UĞUR CANBOLAT
MESAFE ayarı yapamıyoruz genellikle.
Uçlarda dolaşıyoruz.
Ya tam kavganın içinde yer alıyoruz ya da şehadetimizin anlam ifade etmeyeceği kadar uzaktan bakıyoruz.
Oysa hayata tanıklık gibi bir görevimiz var.
Olanı biteni doğru gözlemlemek ve sağlıklı analizlerin ardından sahih sonuçlara ulaşmamız gerekiyor.
Bunu yapabildiğimiz vakit yaşamanın hakkını vermiş olacağız.
Alacaklı olmayacak bizden.
İşte bu sebeple diyorum ki; ne çerçeveyi kaybedelim ne de ayrıntıyı.
Tam olmamız gereken yerde olalım.
…
YA susmamacasına konuşup gevezeliğin zirvesine çıkıyoruz ya da tamamen kelimesiz bırakıyoruz kendimizi.
Ya çatlayacak kadar durmadan koşuyoruz ya da atalet sendromuna kapılıp kılımızı bile kıpırdatmıyoruz.
Gün geliyor tüm zamanımızı dost ve arkadaşlarımıza ayırıp işimizi ve ailemizi ihmal ediyoruz ya da evden adımımızı dâvet edilsek bile dışarı atmıyoruz.
Ya israfta kesenin dibini buluyoruz ya da pintiliğin piri hâline getiriyoruz kendimizi.
İşte bu sebeple diyorum ki; ne çerçeveyi kaybedelim ne de ayrıntıyı.
Tam olmamız gereken yerde olalım.
…
BU hâli elbette farklı şekillerde isimlendirmek mümkündür.
Ama bu sonucu değiştirmeyeceğinden meselenin özüne odaklanmak en iyisi.
Durduğumuz yer mühimdir.
Mesafe ayarı kritiktir.
Açı önemlidir.
Bunu herkes gözünün görme durumuna göre gerçekleştirmelidir.
İlmine göre, irfanına uygun…
Uygun mesafeden bakmayı artık öğrenmeliyiz.
Kısacası; ne çerçeveyi kaybedelim ne de ayrıntıyı.
…
HAYATIN anlam kazanması buna bağlı.
Yorumlarımızın isabet kaydetmesi bu mesele ile yakından ilişkili.
Teşhislerimizde yanılgıya düşmemek yine aynı şekilde bu ölçüyü doğru tutturabilmemizle alakalı.
Gözlerimizi yıkamalıyız.
Çapaklardan arınmalıyız.
Gönlümüzü durultmalıyız.
Aklımızı işlevsel duruma geçirmeliyiz.
Yoksa açmazlarımızı fark edemeyeceğimiz için gafletin koynunda uyuşmuş gibi yatacağız.
Istırap denilen fikir çilesini tadamayacağız.
Mücadele edecek bir amacımız olmayacak.
Neyi bilmediğimizi bilmediğimiz için öğrenmek için bir gayretimiz olamayacak.
Kafamızda ve gönlümüzde devr-i daim şeklinde süren oluşlar ve yıkılışlara şahit olamayacağız.
Algılama kusurlarıyla yaralanacak kalbimiz.
Bilgi bize fikren ne kadar çıplak olduğumuzu göstereceğinden bu ağırlığı taşımak istemeyip kof, uydurma ve üfürme malumatlara umarsızca yaslanacağız.
Hicret hicrandan gelirken bizler hicretsiz hicranlara gark olacağız.
Yazık edeceğiz ruhumuza.
Suça olan yeteneğimizi fark edip onu baskılayamayacak, iyiliğe olan kabiliyetimizi keşfedip geliştiremeyeceğiz.
Zamanın ne kadar içinde veya dışında olduğumuz bile zihin dünyamızda karışacak.
Küçük ve cılız olan nice duygularımızı büyük ve güçlü görüp esaretlerinden kurtulamayacağız.
Bir sözün hakikat mi, remiz mi, kinayemi bile olduğuna hükmedemeyerek kavgalar çıkaracağız.
Varı yoğu ateşe vereceğiz.
Sevmelerimiz tam sevme olamayacak…
Hasretlerimizin közü eksik kalacak.
Olsa bile kavuşmalarımız, cılız bir sarılmadan ibaret kalacak.
Demem o ki yârenler!
Tablonun önüne gereğinden fazla yaklaşmayalım ki, çerçeveyi kaybetmeyelim.
Lazım gelenden çok uzaklaşmayalım ki, ayrıntıları kaçırmayalım.
Yani, ne çerçeveyi kaybedelim ne de ayrıntıyı.
Ya Selâm!
12.08.2022