıf öğretmenlerinin bu meseleye ciddiyetle eğilmeleri ve öğrenci çoğunluğunu mesleki eğitime yönlendiren bir yapılanmaya ihtiyaç var. MEB web sitesindeki konuya ilişkin ikinci duyuru haber metninde 10. Sınıfın kariyer
rehberliği yılı olduğu belirtilmiş olmasına rağmen 108 sayfalık ortak metinde buna değinilmemiştir.
Geleceğin becerili yetkin neslinin nasıl meslek sahibi olacağı açıklanmamıştır. Kariyer rehberliğinden kastedilende de belirsizlik var.
Geçmişi, bugünü ve geleceği birleştirmesi gereken program hazırlığında; arşivini, kitapların,
dedelerinin yazdığı Osmanlıca mektubu ve mezar taşlarını okuyamayan bir neslin bağlarından biri
kopuk olacaktır.
Problem çözüm yaklaşımında tutarsızlık ve yanlışlık olduğunu anlıyoruz bu tespitlerinizden. Peki,
işe nasıl başlanmalıydı?
-Yapılması gereken ilk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle lise mezununda olması gereken bilgi ve
beceriler ortaya konulması gerekiyor. Yani lise eğitimi, misyonsuzluktan /amaçsızlıktan kurtarılması
için çalışmalara başlanmalıdır.
MEB kendi içinde var olan dar kadroların çabaları ile bu problemin üstesinden gelebilir mi?
-Gelemiyor. Mesele Millî Eğitim Bakanlığının kendi başına çözme sınırını aşıyor. Diğer bakanlıklarla
işbirliğini gerektiriyor. Topyekûn hükümet meselesi olarak ele alınmalıdır. Bakanlığın Yükseköğretim
ve diğer birimlerden kopuk bir şekilde sadece müfredat çalışmaları ile mevcut sorunların üstesinden gelmesi ve çözüm bulması zordur. Lise ve mesleki eğitimi yapılandırırken bürokratlar yanında iş
dünyasının da temsilcileri bir araya gelmeli. İlkokuldan üniversiteye eğitim bir bütün olarak ele
alınmalıdır. Kontenjanlar ülkenin ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir.
Şu hâlde MEB öncelikle problem çözme tavrını değiştirmelidir mi diyorsunuz?
-Evet, tamda bu. İş yerleri “meslek eğitimli meslek erbabı istihdam edeceğim. Üniversite mezunlarına ise kapım kapalı” diye bağırdığı halde ve sanayinin ihtiyaç duyduğu meslek elemanını bulamaz hale
geldiği şu ortamda eğitimdeki asıl sorun müfredat yapılanması değil mesleki eğitimin ayağa
kaldırılmasıdır. Buna ilk adım olarak liseler için zorunlu eğitimin kaldırılmalıdır.
Meslek edinmek yerine üniversite daha mı cazip gençler için?
-Evet ama bunun sebepleri var, teşvik edenleri var. Üniversite önünde yığılmanın önlenmesi, mesleki eğitime yönlendirme için her kesimde ve her eğitim kurumunda hedef olarak üniversitenin
gösterilmesi yanlış. Bu telakkisinin kaldırılması gerekiyor bir kere. Lise çağındaki hemen her
öğrencide bir meslek edinme yerine üniversiteye girme arzusu var. Çaba gerektiren işler yapmayı,
hizmet etmeyi bir aşağılanma olarak kabul eden değer yargılarımız oluştu maalesef.
Bunun olumsuz maliyetleri yok mu?
-Olmaz olur mu hiç. Bir beceri sahibi olarak ayakları üzerinde durmayı değil, diploma sahibi olarak
işsiz kalmayı tercih edebiliyoruz.
Kendine güvenen ve üreten, problem çözmeyi bilen müteşebbis insan yetiştirmenin uzağında kalan
bir eğitim yapısını değiştirmek için ne yapmalıyız peki?
-Bunlar masa başında çözülecek problemler değil. Bu yapı, üretim duygusunu ve kendine güveni geliştirmediğinden gençlerin dünyasına hazıra konma ve memur zihniyeti hâkim oluyor. Tüketimci toplum kavramından üretici toplum kavramına geçebilecek bir eğitim yapısı ayağa kaldırabiliyor musunuz?
Yani eğitimi verileni yineleyen ama kendisi bir şey üretemeyen yapısından kurtarabilmek… Bunlar
kağıt üstünde dile getiriliyor. Üretken bir toplum anlayışına hangi projelerle geçebiliriz? Devlet
kapısında iş bulma anlayışı nasıl sona erdirebiliriz? Önemli olan mesleki eğitimi cazip kılacak anlayış
değişikliği getirecek çözümler üretmek. Meslekleri itibarlı hale getirdiğimizde, mezunlara iş garantisi verdiğimizde zaten üniversite önünde yığılma kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Tabi ki bu arada üniversitelerimiz itibarlı ve kaliteli eğitimi ile her geçenin mezun olduğu yapı ve anlayıştan kurtarılmalıdır.
MEB’in müfredat düzenlemesinin kamuoyunda bunca ilgi görmesini nasıl açıklıyorsunuz?
-Halk ülkenin asli sorunun eğitim olduğu için çözüleceğine dair bir ışık gördü. Ümit içinde. Ahlaka ve
erdeme dayalı bir müfredat hayata geçirilmesinin beklentisi içinde. Meslek ahlakını ve mesleki
eğitimi diriltmedikçe piyasadaki karmaşayı, ahlaki çürümüşlüğü bertaraf etmek mümkün değil.
Platform olarak hazırladığınız raporda sizler hangi çözümleri öne çıkardınız?
-Hazırladığımız rapor, sadece müfredat taslağının eksikliklerini göstermekle kalmıyor; aynı zamanda
onun hayata geçmesinin önündeki ciddi engelleri de gösteriyor. Öncelikle öğretmen yetiştirme meselesine dikkat çekilmektedir. Çünkü iyi aletler ustaların elinde işe yaramaktadır. Müfredat yetmez iyi
öğretmenler de yetiştirmeliyiz.
Başka hangi konuları öne çıkardınız? Müfredatın yoğun olarak tartışıldığı şu günlerde asıl gündemegetirmek istediğiniz konu nedir?
-Mesleki eğitimin diriltilmesi yanında ahlaka dayalı müfredat yapılanması ihtiyacını dile getirdik. SezaiKarakoç’un ‘Ağır sanayi, ağır kültür ister’ sözü ile Nurettin Topçu’nun ‘Öğrenmek zekânın, yapmak
ahlakın işidir.’ sözünü hatırladığımızda asıl olan eğitimden beklenen hedefin ahlaka dayalı bir
müfredat yapılanması olduğunu söyleyebiliriz.
Tabiat bilimlerinin doğru okunması halinde bunu ahlak kitabı olarak gören bir anlayışımız var.
Halbuki bilim materyalizmin malı gibi bir muameleye tabi tutuluyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
-Bilim ile dinin ayrı düşünülemeyeceğimize göre fen bilimleri yolu ile tabiat bilimlerinin kainat
kitabının doğru okunmasıyla çevrecilik ve canlılara değer verme şuurunun gelişeceğini belirtelim.
Kâinat kitabının doğru okunması, ekolojik dengenin korunması-çevrecilik, canlılara değer verme ve
onları koruma şuurunun gelişmesini de teşvik edecektir. Tabiattaki muhteşem düzeni keşfeden
öğrencilerin öğrenmeye açlığı ve merakının artacaktır.
Bu muhteşem düzen öğrencilerin merakını daha da artırır mı diyorsunuz?
-Evet. İnsanın doğru ahlâki ve insani değerleri bulmasının en kestirme bir yolu tabiat kitabının okuru haline gelmesidir. İnsan çevresinde cereyan eden olayları; muhteşem düzeni ve harika tasarımlar,
ilahi nimetleri ve ahlâki güzellikleri ve değerleri derinliğine fark ettikçe hayret duyguları içinde
kalacak; öğrenmeye karşı açlığı ve merakı daha da artacaktır. Tabiattaki ahlâki gerçekler ruh
aynasında kendisini göstermeye başlayacaktır. Doğadaki hassas mekanizmaları ve düzeni ileri
düzeyde fark eden insanda takdir, tefekkür, hürmet, şefkat /merhamet ve şükür duyguları
gelişecektir. Asıl değer ve ahlak merkezli müfredat yapmanın en kestirme ve kolay yolu budur.
Müfredat yenilemesinin gündemde olduğu şu günlerde asıl tartışılması gereken konular nedir size göre?
-Asıl çözüm yolunu müfredatın sadeleşmesi ve müfredat esnekliğine imkân verilmesidir. Çeşitli
müfredatlara izin verilmelidir. Katı müfredat anlayışı yüzünden ilkokullarda ev okulu gibi uygulamalar bile yapılamıyor. Halbuki mesela ABD de ilkokula gitmeyip milyonlarca aile çocuklarını ev okulunu
tercih ediyor. Ama Türkiye’de bu imkân neredeyse hiç yok. Hiçbir demokratik ülkede tek tip
müfredat uygulaması göremezsiniz. Beklentimiz, müfredatta kendi programını kendi belirleyen
tercih hakkını ve kimliğini kendisi belirleyen okulların açılmasına izin verilmesidir. Bu yapıldığı
takdirde ülkede gerçek anlamda eğitim halka mal olmaya başlayacaktır.
Müfredat birliğini savunanlar size göre her şeyin devlet tekelinde olmasını mı söylüyorlar?
-Merkeziyetçi müfredat yapısı aracı amaç haline getiriyor. Bu yüzden okullarda “bilgi aktarma”
sınavcı metotlar tek çıkar yol haline geliyor. Çünkü bu denli çok bilginin öğretilmeye çalışılması -ve
tabii ki öğretilemeyişi- eğitimdeki asıl tuhaflık ve çarpıklıktır. Birbirinden farklı kabul edilerek
öğretilmeye çalışılan bir çok bilgi aslında çok az miktardaki “öz bilgi”nin türevidir. Asıl olan bilgi
yüklemek değil, bilgiyi üretmek ve kullanmaktır. Bu müfredatçı yapının sonucu olarak bilginin hedef
halini alması ve sınavcı yapı yozlaşmanın asıl sorumlusudur. Üstelik mevcut müfredatçı yapı, ders
kitapları yazımını rant sistemine dönüştürmektedir. Devlet bedava kitap dağıtımı ile zarara
uğratılmaktadır. Herşeyin merkezden yapılandığı müfredatçı anlayış, eğitimi sömürü düzenine
dönüştürmekte; kripto yapıların dolaylı ve dolaysız etkilerine maruz bırakmaktadır.
Merkeziyetçi yapıya karşı nasıl bir öneride bulunuyorsunuz?
-Devlet eğitimin finansmanında, müfredatın belirlenmesinde, eğitim sektörünün çalışanlarının
statüsünde konum değiştirmelidir. Devlet sadece bazı temel dersleri tüm eğitim kurumlarında
zorunlu tutabilir. Örneğin temel fen-matematik dersleri yanında tarih, kültür ve medeniyetimize dair bir kısım derslerle birlikte Türkçe mecburi ders olabilir. Avrupa’da nasıl ki, Latince mecburi bir ders
ise, bizde de örneğin Osmanlıca dersi mecbur tutulan derslerden olabilir. Ancak bunların dışındaki
derslerin muhtevasını ve süresini, içinde suç unsuru barındırmadıkça özel okulların ve özel
kurumların belirlemesine izin verilmelidir. Eğitimin sivilleşmesi için her şeyden önce müfredatta ve
ders programlarını belirleme yetkisinin devlet talim –terbiye tekelinden kurtarılması; mahalli
idarelere (Belediyeler ve Milli Eğitim Müdürlükleri gibi) okullara bırakılması ve böylece müfredat
belirleme ve ders kitabı yazma işinde devlet tekelinin kırılması gerekiyor. Beklediğimiz şey, kendi
programını kendi belirleyen tercih hakkını ve kimliğini kendisi belirleyen ve niteleyen okulların
açılmasına izin verilmesidir. Bu yapıldığı takdirde ülkede gerçek anlamda eğitim halka mal olmaya
başlayacaktır.
Bu taslağı sadeleşme ve netlik bakımından nasıl buldunuz?
-Öğretim programlarına ilişkin toplam sayfa sayıları üzerinden bir karşılaştırma yapıldığında askıya
çıkarılan taslak öğretim programlarında toplam sayfa sayısının önceki öğretim programlarına kıyas
ettiğimizde neredeyse dört katı bir miktar karşımıza çıkıyor. 3.000 sayfa. Taslak öğretim
programlarında yalnızca ortak metin 110 sayfa. Bu durum ne amaçlandı ne oluştu sorusunu gündemegetiriyor.
Millî Eğitim Bakanlığı öğretim programlarındaki bilgi yoğunluğu kapsamında karşılaştırma yapılan ülkelere örnek olarak Japonya ve İngiltere’yi gösteriyor. İngiltere ve Japonya’da durum nasıl?
-İngiltere’nin ilkokul ve ortaokul kademelerini kapsayan öğretim programı toplam 264 sayfa kadar.
Buraya baktığınızda hangi konuların öğretilmesi gerektiği ve çocukların ulaşması gereken standartları böyle detaya boğularak değil daha genel ve sade bir şekilde verilir. Genel bir bakış açısıyla ele alınır.
Japonya’ya bakalım. Bizdeki gibi her şeyin detaya boğulduğunu bir anlatım yok. Öğretim programı
temel referans noktalarını ve yönlendirmeleri ile anlatılmaktadır. Japonya’nın ilköğretim programı
birinci sınıftan altıncı sınıfa kadar olan seviyeleri kapsamakta ve Japonca dahil olmak üzere sadece
on (10) dersi var. 2018’da 2008 yılında yayınlanan ve 117 sayfa olan ilköğretim öğretim programı
önemli ölçüde sadeleştirilerek yenilenmiştir. Bizdeki gibi de sık sık temelden değişime maruz
kalmıyor. İlköğretim Türkiye’nin taslak öğretim programlarından yalnızca birisi. Türkçe ders programı birinci sınıf ile dördüncü sınıf arasındaki seviyeleri kapsıyor ve 228 sayfa. Bu durum hem
İngiltere’nin uyguladığı öğretim programından hem de Japonya’nın sadeleştirilmemiş programından bile daha fazla yoğunluğa sahip.
Müfredatlar sade olursa müfredat tekeli ve merkeziyetçi yapı oluşmuyor. Müfredatlar genel çerçeve çizmeli. Derslerin felsefesini ortaya koymalı. Detayı uygulamacılara bırakmalı.
Çözüm nerede peki?
-Esasen MEB müfredat çalışmaların sadeleşme amacında olduğunu beyan ediyor ve problemin
farkında. Bilgi yoğunluğunu sadeleştirme gerekçesiyle atılan adımlar var. Ancak bu çalışma kavram
yükünün daha da arttığını görüyorsunuz. Taslak programlarda 87 kavramsal beceri süreç bileşeni,
403 alan becerisi göstergesi, 189 sosyal duygusal öğrenme göstergesi, 21 eğilim, 170 okuryazarlık
süreç bileşeni, 403 Erdem-Değer-Eylem göstergesi var. Çok sayıda kavramın programlara eklenmesi
sadeleştirme sürecinin temel amacına aykırı bir netice husule getirecektir. Öğretim programlarında
Kavramsal berraklığı sağlama çabalarını olumsuz etkileyecek bir durum.
09.05.2024